-Bize kendinizden bahseder misiniz?
Sanat tarihçisi ve öğretim görevlisiyim. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerimi sanat tarihi alanında aldım. Hem akademik ve bilimsel çalışmalarda hem de sanatın üretildiği, düşünüldüğü ve paylaşıldığı yer olan atölyelerde bir arada olarak sanat ve hayat diyalektiğine önem vermekteyim. Yazarak kendimi ifade etmeyi, sözcüklerle oynamayı ve çocukluğumdan beri ziyaret etme deneyimi kazandığım ören yerlerini tecrübe etmeyi ve ardından düşler kurmayı seven bir kişiyim. İlerlediğim alan olan sanat tarihini, dünyayı daha iyi anlamak, daha kapsayıcı bir birey olmak, tüm canlıların ortak yaşamını savunmak ve görünmeyen kesimleri görünür kılmak için ayrı bir bakışla içselleştirme yolculuğundayım.
-Sanat tarihinin hangi dönemi veya hareketi sizin için en ilgi çekici?
Lise dönemlerimde ders olarak aldığım sanat tarihinde ilk başlarda Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının sanatsal ve kültürel çalışmaları beni kendine çekmişti. Daha sonrasında yine Lise yıllarıma denk gelen ve Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan Picasso, Dali ve Miro sergileriyle birlikte modern sanat akımlarını ve sanatçılarını keşfetmemle beraber 20. yüzyılın sanatına, tarihine, felsefesine ve edebiyatına daha çok ilgi göstermeme ve önce modern sanatta, sonrasında da çağdaş sanatta yoğunlaşmam başladı.
-Bir sanat eserini değerlendirirken en çok hangi faktörlere dikkat ediyorsunuz?
Gustave Courbet ile başlayan realizm akımını öncelikle önemli buluyorum. Çünkü Courbet’nin resimleri ve Proudhon’un da düşüncesiyle birlikte Batı sanatı tarihinde yüzyıllardır devam eden sanatın yüceleştirilmesi, ya dini ya da yönetici sınıftan kişilerin çoğunlukla betimlenmesi gibi ayrıcalıklı kişilere odaklanan çalışmalarda bir değişim ve dönüşüm yaşandı. Bu da sanatı daha çok sosyopolitik, sosyokültürel ve sosyoekonomik bir çerçevede yorumlamamıza olanak sağladı. Böylelikle sanatın devam ettiği yol aynılaşmadan çıkıp yeni bir patika açarak konu çeşitliliğini artırdı, sanatı duyumsamak isteyen kişilere salt bir manzara veya portre geleneğinden çıkartıp kavramsal olarak alımlatan bir noktaya doğru genişlemiş oldu.
-Sanat tarihinin günümüz sanat dünyasına nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Güncel sanatın beslendiği kaynaklara baktığımızda antik dönemlerden Rönesans’a, modern sanat akımlarından çağdaş sanat hareketlerine kadar geniş bir yelpazeye baktığını ve değerlendirdiğini görmekteyiz. Yanı sıra güncel sanat ya da daha başka bir tanımlamayla postmodern sanat, kendinden önceki dönemlerin idealize ettiği sanatla, hayatla, tabiatla ve edebiyatla da uğraşarak aslında yaşamın pürüzlü olduğunu göstermeyi tercih eder. Daha çok eleştirel ve sorgulayıcı bir çizgiyi önemser.
-Günümüzde sanat eğitiminde ne gibi değişikliklerin gerekli olduğunu düşünüyorsunuz?
Günümüz sanatı yeni gelişen, değişen, dönüşen ve atılım yapan pek çok konudan yararlandığı için farklı eğilimlere açık olan eğitimcilerle, avangart sanat eleştirmenleriyle, herhangi bir konuya odaklanarak ilerlemeyi önemseyen koleksiyonerlerle ve yeni bilgi havuzları oluşturmaya alan açacak üniversitelerle topyekûn bir şekilde hareket etmeye gereksinimi olduğunu düşünüyorum.
-Sizin için bir sanat eserinin “önemli” olmasını sağlayan nedir?
Benim için bir sanat eserinde önemli olan konuları George Ritzer’ın Toplumun McDonaldlaştırılması adlı kitabının başlığından yola çıkarak anlatmak iyi olacak. Zira hızla aynılaştırılan, farklılıkları yok sayan, çeşitliliğe ket vuran ve benzerleşmenin önünü açan tüm politikalara karşı olarak izleyenleri daha aktivist, daha kavramsal, daha sorgulayıcı, daha eleştirel ve daha insan-hayvan-doğa haklarına karşı duyarlı bir çerçevede yeni bir pencere açarak düşünmeye sevk etmesi önemlidir.
-Günümüz dünyasında sanat eleştirisinin işlevi nedir? Kamuoyunun sanat anlayışını geliştiriyor mu, yoksa izleyiciyi yabancılaştırma riskini mi taşıyor?
Günümüzde yalnızca sanat ortamında değil her alanda doğru ve yapıcı bir eleştiriye gereksinim duyduğumuzu düşünüyorum. Düşüncelerini onaylatanlardan, görüşlerinin sadece beğenilmesini isteyenlerden ve başka fikirleri sadece usulen dinleyip yine bildiğini okuyanlardan toplum olarak yorulmuş durumdayız. Liyakatı olan ve alanında uzman kişilerden herhangi bir konuda bir görüş dahi almak, yazan, çizen, üreten ve düşünen bireylerde bambaşka kapıları açabilir ve aradığı esin kaynağını bir anda kapısının önünde bularak düşlerini ve düşüncelerini geliştirmesine olanak sağlayabilir. Kamuoyunun sanat anlayışı konusuna gelirsek, sanatın herkes için olduğu ilkesinden yola çıktığımızda sanat eleştirisini de herkesin anlayabileceği bir üslupla yazılmasını ve yeri geldiğinde de genel okuyucu için anlaşılması bazı durumlarda güç olan felsefi kavramları doğru örneklerle daha anlaşılır kılmayı tercih ederek tüm sanat paydaşlarını yakalamayı benimseyen bir dili konuşmalarının bu riskleri azaltacağı görüşündeyim.
-Sanat tarihinde, izleyicileri veya eleştirmenleri şok eden ve büyük tartışmalara yol açan eserler veya sanatçılar hangileridir?
Bu soruda hakkımı bir modern bir de postmodern dönemden örnekle kullanacağım. İkisi de son derece bilinen örnekler. İlki Marcel Duchamp’ın bir pisuvarı çeşme olarak nitelendirerek değersiz olan bir nesneyi değerli hale getirmesi, yüzyıllardır retinal alana sıkışan sanat tarihini kavramsal sanata açımlanmasıyla ilgili işidir. İdealize edilen, yüceleştirilen sanat yapıtı tanımıyla bir kez daha uğraşan bir sanatçı daha var. Onun da ismi Maurizio Cattelan. İtalyan sanatçının yaptığı komedyen başlıklı iş, bir manavdan alınan bir adet muz, bir adet koli bandı ve bir adet duvar gibi sıradan nesnelerle adeta sıradan olanın başkalaşımı meselesine ayna tutmuş, David Datuna adlı sanatçının aç sanatçı isimli performansı sırasında bahsi geçen muz yenilerek yok edilmiş, daha sonrasında Cattelan’ın eserini sergileyen galerinin sahibi Emmanuel Perrotin de bu olay için “eserin fizikselliğinden ziyade fikirselliği önemli” diyerek önemli olanın fikir ortaya atmak olduğunu anımsatarak çağdaş sanatın şiarını vurgulamıştı.
-İlgi çekmek için kültürel mirasımız olan sanat eserlerine zarar veren aktivistler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu konu elbette oldukça hassas. Konuya şöyle girmek isterim. Medyanın aynı arşiv gibi neyi sakladığı, neyi gösterdiği, neyi servis ettiği ve neyi ne zaman çıkardığı çok önemli. Yani, medyanın manipülatif olma durumu üzerinde durmak istiyorum. Çevremizde büyük savaşların, kıyımların, doğal afetlerin ve hak kayıplarının olduğu bir ortamda sanat mı, hayat mı sorusunu tekrar tekrar düşünmek gerekiyor. Diğer taraftan aktivistlerin gündemin yoğunluğunun içinde bir nebze de olsa bu gerçek sorunlara gözlerin çevrilmesini sağlamaları ve bunu yaparken sanat yapıtlarına kalıcı zararlar vermeden eylemler yaptıklarını düşünmek de bir başka gerçeklik hali.
–Sizce koleksiyonerlerin çoğu sanat eserleri konusunda yeterli derecede bilinçli mi?
Sanattan önce ülkemizde aslında sosyal bilimlere verilmeyen önemden söz etmek isterim. Lise döneminde “hiçbir şey yapamayanı sosyale gönderelim” olarak özetleyebileceğimiz zihniyet nedeniyle felsefi derinlikten ve edebi dilden yoksun, sanatsal bakıştan ve kültürel birikimden de uzak kalan bir gençlik ortaya çıkıyor. Bu da üniversite döneminde bir şekilde tanışılan, iş yaşamında da sonradan edinilen sanatsal bilgilerle yeni yeni kapatılmaya çabalanıyor, tekil gayretlerle bir kök bulmak için çabalanıyor. Ancak kişinin aynı kendisini bulması gibi sanat da bir yolculuk. Olgun bir yaş döneminde sanatsal emeklemeler ne kadar bu konuya emek harcansa da doğru sonuçları beraberinde getiremiyor. Çünkü hızlı bir şekilde sanata intibak etme ağır basıyor, bu da sürecin kıymetini maskeliyor ve ardından “sil baştan başlamak gerek bazen” nakaratı gibi sanat yapıtları için ayrılan onca zamanın ve paranın tekrar hesaplanmasına yol açıyor. Bu konu sanatın tüm paydaşları için geçerli bir durum. Kök olmadan filizlenmek, yeşermek ve ardından beslemek çok olası değil.
İlk yorum yapan siz olun