İnceleme: Kaan EGEMEN
Japonya edebiyatında polisiyenin kurucusu sayılan; “Uzakdoğu’nun Poe’su” diye anılan Edogawa Rampo, 1800’lerde ülkede başlayan kültürel, politik ve ekonomik değişimin tam ortasına doğuyor. Yüzünü Batı’ya dönenler, Japonya’nın klasik edebî geleneğine Avrupa’dan tatlar katarken özgürlüğü ve kişinin bağımsızlığını daha gür bir sesle dillendiren entelektüellere göre disiplin, töreler ve yasalar bunların koruyucusu ve geliştiricisi olması gerektiğini düşünüyor.
Diğer taraftan, Japonya’da modernleşme adımları atılıyor ve Batı’dan alınanların yanında, ülke kültürünün değişmeden kalması arzulanıyor. Fakat bu hayal gerçekleşmediği gibi Batı’dan gelen edebiyat akımları Japonya’daki yazarları etkilemeye başlıyor.
1923’te yaşanan deprem ise Japonya’da hayatın her alanı gibi edebiyatı da sarsıyor, geleneklere ve geçmişe bağlı olanların, uzak ve yakın geçmişin huzurlu ülkesine özlemi artıyor. Bu dönemde nihilist ve absürt edebiyat öne çıkıyor. İşte Rampo, bu iki akımı polisiyeyle birleştirdiği metinler kaleme alıyor aynı vakitlerde. Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler, yazarın bu anlamda alametifarikası olarak karşımızda duruyor.
Absürt karakterlerle şekillenen öyküler
Rampo, öykülerinde hakikat ve hayal, rüya ve gerçek, fizik ve metafizik sınırlarında gezinirken gerilim yüklü ve tekinsiz metinler kotarıyor. Yazarın yarattığı karakterlerin büyük bölümü, söz konusu gerilimi sonuna kadar yaşıyor, tekinsiz ortamlarda bulunuyor ve korkuyla kendinden geçiyor. Bir dizi talihsizlik ve oradan doğan absürtlüğün yanı sıra dehşet de cabası bu öykülerde: “Tepelere benzeyen sivilcelerden birinin doruğu, nar gibi patlayıp açılmıştı. Oradan bulanık bir kan damlası sızıyordu, sivilce bir tiyatro afişindeki cinayet sahnesi gibiydi. Sebep herhalde sivilcelerimi kompleks hâline getirmemdi ama içbükey aynaya akseden yüzüm öyle korkunç, öyle ürpertici gelmişti ki o gün bugündür, ne vakit içbükey bir aynayla, mesela fuarlara veya lunaparklara sıkça konulan aynalarla karşılaşsam dehşete düşer, oradan kaçmak isterim.”
İyileşmeyen delilikler, aynalarla ve meleklerle kafayı bozanlar, Rampo’nun absürt karakterlerinden bazıları. Bunlardan biri de yaptığı koltuklara oturanlarla aşk yaşama hayalini saplantı hâline getiren bir adam: “Bir koltuğu bitirince ilk işim, ona oturup konforumu, dengesini test etmektir. Tatsız zanaatkâr yaşantımda, sadece o anda bir tür kıvanç hissederim. Oraya kim bilir, yüksek sınıftan nasıl bir bey yahut ne kadar güzel bir hanım oturacaktır? (…) Benim bu boş hülyaların, sınır bilmeden büyüyüp durur: Ben, yani yoksul ve çirkin bir zanaatkârdan başka bir şey olmayan ben, hayaller dünyasında güzel bir aristokrata dönüşmüş, yaptığım o şahane koltuğa kurulmuşumdur ve yanı başımda, her hayalime eşlik eden güzel bir sevgili, tatlı tatlı gülümseyerek benim sözlerimi dinlemektedir. Sadece bu kadar da değil: Ben, hayalimde o sevgilimin elini tutarım ve onunla birbirimize şirin aşk sözcükleri fısıldarız.”
Gerçek ve hayal arasında sıkışanlar
Rampo, yaşamın akışında kendisini herhangi bir yere koyamayanları veya koyduğu noktanın tuhaflığının ayırdına varamayanları getiriyor karşımıza. Mesela aşkının yorgunluğu ya da büyüklüğü yüzünden bir resmin içinde yaşamaya başlayan genç böyle bir karakter.
Örneğin, “Mars Kanalları” öyküsünde gerçek ve hayal arasında sıkışan kişinin aklından geçenler, Rampo’nun anlatımında önemli bir eşik: “İnce ve sivri tırnaklarımla göğsümü soldan sağa, boydan boya yırtıp paraladım. dolgun memelerimi, eti sıkı karnımı, kasları gergin kollarımı, teni gergin butlarımı, hatta güzel yüzümü bile. Yaralarımdan dökülen kanlar ırmak oldu, bedenim kıpkırmızı oluklarla kaplandı… Mars kanalları! Benim bedenim, tam da o ürkütücü Mars gezegeninin kanallarını andırıyordu ve bu kanallarda su yerine kırmızı kanlar akıyordu.”
Canı sıkıldığı ve başından geçen bir olaydan çok etkilendiği için kendisini sıra dışı cinayet yöntemleri geliştirmeye adayan Bay T.’nin hikâyesi de Rampo’nun özgün tarafını yansıtıyor. Bay T., âdeta bir terapide gibi suçlarını büyük bir soğukkanlılıkla anlatırken okur da orijinal cinayetlerle yüzleşiyor.
Seyçiro Fukiya’nın işlediği suçları ortaya çıkarmak için uygulanan testleri ve sonrasında ortaya saçılan gerçekleri konu alan öykü ise Rampo’nun gerilim öğesini sonuna kadar kullandığı bir metin.
Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler’de Rampo’nun yarattığı karakterlerin ruh hâlleri değişken, girdiği yollar ise karanlık. Okura açtığı kapılar, Rampo’ya neden “Uzakdoğu’nun Poe’su” dendiğini gösteriyor.
Kitabın çevirmeni Alper Kaan Bilir, kaleme aldığı önsözde, hem Rampo’nun öykücülüğünün hem de Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler’in çerçevesini çizmiş: “Edogawa Rampo’nun nice öyküsünde kahraman bir kalem insanıdır: Safdil bir kalem insanı. Kahraman çabuk etkilenir, çabuk aldanır. Bilimsel fenomenlerden bahsetmeye bayılır. Kendini doğanın ve insanın yaman bir gözlemcisi sanır. Ama tesadüfler ve illüzyonlar karşısında dehşete kapılır. Hayalet görmüşe döner (…) Modern insan, canavarlara inanmamayı huy edinmiş. Kendi içindeki yabanıl, kadim, delice şeylere bakmamaya alışmış. Fakat kazayla, tesadüfle ya da bir hileyle, gözümüz o saklı yerlere ilişebilir. O zaman ne olur? Edogawa Rampo, verdiği eserlerde bu soruya cevap aradı.”
Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler, Edogawa Rampo, Çeviren: Alper Kaan Bilir, İthaki Yayınları, 224 s.
İlk yorum yapan siz olun