Asla tanışamadığınız için hayatını bir sır olarak gördüğünüz ve kişisel hayatınızda takıntıya varacak boyutlarda merak ettiğiniz isimler vardır. Hekimlikten psikiyatristliğe, akademisyenlikten yazarlığa hayatını geniş bir yelpazede kuran ve hepsinin ortak noktasını insana dair sorduğu sorularla oluşturan Engin Geçtan birçoğumuz için böyle biriydi. Bugün hala, özellikle psikoloji üzerine okumalar yapanlar ve bunu yerli bir ‘’hoca’’nın kaleminden de okumak isteyenlerin iyi bildiği bir isim onunki. 2016 ile 2018 aralığında Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanlığı’nı yapmış olan Timuçin Oral’ın, Engin Hoca’nın ardından söyledikleri dahi onun ne kadar geniş bir alana tesir ettiğini gösterir nitelikte:
“Engin Hoca sadece Türk psikiyatrisini değil, dünya psikiyatrisinin de kendi kuşağında sayılı isimlerindendi. Yazdığı kitaplarla, öğretileriyle, öğrencileriyle dünyaya çok şey kattı. Son anına kadar bunları yapmaya devam etti. Her ölüm erken ölümdür. Engin Hoca güle oynaya, hakkını vererek yaşadı ve öylede veda etti. Allah rahmet eylesin.’’
Sonu başta vermemi bir kenara bırakırsak; 12 Ocak 1932’de İzmir’de dünyaya gelen Engin Geçtan’ın insanı anlamamıza dair verdiği çabaya, bu çabanın kitaplara dönüştüğü sürece de yavaş yavaş geçebiliriz. Akademinin kapılarını aralayacağı üniversite hayatından önceki tüm eğitim hayatını İzmir’de geçiren Engin Hoca lisenin ardından İstanbul Üniversitesi’ne adımını atar. Türkiye’nin akademik tarihi noktasında birçok fakültesiyle ayrıcalıklı bir yere sahip olan İstanbul Üniversitesi, Engin Geçtan’ın da 1956’da Tıp Fakültesi’nden mezun olmasıyla verdiği önemli mezunlarına bir yenisini ekler. Kendisinin edebiyata olan tutkusu ve bu tutkuyu romanlara dönüştürmesinde belki büyük edebiyatçılarımızı mezun eden İstanbul Üniversitesi’nin de etkisi vardır, kim bilir?
Tamam, fazla fantastik cümleler kurmadan bu yazıyı nihayetlendirme derdindeyim. Lisans eğitiminin ardından eğitimini Amerika’da sürdüren psikiyatrist New York ve Columbia Üniversite’sinde 5 yıl uzmanlık eğitimi alır. Psikoloji ve nöroloji alanlarında aldığı bu uzmanlık eğitimi sayesinde ruh gelişimimiz kadar beynimizin nasıl işlediğini de eşzamanlı olarak öğrenmeye, bilgilerini geliştirmeye başlar. Amerika’yı Amerika yapanın üniversitelerindeki kütüphaneler olduğunu bilenler, Engin Hoca’nın Amerikan üniversitelerinde aldığı eğitimin de ona neler kattığını biraz öngörebilir sanırım. Geçtan ayrıca eğitim gördüğü bu Amerikan üniversiteleriyle bağlantılı bir şekilde genel psikiyatri, dinamik psikiyatri, nöroloji ve çocuk psikiyatrisi dallarında da uzmanlık eğitimi alır.
1956 ile 1961 arasındaki beş yıllık Amerika serüveninin ardından yurda dönen yazar, 1968 ile 1986 yılları arasında Ankara ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde hocalık yapar. Profesörlüğünü elde ettiğinde yıl 1974/75’tir. Henüz kırklı yaşlarının başında olmasına rağmen profesörlüğe yükselmeyi başaran Engin Geçtan aynı yıl Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar adlı ilk kitabını da yayımlar. Akademik çevreler başta olmak üzere dinamik psikiyatriye ilgi duyan geniş bir kesim için başucu kitabı halini alan kitap alanın temel kavramları üzerine eğilir ve bunları psikiyatri tarihi zemininde anlatır. 1980’lerin ikinci yarısından sonra Boğaziçi ve Marmara Üniversitesi’nde de dersler vermeye başlayan akademisyen, akademik hayatının yanı sıra psikoterapist olarak da çalışmalarını sürdürmüştür. 1980’de Psikanaliz ve Sonrası adını taşıyan ikinci kitabı da, akademik kariyerinin izlerini taşır ve Freud’un yanı sıra Adler, Jung, Sullivan gibi isimlerden de faydalanıldığı görülür.
Artık profesörlüğünü çoktan ilan etmiş olan akademisyen, beri yandan akademik sınırların etkisiyle yazdığını söylediği bu iki kitabının ardından, defalarca baskı yapan üçüncü kitabına da yönelir: İnsan Olmak.
Yazarın 1983’te yayımlanan ve en meşhur kitaplarından biri olan İnsan Olmak arka kapağında şu cümlelere sahiptir: ‘’… Engin Geçtan insan olmanın ikilemini şöyle anlatır: ‘Çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.’ ” Ekim 2019’da on sekizinci baskısına ulaşan kitapla beraber Engin Hoca akademinin çizdiği hudutları da aşmaya başlamıştır artık. Bunu kitabın girişinde yazdığı cümlelerden öğrenebiliriz:
İnsan Olmak’tan önce yazdığım iki kitap akademik dünyanın kalıplarına ve beklentilerine uygun tarzda yazılmışlardı. O zamanlar şartlanmalarımdan ötürü ya da henüz hazır olmadığımdan kalıpları izlemem gerektiği şeklinde bir çerçevede sıkışıp kalmış olduğumu çok sonraları fark edecektim. Sigmund Freud’un psikiyatriye ya da Margaret Mead’in antropolojiye yaptıkları klasikleşmiş katkıların akademik kalıplara uymamaları sonucu gerçekleştirilmiş olduğunu bilmeme rağmen. Kalıpları kırmanın ürkütücü de olsa insana hayatiyet katan bir yanı vardır, bilirsiniz.
Galiba biliriz ya da hiç değilse bilmeye çalışmaya, bilmeyi sürdürmeye devam ediyoruz. İnsanlardan Korkmak, Öfke ve Düşmanlık, Sorumluluktan Kaçış, Kendini Yaşamak gibi başlıklar altında yazılan kitap insan olmanın neliğine dair sarsıcı bilgileriyle 1983’ten bu yana hayatımıza ışık katmaya devam ediyor. İnsan Olmak’la beraber ilk sınır aşılmıştır bir kere. En zorunun ilk adım olduğundan hareketle, Engin Hoca artık roman ve senaryo çalışmalarına da girmeye başlamıştır. Böylece insana dair öğrendiklerini, bildiklerini, ortaya attığı soruları edebiyat çatısı altında ortaya koymaya başlayacaktır. İlk baskısını 1993’te gören Kırmızı Kitap’la başlayan roman macerası 2012’de basılan Mesela Saat Onda’ya gelene kadar gelişecek, büyüyecek ve yazar 9 romana sahip olacaktır.
Şahsen okuyup oldukça sevdiğim ve ‘’tren’’ metaforuyla etki gücünü daha da arttıran Tren romanının tanıtım bültenini aktaralım:
“İnsanlık tarihi boyunca yaşamış ve artık hayatta olmayan herkes trenin dışındaydı, mağara adamından çağdaş görünümlülere kadar. Çoğu ileri yaştaydı, daha az sayıda da olsa çocuklar vardı aralarında. Hayatta iken kendilerine özgü renkleri, ifadeleri, titreşimleri olmuş olmalı, şimdi ise küçüğüyle yaşlısıyla hepsi birbirinin aynı gibi. Göz göze gelmiyor, birbirleriyle konuşmuyorlar, yolculuğun başlangıcında bizim halimiz gibi.”
Engin Geçtan, ister romanlarına ister psikiyatri kitaplarına ister denemelerine bakınız bize insanı daha iyi anlamamız için sarsıcı, hakikate daha da yaklaşan, etki gücü yüksek yerleri işaret eder. Bu işaretlerin peşinden ama elbette kendi adımlarıyla gitmek isteyenler kendilerine özgü olanı bulmaya daha da yaklaşır. Kendileriyle değil de sürekli başkalarının hatalarıyla ilgilenenlerse muhtemel ki Engin Hoca’nın dediklerini anlamayacak ya da anlamamazlığa gelecektir. Zaten bu da yazarın anlattığı meselelerden biri değil midir?
Hepimizin özgürlükten depresyona, birey ve toplum ilişkisinden yaşamla ölümün teşrik-i mesaisine kadar birçok kavrama Engin Geçtan külliyatı ile ayrıntılı bir şekilde ulaşma şansı var. Günlük hayatında nasıl konuştuğu, nasıl davrandığına dair meraklarımızı giderecek bir sohbet videosuna da internetten şanslıyız ki ulaşabiliyoruz. Şimdi sahneyi, Engin Geçtan’ın vurucu kaleminden yapacağımız alıntılara bırakmanın vaktidir. 21 Şubat 2018’de hayatını kaybeden insanlığımızın yerli gözlemcisi, gerek akademik çevrelerde gerek okurları nezdinde yokluğu hissedilen nadide bir kıymet olarak varlığı kitaplarında, çalışmalarında sürdürmektedir. Sözü ona bırakalım:
“Bugün insanların birbirinin karşıtı olan iki ayrı eğilimi doğuştan getirdiğine inanıyorum. Bir yanda dostluğu, sevgiyi ve yardımlaşmayı içeren bir eğilim, diğer yanda bencilliğe ve bozup yıkmaya yatkın bir eğilim. Her insanda bu eğilimlerin ikisi de var; ama hangi eğilimin egemen olacağını bireyin doğduğu andan bu yana geçirdiği yaşantılar belirliyor.” (İnsan Olmak)
Bugün ‘’izleme’’ ve ‘’eleştirme’’ noktasında maalesef oldukça yol kat ettiğini gördüğümüz insan evladı için de sözleri vardır Engin Hoca’nın. Yine İnsan Olmak’tan:
“Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!”
Büyük çoğunluğun, kişisel ilişkilerinde gözden kaçırdığı birçok gerçeği de yazarın yalın ve anlaşılır metinlerinde bulmak mümkündür. İnsan Olmak’tan bir alıntı daha verelim:
‘’Bir insana değer vermek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi benimseyebilmektir. Ama birçok kişi diğer insanlara değer verdiği sanısıyla aslında kendi özsever ihtiyaçlarına doyum sağlar.’’
2002’de basılan ve psikiyatristin uzun yıllar süren klinik deneyiminin ardından ortaya çıkan Hayat da Engin Geçtan külliyatındaki en sevilen kitaplardan biridir. Özellikle metropol insanının ve yozlaşmaya yüz tutan ilişkilerin, içinden çıkılmaz kısır döngülerin ele alındığı kitaptan da bir alıntı yaparak bu faslı kapayalım ve hocamızın ışıklar içinde uyumasını dileyelim:
‘’Ortak değerlerin yerini, herkesin kendi normlarını ve değerlerini kendi bildiğince yaratma çabalarının alması, birbirimizi anlamamızı ve birbirimize ulaşabilmemizi gitgide zorlaştırıyor. İnsanlar, birbirlerine kendi senaryoları doğrultusunda roller verip, karşısındakilerden bu rolleri gerçekleştimesini bekler oldular. Sonuç, düş kırıklıkları, kızgınlıklar ve kendimizden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığımız yalnızlık.’’
Hazırlayan: Mert Bekçi
[…] bizim de bir ya da birden fazla “persona”mız vardır. Yani maskemiz. Değerli psikiyatristimiz Engin Geçtan “Hayat” adlı kitabında konu hakkında şunları söyler: “Bir başka deyişle, persona […]
[…] yitirdiğimiz, benim de çok sevdiğim psikiyatri profesörü ve yazar Engin Geçtan’ın kimi kitaplarında da İkinci Dünya Savaşı ve yirminci yüzyıla dair önemli bilgiler […]