Danimarkalı Søren Kierkegaard. Felsefe düşünürü, belki bir din adamı ve din düşünürü; fakat her şeyden önce varoluşsal felsefenin öncüsü, atası sayılır. 19. yüzyıl felsefesinin ileri gelen isimlerinden olan düşünürün fikirleri özellikle 20. yüzyılda kendisine çok fazla yer bulacaktır.
Hayatının İlk Yılları ve Gelişimi
Kierkegaard’un ailesinin maddi sıkıntıları olmayan, hatta zengin diyebileceğimiz bir yapısı vardı. Ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya geldi. Kierkegaard‘un şanssızlığı ise, ölümün sürekli etrafından ayrılmaması idi. Öyledir ki 22 yaşına geldiğinde 6 kardeşinin 5 tanesi ölmüştür ve bu durum sonradan Kierkegaard‘un Absürdizmin temellerini kadar atacağı felsefesini muhakkak ki derinden etkileyici sebeplerin başında geliyordu.
Hayatı zorlayıcı olaylar ile dolu değildi, çocukluğunda müthiş travmalar da yaşadığı söylenemez ve bunların söylenemeyeceği gibi kolay bir çocukluk geçirmiş olduğu da pek dillendirilemez. Babası Michael Kierkegaard fazlasıyla otoriter, baskın yapıda olan dindar bir protestandı. Öğrencilik yıllarında din ve tanrı kavramlarını sorgulayıp biraz uzaklaşmış olsa da, özellikle babasının ölümünün etkisiyle olacak ki protestanlığa tekrar sıkı sıkıya bağlandı fakat bu tamamen bireyci bir yaklaşım ve bağlanmaydı. Sonralarda da bu bireyciliğin etkisini kendi felsefesinde ve dini kurumlara olan düşmanlığıyla bize hissettirecektir.
Felsefesinin Temelleri
Kierkegaard’un egzistansiyalizmin öncüsü olması, teknik olarak ismini vermesinden kaynaklı değildir. Sorduğu sorular, izlediği metotlar ve savunmaları daha sonraları 20. Yüzyılda Sartre gibi varoluşçuları derinden etkilemiş ve aslında bir nevi bu durumdan kaynaklı olarak varoluşsal düşüncenin öncüsü olarak adlandırılmıştır. Daha önce de söylediğim gibi, Kierkegaard’un asıl vücut bulduğu zaman 20. yüzyıldır.
Kierkegaard’un eserlerinin çoğunun Hegel’e ve Hegel felsefesine birer eleştiri olduğu sık sık söylenir. Kendisini Hegel safının karşısında nitelendirmiştir. Hegel ile ilgili söyleyeceği şu söz aslında Hegel’e bakış açısını anlamamız için birebirdir: “Hegel’i yeterince anladığımı düşünüyorum. Eğer anlamıyorsam bu benden kaynaklı değil, Hegel’in anlaşılmak istememesinden kaynaklıdır.”
Hegel’e olan bu karşıtlığı aslında felsefesinin ve fikirlerinin temellerini de oluşturur. Hegel’in objektif yaklaşımları, Kierkegaard’un Hegel’e saldırgan bir şekilde yaklaşmasına sebep olmuş ve birey temelli felsefesinin mihenk taşını oluşturmuştur.
Varoluşçuluk ve Absürdizm
İncelendiğinde Kierkegaard’un felsefenin temelinin büyük bir kısmında kaygı kavramı yatar. (Bu kelimeyi literatüre Kierkegaard’un soktuğu söylenebilir. Tıkanma ya da boğulma anlamı taşıyan Latince “angere” fiilinden türetilmiştir) Her seferinde neyi seçersek seçelim, tüm seçimlerimizin sonunda küçük de olsa büyük de olsa bir pişmanlık yaşayacağımızı söyler.
Bu kaygı kavramının getirisi olarak da modern hayata ve getirdiği değerlere çok eleştirel yaklaşmıştır. Aşk, kariyer, yükselme gibi günümüzde de egemenliğini kaybetmemiş olan kavramların hepsine saldırıp tiye almıştır. Hayatın bir anlamı ve amacı olduğu düşüncesini sıklıkla eleştirir ve ciddiye almaz. “Büyüyüp gözlerimi açtım, gerçek dünyayı görünce gümeye başladım ve hala gülüyorum” diyip, bu tiye alımlarla da Absürdizmin tohumlarını yavaş yavaş atmaya başlar.
Absürdizm, insanlığın evrende bir anlam bulmasına yönelik uğraşlarının boşa bir çaba olduğunu ve önünde sonunda bu anlam uğraşının başarısız olacağını söyler. Daha sonraları bu kavramı Albert Camus ele alacak ve Sisifos Söyleni’yle Absürdizm vücut bulmaya başlayacaktır.
Dine Bakışı
Kierkegaard’un babası Michael Kierkegaard, oğlunun bir din adamı olmasını istediğinden dolayı ona verdiği eğitimi de bu yönde şekillendirmiş ve onu bu yöne sürüklemiştir. Yukarda da bahsettiğim gibi Hegel’in ve üniversitede aldığı eğitimlerden de kaynaklı zaman zaman dinden soğumalar yaşamış olsa da en sonunda inançlı, dindar bir protestan olarak şekil bulmuştur. Faith Leap (İnanç Sıçraması) kavramı onun felsefesinde çok önemli bir yer tutar. Tanrıyı bilmek için bir inanç sıçraması yapmak gerekir. Burada bahsedilen sıçrama akıl ya da bilgi ile değil, tamamen inanç ve irade kaynaklıdır. Böylelikle Kierkegaard, felsefesinin temeline inanç kavramını koyar. Akıl ile, mantıksal sorgulamalar ile tanrının varlığına ulaşılamayacağını, tanrının asla bilinemeyeceğini ve bunu kanıtlamak için verilen uğraşın da boşa zaman kaybı olduğunu sıklıkla söyler.
11 Kasım, Kierkegaard’un ölüm yıl dönümü. Onu şu söz ile yad edebiliriz: “Aklını kaybet, tanrıyı kazan.”
İlk yorum yapan siz olun