Belçikalı yazar Georges Simenon, 1903’de bugün dünyaya gelmişti. Ucundan köşesinden yazma işlerine girişmişlere dehşet verecek bir verimlilikte yazmıştı, eskilerin velut yazar dediklerindendi: gazetecilik mesleğinde yayınladıkları hariç, 450’den fazla eser vermişti. Yetmedi: Sadece 1923 ile 1933 arasında, on yıllık süreçte, 200 roman, binli sayılarla ölçülen hikâye ve ölçüye bile gelemeyen makale kaleme aldığı söyleniyor.
Grafomanlık denecek kadar çok yazanlar var elbette, şaşılası olan, Simenon’un yine de belli bir estetik düzeyin altına hiç inmemesiydi. Üstelik edebiyatın pek çok dalında eser vermesine, hatta gündelik basında da yazmasına karşın, hep çok ama iyi yazmıştı.
Hiç aritmetik ortalamalarla uğraşmayın, Simenon’un günde 60 – 80 sayfa ortalamayla yazdığı hesaplanmış. İnsanına aklına geliyor: Ya biraz yavaşlasa, kalem işçiliğine özense, kim bilir nasıl bir düzeye çıkardı? Bu kışkırtıcı sorunun yanıtı asla öğrenemeyeceğiz, nedir, hızlı yazmasa daha iyi yazacağından emin miyiz? Yazma süreciyle ilgili kimi ezberlerimiz var, Simenon bunların da sorgulanabilir olduklarına en güzel örnektir.
Alametifarikası polisiye romandı, özellikle Maigret karakteriyle ünlenmişti. 1929’da icat ettiği karakterin ilk macerası 1931’de yayınlanmıştı. Maigret Paris’te yaşayan, sakinliği ağırkanlılığa varan bir polis müfettişiydi. Bir yanıyla huysuzlukları olan ama diğer yandan suçlulara bile anlayışla yaklaşan bir polisti. Henüz empati kurmak deyimi paspas olmamışken, başkalarının dertlerine duyarlıydı.
Maigret sinema ve televizyona da pek çok kez uyarlandı. Ünlü oyuncular onu canlandırdı ama Maigret ile özdeşleşen Jean Gabin oldu. Gabin, Simenon’u da andırıyordu, iri gövdesiyle müfettişin gövdesine tam oturmuştu. İkisini yan yana gördüğünüzde, ilk anda kimin yazar kimin müfettiş olduğunu anlamak güçtü.
Maigret, şehirde ya da taşrada, daima sıradan mekânlarda sıradan insanlarla maceralar yaşadı. Sanki suçluların peşinde koşmadı, gündelik yaşamı anlamaya çalışan bir bilge gibi dolandı. Simenon’un Maigret’ye yaşattıkları, ABD polisiyelerinden aşina olduğumuz kaçıp kovalamacalar, kana bulanmış hikâyeler olmadı. Polisiyenin her gün rastlayabileceğimiz insanların bize tanıdık gelen dünyasında da yaşanabileceğini biz ondan öğrendik.
Simenon’un Türkçedeki şansı çevirmenlerinden yanaydı: Bilge Karasu, Erhan Bener, Tahsin Yücel, Oktay Rifat, daha sonraki kuşaktan Sosi Dolanoğlu… Nedir, bir çeviri diğerlerine kıyasla ayrıksıdır: Sait Faik’in çevirdiği Yaşamak Hırsı. Sait Faik’in ender çevirilerinden biri olan bu küçük roman, sanrılar içindeki bir adamın polisten kaçışını konu alır. İlgiye değer olan şu ki, Sait Faik kendi dilini kullanmaz, nedendir bilinmez, hikâyelerinde hiç rastlamadığımız ağdalı bir dille çeviriyi yapar. Bitirirken büyük hikâyecimize de bir selam olsun.
Yazan: Yekta Majiskül
İlk yorum yapan siz olun