İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gülüşünü Sadece Benim Bildiğim Nenemin Ruhuna Uğurlama

Aslında hikâyem belki üç cümlelikti; ben kendimi yaratmanın aşığıydım. Bu aşk, ona, bana bulaşsın, bizi uçursun istedim…

Bundan 17 yıl önce, henüz ortaokul sırasında, kurduğum cümlelerin mayası ile titreyen kalbim, teneffüs vakti, kardeşimin yanıma gelip kulağıma fısıldadığı bir haberle dondu kaldı: “Abla, Nenem öldü!” İlk tepkim, tepkisizlik oldu. Hiç konuşmadım. Dönüp kitaplarımı topladım. Birkaç yakın arkadaşım bizi okulun çıkış kapısına doğru yolcu ederken, büyüklerinden öğrendiği birkaç cümleyi sıralıyordu. İçlerinden biri, “Ölüm bir güzellik!” deyiverdi. Yine tepki vermedim; ama o an, ölümün bir güzellik oluşuna tüm hayatım boyunca hayran kalacağımı biliyordum…

Nenem, yani babaannem Eşe Hatun, yaşlıydı. Ben kendimi de, onu da, bildim bileli yaşlıydı. Ellerinin kırışık, saçlarının beyaz olmadığı, ayaklarının yürüyebildiği zamanları hiç görmemiştim; ama gülüşünü iyi bilirdim. Zamanla dinleyeceğim pek çok hikâyede öğrenecektim ki, o gülüş, ikimizin hikâyesinde mühürlüydü. Nenemin çizgileri öyle kolay oluşmamıştı çünkü. Topraklarından çıkan ateş, onun da ruhunu yakıp geçmişti çoğu zaman. O, toprağından yanmayı, yakmayı öğrenmişti. Bizim anılarımız ise, bazen sıradan, bana sorsan çokça sıra dışıydı. Hepimizin kendisine mükemmelleşen hikâyesi gibiydi işte. Dışında kalıp içini hayal ettiğim başka hikâyelere uzanmamı sağlıyordu. Konuşmak istedikçe yazıda karar kıldığım her bir sözcüğüm, kendi duvarlarıma çarpıp, başkalarına ulaşmadan bana dönmesin istiyordum. 

Ve sen Nene, sen bunu bana veren ilk adımımdın…

Onunla bahçelerde koştuğumuz, bana köy kahvaltıları hazırladığı anılarım yoktu belki; ama nenem, çocuk kalbimin ilk arkadaşıydı. O, benim sessiz öğreticimdi. Halam, nenem, ben sevgi dolu üç kişilik bir aile olmuştuk. Oysa kimse öyle sevgi cümleleri kurmuyordu evde, sokakta… Yüksek sesle ifade edilmezdi öyle güzel duyguların karşılığı. Ben bir baktım mı anlardım ama. Bu ya benim alameti farikamdı ya da onlar ruhunu bende tamamlıyordu…

Nenem yürüyemiyordu ve kulakları ağır işitiyordu. Çocuk aklım, evlerdeki çok yaşlı insanların hep benim nenem gibi olduğunu sandı uzunca bir süre. Demek ki bu yaşlılık denen şey, seni eninde sonunda eve hapsediyordu. Kabullenilmiş hallerdi bunlar. Ben bir çocuk olarak sürekli sorular sormak yerine, kalbimi büyütmenin yollarını aramalıydım. Elbette sorduğum çok soru vardı; sadece sorma şeklim farklıydı. Bu hangi tepkileri alacağımın merakıydı. Arayışımdan nasibimi en çok Nenem alıyordu tabii. Zannımca onun da bir şikâyeti yoktu ya da böyle düşünmek ruhuma iyi geliyordu… Halam, komşuya diye dışarı adım atmayagörsün, hemen çarşaflardan bir kostüm yapardım kendime. Nenemin önüne bir meyve tabağı hazırlar, başından yazmasını alır, başıma bağlardım. Zaman zaman da belime, artık rolüm neyi gerektiriyorsa… Televizyonu da duyabilsin diye son ses açardım ve başlardım dizileri canlandırmaya, şarkılar söylemeye. O sessiz sakin çocuk giderdi de, yerine Nenemin oyun arkadaşı oluverirdim. Kah Zeki Müren’dim, kah Müzeyyen Senar… Öyle okkalı cümleler kurup, “Ah canım babaanneciğim, tam bir Türk Sanat Müziği aşığıydı; onu mutlu edeyim derken bana da bulaşıyordu…” demeyi çok isterdim; ama bu öyle bir coğrafyanın hikâyesi değildi. Ben, Nenem sever diye düşündüğüm ya da belki bu hikâyelerin bir parçası eder bizi diye seçtiğim isimleri giderek sevdim işte. Aslında hikâyem belki üç cümlelikti; ben kendimi yaratmanın aşığıydım. Bu aşk, ona, bana bulaşsın, bizi uçursun istedim…

Bu, Nenemle bizim üzerine hiç konuşmadığımız oyunumuzdu. O dışarıya çıkamıyorsa, dışarısı ona gelmeliydi. Nenem, genlerinin kalbine bıraktığı kötülükleri ezemeyen, zamanında çok kalp kırmış bir kadındı. Sonra hayat ona “Dur!” deyince buluşuvermiştik biz. Ben onun tamamını tanımadığım torunlarından biriydim. En çok beni sevdiğine hep inanmak istedim. Sanırım bunu en çok ardından onu hep sevgi dolu anmak, başka hikâyelere başkaldırmak için istiyordum. Severdi de. Elleri kına kokardı. En çok halamın hazırladığı karışık sebze kızartmasını, tarhana çorbasını, tavada pişen ıspanak böreğini severdi. Şimdi fark ediyorum, ben de ondan sebep severmişim bu yemekleri. Onun acıktığı saatte yiyip, onunla birlikte doymayı, bir lokma yemek bir yudum su ritüelindeki yeme alışkanlığımı hep komik buluşunu, gizli matinelerimizi çok özlüyorum Nene. Çocukluğumuzu çok özlüyorum. Biliyorum, bu senin de çocukluğundu. Sen hiç anlatmadın; ama ben sana hep güzel başlamış, sonu güzel biten hikâyeler yazdım. Ruhlarımız değdi ya birbirine, dünya gözü ile de buluştuk ya nasılsa, bunları okuduğunu düşlüyorum. Okuduğunu ve bir filmin sahnesi gibi, torununu anlayışını, benimle gurur duyuşunu hissediyorum…

Bugün gidişinin, benim tabirimle güzelleşip kurtuluşunun 17. yıl dönümü ve ben, senin ardından gecikmiş uğurlamamı, en iyi bildiğim şekilde, bir kere daha yapmak için kelimeler ülkemdeyim…

Evet, ölüm güzellikti. Ağzımı bıçak açmadı halamın evine varana kadar. Kapıya kadar ağır aksak ilerleyen ayaklarım, sonrasında açıldı. Yaz kış kurulu sobanın yanında duran yer yatağına koştum. Kimsenin yüzünde bir türlü göremediği o gülüşün bir ruh olduğunu bilecek kadar büyümüştüm. Yoksa oracıkta, bembeyaz bir örtünün altında yatıyordun işte. Üzerinde bir bıçak, öylece duruyordu. Ve o bıçak bile, ağzımdan tek kelime alamadı. 

Sonra balkona koştum. Halam öylece oturmuştu. Yanına oturdum. Birlikte sustuk. Biz bu güzel kadınla böyle anların insanıydık. Birlikte bir zorluğun üstesinden gelmek için konuşmaya ihtiyacımızı, bundan da 7 yıl önce, yine böyle bir anda, kocası öldüğünde, yitirmiştik. Bir bakışı, bir bakışım yetti sonrasına. Hem portakal çiçeği kokusunun sirayet ettiği coğrafyada pek konuşmazdı insanlar. Söyleyecek güzel bir sözü varsa, yazmak en güzeliydi demek. Ve siz, o coğrafyada büyüyen bir çocuksanız, bunu coğrafyanın gen aktarımı ile öğreniyordunuz. 

Öylece, kendinden bile habersiz…

Kendimden bile geçen habersiz yıllarım, beni oradan oraya sürükledi. Bazen insanların gözünde bir bibloydum, diledikleri yerde durmam konusunda ısrarcılardı. Oysa benim ruhum uçuyordu. Bana, o kanatları Nenem takmıştı. Aksiliği ile ketumluğu ile nam salmış Eşe Hatun, benim karşısında bir çocuk olmama izin veriyordu. Belki de biz yaşam döngüsünde rastlaşmış iki ruhtan ibarettik gerçekten. Birimiz, hayattan ayrılmadan bir başka ruhu yaşama hazırlayarak arınıyordu günahlarından. Dilerim, dinlediğim onca hikâyeye zaman zaman kötü karakter olarak girmiş olan Nenem, benim hikâyemde huzur bulmuş, arınmıştı…

Her şey bir anda yaşanıyor gibiydi. Bir yandan uzun uzun yıllar geçmişti, mevsimler dönmüş, nice dönemeçlerden geçmiştik. Ah neleri göze alıyor, nelerden vazgeçiyor; ama özünde çok seviyorduk… Ve şimdi zamanın bir yerinde üzerinde bir bıçakla öylece duran Nenemin cansız bedeni, yıkanmayı bekliyordu. Yıkayacaklar, sonra da alıp ateşin gücünü tattığı kavruk topraklara emanet edeceklerdi. Hiç ağlamamıştım henüz. Halamla da öyle sözleşmiştik, ağlamıyorduk. Hem ben onu çok özleyecek olsam da, kurtulduğunu, acılarının dindiğini biliyordum. Bu, onun en güzel günü olmalıydı ve ben de en değerli parçası. İlk cümlemi kurduğumda, Nenemi, evin banyosuna getirmişlerdi yıkamak için. “Onu ben yıkamak istiyorum.” dedim. Evet, o beni hiç yıkamamıştı mesela soba başında. Oysa okula gitmeye başlayınca edindiğim arkadaşlarımın anlarını sıradan bir şekilde anlatışına şahit oluyordum. “Pazar banyosunu babaannem yaptırdı dün akşam sobanın başında.” diyordu biri örneğin. Kalbim oracıkta eriyordu. Benim böyle gerçek anlarım yoktu; ama ben karşısında göbekler atıp şarkılar söyleyip yorgun düştükten sonra kendimi Nenemin hissiz bacakları üzerine bıraktığımda, hep böyle şeyler hayal ederdim. Eşe Hatun saçlarımı okşardı. Bir tasla ılık sular dökerdi üzerime, arınırdım. Kalbimi kırmışların gözlerime bıraktığı yaşları alır da giderdi. 

Tüm bu gerçek anılarımın üzerine, şimdi ben onu yıkamalıydım…

Çocukluğumun en kötü anılarının başkahramanlarından, komşumuz, sanırım uzaktan akrabamız Rahime Nine dikildi karşıma. Olmazmış, ben çocukmuşum, korkarmışım. Oysa bu kadın, kalbimi paramparça edip elime verdiği hiçbir senaryoda duygularımla ilgilenmemişti. Tuhaftı. Kimseyi dinleyecek değildim. Sakin ruhum, uslu çocukluğum o andan sonra geride kaldı. Abdestimi aldım ve Nenemle, Halamın bana öğrettiği duaları okuyarak, Eşe Hatunu hep hayalimde ban yaptığı gibi ılık su ile güzelliğe uğurladım. Şimdi pamuk gibiydi tüm bedeni ve yüzünde en sevdiğim gülümsemesi vardı. Biliyordum, o gülüşü yine benden başka kimse görmedi. 

İki gözümün çiçeği, nur kokuyordu…

Sonra kuruladılar, kefene sardılar. Salona, yere yatırdılar. Hem her bir anı hiç kaçırmadan hafızama kazıyordum hem her şey kendiliğinden gelişiyordu. Birazdan alıp götüreceklerdi işte. Çocuklarının son bir kez gelip, annesinin elini öpmesini istediler. Babam en sona kalmıştı; kapıda göz göze geldik. Sanırım, onu ilk kez o gün ağlarken görüyordum. Sarılıp “Hepsi geçecek!” demek istedim. “Bak baba, ölüm güzellik. Az önce arkadaşım söyledi. Bazen çocuklar da büyük laflar ederler.” demek istedim, yapamadım. Ağlamamak için daha fazla direnemiyordum. Babam, en azından gözyaşlarını akıtıp rahatlatmıştı ruhunu. Kapıdan baktı annesine. Sonra bana, “Benim yerime sen öper misin?” dedi. Bu, sanırım babamın bana en güzel “Seni çok seviyorum kızım!” deme şekliydi. Salonun kapısında o bizi izlerken, ben Nenemin hep kırışık gördüğüm ellerini, bembeyaz saçlarını, göz kapaklarını öptüm. İşte şimdi ben de gözyaşlarımı tutamıyordum. Dönüp babama baktım. İkimiz de hiç konuşmadan, gözlerimizle sarıldık. Gökyüzünden rahmet yağıyordu.

Gelip aldılar Nenemi, ben orada kaldım.

Ardında, öylece… 

Şimdi bu cümleler çok acıklı bir hikâyenin satırları, değil mi? Aslında değil. Bu gerçekten Nenemin ruhuna dokunduğumu hissettiğimin, onu çok sevdiğimin, hiçbir insanın katıksız kötü bilinmeyeceğinin hikâyesi… Bazen gökten gerçekten üç elma düşüyor ve insan, tüm yaşamı boyunca o elmalarla ne edeceğini bilemiyor. Birimizin dünyanın en kötüsü bildiğine, diğerimiz hayran oluyor. Dengelerin yolu kalbimizden geçiyorsa, o zaman kalpten sarılmak gerekiyor. Ve bir şeyin değerini, en çok ondan yoksun kalanlar biliyor. Dilerim, hepimiz kalbimizi açıp ıskalamadan yaşarız. Fark etmeden gidiş gibisi yok. 

Canım Nenem, çocuk kalbimin ilk arkadaşı, dilerim sen hissettiğim gibi yolunu benimle tamamladın. 

Seni çok seviyorum. 

Torunun 

Damla

2 Yorum

  1. Sevgi Pekün Sevgi Pekün 02/12/2019

    harika Anneannemin ölümünü anımsattı

  2. sevgi pekün sevgi pekün 02/12/2019

    harika duygu yüklü bana Anneannemin ölümünü anımsattı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir