Rainer Maria Rilke, 1875’de bugün doğmuştu. Alman dilinin en büyük şairlerindendi, dünya şiirine yön vermiş sayılı büyük ustalardan da biridir. Başta öyküleri olmak üzere, denemeleri ve mektuplarıyla da çağını etkilemişti, etkilemeyi günümüzde de sürdürüyor. Yanı sıra alışılmadık bir kişiliğe sahipti: ününün doruğundayken bile kalabalıklardan kaçıp gitmeleri, kadınlarla kurduğu çok yönlü ilişkiler, nerdeyse derviş denecek halleriyle neni şahsına münhasırdı.
Doğanın ve evrenin ardında eğer büyük bir sır gizliyse, bunu bulmaya en çok yaklaşan şair herhalde Rilke’ydi – bilemiyoruz, belki bulmuştur da anlatmasına sözcükler elvermemiştir. Anlatılamaz olanı sezer, şiiriyle sezdirmeyi başarabilirdi.
Kalabalıktan kaçma dedim ya, doğduğu şehir Prag ilk terk ettiklerinden oldu. Avrupa şehirlerinin görece taşradaki güzel kuzini Prag’ı bile tam sevmedi, ilk şiirleriyle şehrin atmosferini en iyi yansıtanlardan biri olmasına karşın hem de. Münih, Paris ve diğer büyük şehirlerde de uzun boylu yaşayamadı. Çünkü şehirler kalabalıktı, evreni dinlemekten onu alıkoyuyorlardı. Bu nedenle ömrünün çoğunu ya yolculuk ederek ya da kıyıda köşede kalmış şatolarda ikamet ederek yaşadı. Melekler ve hayaletlerle sohbet edeceği yalnızlığı seçti.
Yalnızlık insanı korkutur mu? Her insanı değil. Nedir, Rilke’de bir korku duygusu hep vardır. Belki sadece yalnızlıktan değil, her şeyden korkar çünkü her şeyi hissetmeye çalışır. Çelişkili görünse de, bu yüzden inzivayı seçer, sık sık “kaybolur”.
Çelişki demişken, Rilke gibi sanatçılarda çelişki daima göz önündedir. Bu denli duyarlı bir şairin ün kazandığı eseri Sancaktar, ülkemizde de çok sevilen kitabı, bir yanıyla savaşı yücelten bir uzun şiirdir: 1. Dünya Savaşı siperlerinde kutsal kitap gibi asker heybelerinde taşınmıştır. Ama deha böyle bir şey değil midir, başkasında göze batacak kusurlar dâhinin çetelesine farklılık olarak yazılıp yüceltilir!
Yine de, hissetmek üzerine bu kadar sözden sonra, Rilke’nin şiirini duygulardan ibaret sanmayın. Kendisi de, “Şiirler duygular değil deneyimlerdir,” demişti. Bildiğimiz anlamda duygulardan çok nesnelerle ilgilidir Rilke. Çünkü şiirine plastik sanatlardan bir çizgi çekmeyi başarmıştır. Heykeltıraş Rodin’le birlikte çalışmış, onun heykel sanatından etkilenmiştir. Mektuplarından öğrendiğimize göre, başta Cezanné olmak üzere izlenimci ressamları da derinliğine incelemiştir. Şiir sanatındaki yol açıcılığı da burada belirir. Rilke, heykeltıraş-ressam ustalardan feyz alarak nesneleri içlerindeki ruhla birlikte kavramanın peşine düşmüştür.
Geçerken: Prag’ı anlatan ilk dönem şiirlerinde renkleri nasıl betimlediği ile plastik sanatlar ilgisini birlikte düşünmek zihin açıcı olabilir.
Yoksa Rilke şiiri biçim anlamında yenilikçi değildir. Klasik tarzda yazar Rilke, bildiğiniz uyaklı bir şiirdir onunki. Sesler ve uyakların yarattığı müzikle, nerdeyse antik bir ayinin tınısını yakalamayı başarır. Başyapıtlarından Duino Ağıtları’nda uyaktan vazgeçmiş ama antik destanlardan kalan ritimleri kullanmıştır. Düzyazılarını okursanız, onlarda da şiirsi ritimlerin nasıl yoğun kullanıldığına tanık olursunuz.
Bu seslerden söz etmişken Rilke çevirileri üzerine de birkaç şey eklemeli. Rilke şiirini anlam olarak çevirmek, kolay okunur bir şiire dönüştürmek, onun tüm şairliğini reddetmek anlamına gelecektir. Rilke’nin şiirleri mutlaka sesler ve uyaklar korunarak çevrilmelidir. Bu koşulu gözeterek yapılmış Türkçedeki tek Rilke çevirisi Yüksel Pazarkaya’nın iki ciltlik çevirisidir. Kendisi de deneyimli bir şair olan ve uzun yıllardır Almanya’da yaşayan Pazarkaya, iki dile de hâkim olmanın getirisiyle Rilke’nin sesine en yakın çeviriyi dilimize kazandırmıştır.
Rilke’nin Almanca toplu şiirlerini bütünlüklü olarak basan Cem Yayınevi, şu sıralarda büyük şair anısına tematik bir 2021 cep ajandasını da bize sundu. Şiir ve düzyazılarından alıntıların yanı sıra Rilke üzerine küçük notlar ve yaşamöyküsel bilgiler de içeren bu ajanda şairi tanımak için iyi bir fırsat sunuyor.
İlk yorum yapan siz olun