Ünlü Fransız yazar Jules Verne 1905’de bugün ölmüştü. Ünlü sıfatını gerçekten hak ediyordu, hâlâ ünlüdür: UNESCO verilerine göre, Agatha Christie ve William Shakespeare ile birlikte en fazla dile çevrilen yazarlardan biridir, çevrilmesi yanında hemen her zaman en çok satılan ilk on yazar arasında kalmıştır.
Yaşamına dair çok efsane var: Çocuk yaşında evden kaçıp uzak deniz gemilerine tayfa yazılması gibi. Derler ki, kendisini bulup eve getiren babasına, bundan sonra sadece hayalinde yolculuk edeceği sözünü vermiş. Peki, hayalperest miydi? Pek değil: Eserlerinin telifiyle zenginleşene dek, kayınbiraderiyle birlikte borsa brokerliği yapmıştı. Yaşamın gerçeklerinden hiç kaçmadı – hayal gücüne yaslanır dediğiniz eserleri bile fantastikle matematik kesinlik arasında kararsızdır, dizginsiz hayal gücüne kendini teslim edemez.
Yazı zanaatkârıdır, çünkü her türde yazarak başladı: tiyatro oyunu, operet, gazete makaleleri… Yazmaya başladığı andan itibaren Poe hayranıydı. Poe çizgisi üzerinde yürüyüp gerçeküstücülere bağlanmayan olabilir mi, Verne’i de bu çizgiye yerleştirmek mümkündür. Poe ile ilişkisi sadece etkilenme, usta belleme değildir, Arthur Gordon Pym romanına davam sayılabilecek Buzlar Sfenksi’ni yazdı – tıpkı Lovecraft gibi o da Poe’nun tilmiziydi.
Kitap kurduydu, hatta İtalyanların deyimiyle “kütüphane faresi”: Gençliğini Paris halk kütüphanelerinde bilimsel kitapları okuyarak geçirdi. Özellikle bilimsel yayınları hatmetti, bu birikim sayesinde ilk romanı Balonla Beş Hafta’yı yazdı.
Onu keşfeden, yönlendiren yayıncı Hetzel’dir. Yönlendiren derken, sadece neyi değil, nasıl yazması gerektiğini de belirleyen bir yayıncıdır – günümüz anlamında editördür Hetzel. Romanlarının üstbaşlığı Olağanüstü Yolculuklar’ı bulan da Hetzel’dir. Hetzel’le imzaladığı anlaşma sayesinde düzenli yazmış, iyi satmış, çok kazanmıştır. Türkçeye çevrilmeyenleri de eklediğimizde, rahatlıkla velut yazar olduğunu söyleyebiliriz.
Popüler romancının trajedisini Verne de yaşamıştır: İyi yazar olmaktan daha zoru, okur (müşteri mi demeli?) ama daha çok yayıncı gözünde muteber kalmaktır. Hetzel, Verne’in her yazdığını basmıyordu. Karamsar olduğu gerekçesiyle basmayı reddettiği 20. Yüzyılda Paris kitabı 130 yıl sonra basılabildi, talihin sevimli bir rastlantısıyla: Verne’in torunu kayıp sanılan elyazmalarını bir çekmecede keşfetti. İnsan, bulunamayan ya da yazılmadan kalmış başka kitaplar var mıdır, diye düşünmeden edemiyor.
Ne yazık ki, eserlerinin özgünlüğü ve bütünlüğü tartışmalıdır. Fransızcada gençler, hatta çocuklar için özetlenen baskıları, özgün baskılardan çoktur. Yabancı dile her çeviride basitleştirmeler yapılmıştır. Yetmedi, oğlu Michel Verne’in babasının hatırasına saygısı büyüktür: Kitapların beğenmediği yerlerinde kimi ufak kimi büyük redaksiyon yapmıştır! Verne’nin sahih baskıları ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında Jules Verne Derneği tarafından gerçekleştirildi.
Gelelim asıl soruya: Jules Verne, bilimkurgunun babalarından mıdır, yoksa kendi deyimiyle “fenni” yani bilimsel roman mı yazmıştır? Günün bilimsel gelişmelerini, tartışmalarını yakından izlerdi. Dolayısıyla bir karşılıklı ilham söz konusudur: Verne’de teknoloji ve edebiyat birbirlerini besler. Yapıtında önemli olan ne kurgu ne fantezi, daima bilgidir. Bu nedenle, bilimkurgu konusunda kurucudan çok haberci denebilir.
Kullandığı üstbaşlığın altbaşlığı manidardır: Bilinen ve Bilinmeyen Dünyalara Yolculuklar. Başyapıtlarının formülü bu altbaşlıkta gizlidir. Bilinen dünya içinde keşfedilmeden kalmış köşeleri konu almak; bu arada var olan makineleri ve aletleri kullanmak. Ama onlara çağının ötesinde işlevler kazandırmak! Bu formülden uzaklaştıkça, fantastiğe yaklaştıkça, kitapları hep daha az okunmuştur, çünkü orada yabancı arazidedir.
İnatçı Keraban Ağa adlı romanı ülkemiz sınırları içinde geçer. Kendi yatını inşa ettirip uzun deniz yolculukları yaptığı yaşlılık çağında, İstanbul’a dek gelmiş midir, yaşamöyküsünü yazanlar gelmediğini söylüyor. Ama çevirileri çok erken geldi: 1875’de dilimizde ilk çevirisi yapıldı. Geçerken, ömrünü Jules Verne çevirilerine adayan Ferit Namık Hansoy’u analım – Kafka-Kamuran Şipal ya da Knut Hamsun-Behçet Necatigil misali bir özdeşlemedir onun çevirileri.
İlk yorum yapan siz olun