İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aklını Yitirmiş Bir Ressam: Richard Dadd

Richard Dadd’ın öyküsü mutlu başlar: Soylu bir ailenin resme yetenekli oğlu. Yediği önünde yemediği ardında. Yeteneği küçük yaşlarda keşfedilmiş, hemen özel öğrenime yönlendirilmiş, soylu bir sanatçı olması için “proje” haline getirilmiş bir çocuk.

Sanat camiasına kabulü kolay olmuş Dadd 25 yaşındayken, Doğuya yolculuğa çıkar. Şairlerin, kendisi gibi ressamların yarattığı Doğu mevhumu sanatçıyı besleyecek, onu birkaç derece öne taşıyacak bir masal diyarıdır çünkü. Kültürün beşiği saydığı Yunanistan’ı geçer, bizim topraklarda dolaşır, Ege ve Akdeniz kıyıları üzerinden Mısır’a dek iner. Yol üzerinde, Milas dolaylarında bir kervansarayı resmettiği tablosu bilinen eserlerindendir.

Milas Tablosu

1842 Aralık ayında, yolculuğun son durağı Mısır’da hastalığının belirtileri ilk kez açığa vurur. Yolculuk arkadaşları güneş çarpması der geçerler ama Dadd, içinde Mısır Tanrısı Osiris’in ruhunu taşıdığını iddia etmeye başlamıştır.

Dadd bir erginlenme töreni peşine düşüp çıktığı yolda, zihinsel işleyişinin başka boyuta geçmesine ulaşmıştır. Aklının sınırları ile masal diyarının çizgileri birbirine geçip silikleşmiştir bir kere. Dadd, gittiği o yerden geri dönmeyi başaramayacaktır.

İngiltere’ye döndüğünde toparlanmak şöyle dursun, durumu kötüleşir. 1843 Ağustosunda babasını, babası değil Şeytan olduğu gerekçesiyle öldürür. Yine de yaptığının bir cezası olduğunu bilecek durumdadır, soluğu Fransa’da alır. Ne var ki, orada da birlikte yolculuk ettiği birinin boğazını usturayla kesmeye kalkınca yakayı ele verir.

Dadd’ın akıl hastalığını incelemeye başlayan doktorlar bir bakarlar ki, bildirilen, bildirilmeyen, yok sayılan pek çok benzer hasta vardır ailede. Dadd benzeri gizlenmesi olanaksız işlere kalkışmadıkları için, hiçbirinin hastalığı resmi kayıtlara geçmemiştir. Büyük olasılıkla geri kalanların şerefini kurtarmak için, Dadd tıp biliminin incelemesine terk edilir – böyle üst sınıftan bir sanatçının sıradan biri gibi deli yaftasını takacağını, hele hele yargılanacağını sanmadınız, değil mi?

Akıl hastalığının işleyiş süreçleri ve sanatsal üretimle ilişkisini incelemek için Dadd bulunmaz nimettir. Toplumdan yalıtılmış haldedir, çevresi tıp camiası tarafından kuşatılmıştır ama görece özgürdür: Paleti ve boyaları verilmiş, gönlünce resmetmeye teşvik edilmiştir. Yaşadığı çağda kendisiyle aynı dertten mustarip hastalara reva görülen canavarca muameleyle kıyaslandığında, atölyesinde huzur içinde çalışan bir sanatçı yaşamı sürmektedir.

Bu sıralarda, yani 1850li yılların ortalarında çekilmiş bir fotoğrafı çok ünlüdür: Fotoğraf sanatının erken örneklerinden biri olmasının yanı sıra, bir akıl hastasının tarihte bilinen ilk fotoğraflanışıdır – üstelik bir sanatçı olarak, hatta sanatını icra ederken!

Dadd, akıl hastanesinde 1886’ya dek yaşar, 68 yaşında hayatını kaybeder. Onun sayesinde paranoid şizofreniye dair pek çok bilgi edinilir. Hasta yıllarında yaptığı tablolar, günümüzde hâlâ inceleniyor: hem resim sanatı hem de ruhbilimsel açıdan.

Onun tablolarından birine yakından bakmayı da sonraki yazıya bırakalım.

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir