Bahadır Yenişehirlioğlu ile yaşanmış bir hayat hikâyesi olan yeni romanı Hanne’yi ve onun aklımıza düşürdüklerini konuştuk…
Hanne, Almanya’ya göç eden bir ailenin kızı. Onun yaşadıklarını okudukça şiddetin sızılı yüzüyle bir kez daha karşılaşıyorsunuz. Bu röportaj bize Hanne’yi tanıtıyor. Onun acılarına tanık oluyoruz. Keşke olsak, ama maalesef mevzuya pek de uzak değiliz. Konu günümüzdeki şiddete kadar geliyor. “Erkek egemen dünyamızda erkeğin kadını eşitsizleştirici varlığı giderek daha dayanılmaz bir hal alıyor!” diyen Bahadır Bey ile bu ikinci buluşmamız. Şiddetten yol alıp Mesnevi’ye kadar uzanan söyleşimizde Hanne’yi ve çok daha fazlasını siz de hissedeceksiniz.
Keyifli okumalar…
Röportaj: Damla Karakuş
HANNE’NİN HİKÂYESİ BANA ANLATILDIĞINDA KALBİMİN SIKIŞTIĞINI HİSSETTİM
– Bahadır Bey merhaba! Bu sizinle ikinci röportajımız. İlkinden bu yana pek çok şey yaşandı. Siz neler yaptınız?
Zaman hızlı ilerliyor değil mi? Fakat böyle derken pandemi ile birlikte zaman birden genişlemiş, ama bir o kadar da kaotik hale gelmiş oldu. Durduk ve tabiri caizse havayı koklamaya başladık. Tam da çağlar öncesinde yaptığımız gibi. Hayatta kalmak için ne yapmalıyım? Evet, önce bana doğru koşan vahşi hayvandan korunmak için sığınacağım bir mağaraya ihtiyacım var dedik. Çağlar öncesinden mağaraya koşan o ilkel adam, çağlar sonra pandemi sebebiyle, bu kez gözüyle görerek tespit edemediği vahşi yaratıktan korunmak amacıyla yuvasına koştu ve kapıyı sıkıca kapattı.
– Şu sıralar artık normalleşme sürecinde olsak da pandemi de devam ediyor. Kaleminizi, dünyanızı nasıl etkiledi? Bu süreç sizin için nasıl geçti/geçiyor?
Hayatta kalmam gerekiyordu ve bunun yolu hayata tutunmaktı. Buna mecburdum. Tek bir seçeneğim vardı: “Yazmak!” Ben de yazmayı seçtim ve “Hanne” çıktı ortaya. Dediğim gibi Hanne’yi pandemi döneminin ortasında yazdım. Bu dönemin kasveti ister istemez sızdı metne. Sonuçta beni, editörümü ve okurlarımı tatmin eden, içime tam anlamıyla sinen bir metin çıktı ortaya. Bunu “Hanne”nin çok sevilmesinden de anlıyoruz.
– Hanne, Almanya’ya göç eden bir ailenin kızı… Hanne’nin hikâyesini yazma fikri nasıl doğdu?
Hanne, yaşanmış bir hayat hikâyesi. Hanne’nin hikâyesiyle yurt dışında tanıştım. Bana anlatıldığında kalbimin sıkıştığını hissettim. Dinlediğim an yazacağımı biliyordum ve bu gerçeklik beni kendine âşık etti. Tabi ki ilk ağızdan bu yaşanmışlığı dinlemek sarsıcıydı ve benim bütüne sadık kalarak anlatıcıyı koruma amaçlı yorumlar katmama gerek duyuldu ve dediğim gibi son derece tetikleyici bir metin ortaya çıktı.
ERKEK EGEMEN DÜNYAMIZDA, ERKEĞİN KADINI EŞİTSİZLEŞTİRİCİ VARLIĞI GİDEREK DAHA DAYANILMAZ BİR HAL ALIYOR
– Aile içi şiddet, cinayet, aşk, kültür çatışması, romanda her şey var. Özellikle dikkat çekmek istediğiniz bir konu, vermek istediğiniz bir mesaj var diyebilir miyiz?
Hanne her şeyden önce pek çoğumuzun hayatından izler bulabileceği sancılı ve fırtınalı bir dönüşüm hikâyesi. Dolayısıyla tek bir derdi yok bu kitabın, inanın pek çok derdi var. Hanne insanlara, insanlığa bir şey söylüyor. “Kendinle yüzleş! Kendine gel!” diyor. Hayatını sorgula. Ne durumda olduğunu ve aslında ne olmak istediğini düşün. Aslında iç gıdıklayan kısıtlı konfor alanını terk etme zahmetine katlan ve gerçek konforunu bul. Yoksa kaybolacaksın. Sahte ve yapay mutluluk illüzyonlarına kanarsan sen de sahte ve yapay olacaksın. İnsanları karşıma almak istiyorum, onları sarsmak istiyorum, kendilerine getirmek istiyorum.
– Peki, siz Hanne’yi nasıl tanımlıyorsunuz?
Olay örgüsünden ziyade duygu örgüsü yoğun bir metin Hanne. Karakter kendinden yola çıkarak her bir bireyin birbirinin aynısı olup birbirine yaklaşırken, kendine yabancılaşması üzerinde duruyor. Hanne kendine yabancılaşma sürecinde ürettiği alt benliğinin, kendiliğini kendine ispat etme güdüsüyle şekillendiğini bize haykırıyor. “Köklerime, aslıma dönmek istiyorum”. Hanne aslında kimliksizleşmiş insanlığın Hanne özelinde kendine bir başkaldırısı olarak nitelendirilebilir.
– Sormadan geçemeyeceğim. Kadına yönelik şiddet dinmek bilmiyor. Şimdi siz de böylesine kapsamlı ve gerçek bir hayat hikâyesi yazmışken bu konuda düşüncelerinizi paylaşmanızı rica edeceğim. Bu konuda daha çok erkeklerin konuşuyor olması hakkında ne düşünüyorsunuz diye de eklemek isterim…
İnsanlık tarihi ile paralel olan şiddet olgusu hep vardı, hep de var olacak… Şiddet oranları da gitgide daha da çeşitleniyor ve artıyor. Devlet şiddeti, savaş, bireysel şiddet, fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, sosyal şiddet, sözel şiddet, cinsel şiddet, aile içi şiddet, ensest, soykırım, kadına yönelik şiddet gibi. Tıpkı diğer şiddet türlerinde olduğu gibi kadına şiddet olgusu da hayatımızın hemen her diliminde karşımıza çıkıyor. Şiddet dediğimiz şey, güç mücadelelerinin yapılandığı ve bu mücadelelerce yapılandırılan dinamik yapılar. Pek çok alanda örneğin eğitim alanında, ailede, din alanında, ekonomi ya da bilim alanında ve bunun gibi sonsuz çeşitlilikte alanlarda şiddete şahit oluyoruz. Erkeğin kadın üzerindeki sosyo-kültürel iktidar mücadelesinin bir tezahürü olarak şiddet karşımıza çıkıyor. Erkeğin kendini egemen, bu sebeple de tahakküm etme hakkına sahip çarpık bilinci bana göre kaynak alan gibi görünüyor. Erkek egemen dünyamızda sistemik açıdan tahakküm ve itaat ilişkileri yeniden ve mutasyon geçirerek devam ediyor. Eğitimli ya da eğitimsiz fark etmiyor. Erkek egemen dünyamızda erkeğin kadını eşitsizleştirici varlığı giderek daha dayanılmaz bir hal alıyor! “Hanne” romanımda bu hususlara etkili bir biçimde değiniyorum. Böylece vicdan sahibi her insanın taşıması gereken sorumluluğu bir yazar ve bir insan olarak yerine getirdiğimi düşünüyorum.
– Yazarken Hanne’nin acıları, yaşadıklarının onda bıraktığı travmalar size neler hissettirdi? Bir kadın karakter yazmak sizi ne derece zorluyor ya da nasıl etkiliyor?
Kadın karakterleri yazmak her zaman daha çok ilgimi çekmiştir. Belki bu yüzden romanlarımın çoğunda ana karakterler kadın. Kadını daha gizemli ve daha özel bulduğumdan olabilir. Zorluk çektiğimi düşünmüyorum, sadece iyi gözlem ve duygudaşlık; yaptığım bu.,
BEN BENDEKİ HANNE’Yİ DEĞİL, SİZDEKİ HANNE’Yİ MERAK EDİYORUM
– Şu an Hanne’yi bu kadar yakından tanıdığını bildiğimiz kişi sizsiniz. Hanne’nin nasıl bir karakter olduğunu yazarından dinleyebilir miyiz? Başka bir ailesi olsa Hanne nasıl biri olurdu?
Hanne’yi tanımlamak için kelime bulmakta zorlanıyorum. Düşünceler ve diyaloglar bize karakterler hakkında ihtiyaç duyduğumuz bilgileri aktarma gücüne sahipler. Hanne karakterinin kim olduğunu ne yapmak istediğini, nereye gittiğini, daha öncesinde yaşadıklarını, nasıl bir sosyo-kültürden geldiğini ve nasıl bir sosyo-kültür içine dâhil edildiğini, statü algısını, bilindik kimliği ile yeni fark ettiği içindeki kimliğin arasındaki o eşsiz gerilimi yaşadığı acıları anlatabilirim. Böylece Hanne karakterini size anlatmış olurum. Ama istediğim bu değil ki. Ben bendeki Hanne’yi değil, sizdeki Hanne’yi merak ediyorum.
– Ya kocası Herbert?
Bir Alman. Hanne’ye aşık mı, yoksa Hanne onun alışkanlığı mı? Buna siz karar verin.
– Peki, yaşanan bu acılarda çözüm neredeydi sizce Bahadır Bey? Hanne’nin bu yaşadıklarını yaşamaması için en başında ne olması gerekiyordu?
Merhamet…
– Arka kapakta bir var oluş sancısından söz ediyorsunuz. Hepimiz bir şekilde bu sancıdan geçip hayattaki yerimizi mi buluyoruz?
Bütün mesele bu. Büyük bir arayış içindeyiz hepimiz. Aynaya baktığımızda gördüğümüz çehreye ne kadar objektif bakarsak, o kadar yol alabiliriz sanırım.
– İnsanın asla geçmişi unutmadığını da vurguluyorsunuz. Siz o sancılı süreci ne zaman ya da ne şekilde tamamladınız ve bu yazılarınıza nasıl yansıdı?
Bu süreç devam ediyor. Aynaya baktığımda daha objektif davranıyorum, bu bile büyük bir olay. Kendimi övmek yerine erdemimi gizlemeyi tercih ediyorum diyebilirim. Kriz, müdahale ve çözüm, yaş aldıkça ve en önemlisi yazdıkça bunu daha kolay başardığıma şahit oluyorum.
MESNEVİ, HANNE’Yİ TEDAVİ EDEN İLAÇLARDAN BİR TANESİ
– Romanda Mesnevi’ye de vurgu yapıyorsunuz. Bu konuda ne söylersiniz?
Mesnevi, Hanne’yi tedavi eden ilaçlardan bir tanesi. Aslında bir kapı açıyor ona. Tedavinin geri kalanını devam ettirmek Hanne’nin elinde. Tek başına hiçbir şey çözüm olamaz. İnsanın gayreti bu noktada önemli. Ben Mesnevi’yi veya başka bir şeyi okudum dertlerimden kurtuldum ve kurtulmadım, diye bir şey yok. Bu eserler bize yol gösterici pozisyonda. Bize doğru yolu gösteriyorlar.
– Tasavvuf, Hanne’ye de iyi geldi demek…
Hanne çok güçlü bir kadın aslında. Başka birisi olsaydı bu acılara ve travmalara dayanamazdı diye düşünüyorum. Aslında madden varlıklı, hali vakti yerinde bir hayatı var. Elinin tersiyle bu hayatı reddediyor hakikate ulaşmak için. Çoğu insan yapamaz bunu. Yapamadığı için de bu dünya bu halde değil mi? Tasavvuf ister istemez bütün inananların bir yerinden dâhil olduğu bir yol, bir nefestir. Gösterdiği yolda gidenler, uğraşanlar şifa bulur ruhlarına, ama zordur bu yoldan sapmadan devam edebilmek. Hanne bakalım bu yola çıkacak mı?
– Peki, sırada ne var? Bundan sonraki projeleriniz nedir?
Sırada ne mi var? Vooooovvv bunu kendime bile söylemekten korkuyorum.
Damla Karakuş: Teşekkür ederim Bahadır Bey.
Bahadır Yenişehirlioğlu: Ben teşekkür ederim.
Korktuklarınızı merakla bekliyoruz Bahadır hocam hanne benden çok izler taşıyor ama sanırım ben o kadar güçlü degilim