Bazı söyleşiler bir kırmızı balonun ipine asıp kalbimi uçuruyor, hissediyorum. İşte bu, onlardan biri. Haldun Dormen ile 23 Ekim akşamı Harbiye’de sahnelenecek Kibarlık Budalası oyunu öncesinde buluştuk. Bu, Harbiye’de yaptığım ilk röportaj, heyecanlıyım, ama belli de etmemeye çalışıyorum. Gittiğimde bir televizyon kanalının çekiminde henüz kendisi. Göksel Kortay’ların, Hakan Altıner’lerin hep bir arada olduğu o yerde bekliyorum. Heyecanlıyım demiştim değil mi, ama önce iş… Sonra Haldun Dormen geliyor. Şöyle düşünüyorsunuz: Bir insanın duayen oluşu, onu büsbütün sarıyormuş. Çünkü öylesine sıcacık bir gülüşü var ki! Yemeğini bitirene kadar bekliyorum ve sonra gülüşümüzün eksik olmadığı naif bir söyleşi başlıyor. “Ah şu Korona da olmasa! Her şey tastamam olurdu.” diye iç geçiriyorum birazdan buradan çıkarken. Bir kez sarılamadık, bir sıcacık fotoğraf çekilemedik, ama olsun…
O, buraya gelene dek çok uzun yollar yürümüş, ama yorulmak nedir hiç bilmemiş. Son kitabına da bundan sebep Yaşlanmaya Vaktim Yok adını vermiş. Bu söyleşinin en yeni haberi sanırım bu. Bazen insanın hayatında her şey müthiş bir dengede ve Haldun Dormen, o dengenin sonsuzluğu keşfetmiş hali. İyi ki var…
Keyifli okumalar…
BENİM YORULMA KABİLİYETİM YOK
– Hocam merhaba! Bu hep ilk sorum ve beni hep heyecanlandırır. Haldun Dormen’i ulaşılanın dışında kendi duyguları, düşünceleri ve tiyatro ile birlikte nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi nasıl tanımlıyorum? İşini seven, enerjik olan, hareketsiz durmaktan hoşlanmayan, hep hareket halinde olan bir insanım. Yani o kadar hareket halindeyim ki bazı yanlışlıklar yapıyorum sonradan pişman olduğum, ama yine de acılarla mümkün her şey. (Gülüyor.)
– Harikasınız! Yıllar sonra yeniden Kibarlık Budalası ile sahnedesiniz. Nasıl hissediyorsunuz?
Moliere’i çok sevdiğim için, bu oyun bu kadar uzun bir süre oynandığı için, seyirci Moliere’i bu kadar yakından ve beğenerek takip ettiği için çok mutluyum. Çünkü Moliere benim için çok önemli bir yazar. Gelmiş geçmiş en büyük komedi yazarı, defalarca sahneye koyuldu hem burada hem Amerika’da. Ama oynamak kısmet olmamıştı bu oyuna kadar. Bir oynadım pir oynadım yani! (Gülüyoruz.)
– Evet, zihnimizde bu oyunla yer ettiniz artık. Peki bu kaçıncı oyun olacak?
(Şöyle bir hızlıca düşünüyor.) Şimdi bu 655., yok 656. oyun. Baya oldu yani ve bu Moliere için de dünyanın her yerinde büyük bir rekor.
– Enerjinize ayrıca hayran biri olarak soruyorum: Haldun Dormen hiç yorulmaz mı? Bu enerjiyi nereden buluyor?
Yok galiba. Ben hep espri yapıyorum, benim yorulma kabiliyetim yok diye. Gerçekten de yok galiba. Çünkü ben çok ender kendimi yorgun hissediyorum. Şimdi bu kalça ameliyatımdan sonra tabii sahnede biraz zorluk çekiyorum, ayaklarım ve bacaklarımdan dolayı. Bazen, bazen bacaklarım yoruluyor, ama kendim yorulmuyorum. (Derken “bazen”i uzatıyor.)
– Kibarlık Budalası’nın en sevdiğiniz, sizi ona çeken yanı nedir?
Çok severek oynuyorum, ama benim en sevdiğim oyun bu değil. Benim en severek oynadığım rol Şahane Züğürtler’deki Prens Mikhail. Onu iki defa ayrı olarak oynadım. Bir kere Ayfer Feray’la, bir kere Nevra Serezli’yle. İkisine de bayıldım ve çok keyifle oynadım ve her seferinde de oyun bittiği zaman çok sevdiğim bir arkadaşımdan, bir akrabamdan ayrılmış gibi oldum.
BİR ARA KAPILARIN ADAMI OLARAK TANINDIM BEN
– Bir yandan da tiyatroyu öğretiyor, yeni tiyatrocular yetiştiriyorsunuz. Bu sizin için kendi özelinizde ne ifade ediyor?
Şimdi ben kendimi aslında ilk önce öğretmen olarak görüyorum. Çünkü huy olarak bildiklerimi paylaşmaktan çok zevk alan bir insanım ve bildiklerimi gençlerle paylaşmak, onlara bir şey öğretmek, onlara yeni bir yol çizmek beni gerçekten çok mutlu ediyor ve beni “neden yaşadığıma” inandırıyor. Onun için hep diyorum: İlk önce öğretmenlik, sonra yönetmenlik, sonra oyunculuk, sonra yazarlık; sırası bu.
– Haldun Dormen nasıl bir öğretmen? Nasıl bir eğitim modelini benimsediniz? Bu konuda önerileriniz neler olur Hocam?
Benim kendime göre ilk önceliğim insanları umutsuzluktan kurtarmak. İkincisi insanlara güven vermek, yani bu işi yapıyorsanız kendinize güveneceksiniz. Üçüncü de katiyen katiyen katiyen ne olursa olsun inişlere çıkışlara rağmen, başarısızlıkla da karşılaşsanız vazgeçmeyeceksiniz. Yani ben öğrencilerimi böyle çalıştırıyorum.
– Türk tiyatrosu için müthiş bir şans ve çok önemli bir değersiniz. Bunun için kendi adıma da teşekkür etmek isterim. Biyografinizi okuduğumda tiyatroya bir hareket kazandırdığınızı görüyorum. Bunu nasıl yaptınız?
Hareket derken şey getirdim evet, ben hareketi çok sevdiğim için hareketli oyunlardan hoşlanıyorum ve benim oyunlarım hep tempoludur. Hızlıdır, çoğunlukla. Dram bile oynasam hareket ederim. Ama çoğunlukla komedi oynuyoruz, eskilerin vodvil dedikleri şeyi oynuyoruz. Onları müthiş bir tempoyla oynuyoruz. Kapılar açılıyor, kapılar kapanıyor, kapılar açılıyor, kapılar kapanıyor… Hatta bir ara “Kapıların Adamı” olarak tanındım ben. (Gülüyoruz.)
HAYALİMDEKİ KİŞİ KİMDİ BİLMİYORUM, AMA YANİ İYİ BİR ŞEYLER OLDUM GALİBA
– Hocam, babanıza bir mektup yazıyor ve oyuncu olmak istediğinizi söylüyorsunuz. Olumlu yanıt aldığınızdaysa dünyalar sizin oluyor. Peki o mektubun yanıtı olumsuz gelseydi nasıl bir yol izlerdiniz?
Bunu çok düşündüm. Tabii çok kolay olmayacaktı, ama ben her şeye rağmen kararımı vermiştim. Yani orada bir yerlerde eğitim almaya, bir yerlere girip ustalardan öğrenmeye çalışacaktım. Ben bir tiyatroya girecektim, niyetim oydu yani. Olmasaydı öyle düşünüyordum. Bir tiyatroya girmeye çalışacaktım; alırlar mıydı, almazlar mıydı bilmem. Yani birçok insanın yaptığı gibi ustalardan öğrenmeye çalışacaktım. Ne bileyim, Adile Naşit öyle yetişti, Münir Özkul öyle yetişti, benim Altan Erbulak öyle yetişti, benden öğrendi yani. Allah’tan çok şanslıydım da babam çok yardım etti.
– Siz mutlu bir çocuktunuz, değil mi Hocam?
Çocukluğum mutlu ve gayet rahat geçti. Evet, mutlu bir çocuktum, mutlu bir aileden geliyorum çünkü.
– Peki başarının sırrının mutlu bir çocukluktan geçtiğini düşünüyor musunuz?
Katkısı olmuştur herhalde, ama yani illa da mutlu olmak şart değil başarılı olmak için.
– Peki Hocam, hayalini kurduğunuz o kişi oldunuz mu?
Valla hayalimdeki kişi kimdi bilmiyorum, ama yani iyi bir şeyler oldum galiba. (Yine çok gülüyoruz.)
– Hiç unutmadığınız, ama şimdi sorduğumda aklınıza ilk gelen bir anınızı paylaşmanızı rica edebilir miyim bizimle?
O kadar çok anı var ki hangisini anlatsam…
– İçinizden ilk hangisi geçtiyse, dinlemeyi çok isterim…
Beni de röportajlarda en çok zorlayan şey bu, anılarımı anlatmak. Hmmm, biraz düşeneyim mi?
– Tabii ki Hocam, ne demek.
Tam anı değil de anı gibi ama. Şimdi 80’li yıllarda ben karar verdim. Daha evvel İngiltere’ye gitmiş Yaygara 70’i ve İstanbul Masalı’nı oynamıştık ve aşırı övgü kazanmıştık. O yüzden İngiltere’ye bir şey götürmek istedim, ama İngilizce yapmak istedim. Onun için Nüvit Özdoğru‘dan rica ettim, Nalınlar’ı İngilizceye çevirttirdim, “The Turkish Clogs” olarak ve çok harika bir kadro yaptım: Yıldız Kenter, Göksel Kortay, Nevra Serezli, Yüksel Gözen, Nüvit Özdoğru ve ben de oynuyordum. Biz, Nalınlar’ı İngilizce olarak prova ettik ve ben İngiltere’ye götürdüm. İngiltere’de 31 gün temsil verdik, 4 ayrı şehir dolaştık ve hep dolu gittik. Büyük sükse oldu, çok büyük sükse oldu ve benim için çok büyük bir anı bu. Fakat maalesef Türkiye’de kimse bunu anmadı.
– Noldu peki sonra?
Sonra geldim ben Türkiye’ye çok önemli ve resmi bir kimseye dedim ki: İngiltere’de sayfa sayfa haberler çıktı. Nevra Serezli’nin boy boy resimleri çıktı mesela. En aşağı yirmi tane televizyona konuşma yaptık çeşitli yerlerde, çünkü dört ayrı şehre gittiğimiz için. Niye burada da bahsedilmedi? Bana dedi ki: “Haldun Bey, Türkçe oynamamışınız, Türkçe olsaydı olurdu.” Ya hu ne kadar önemli bir şey İngilizce oynamak, ama maalesef anlaşılmadı.
Çünkü ilk defa İngiltere’de kendi dilindeki bir oyunu İngilizce olarak oynayan, turneye gelen topluluk olduk dünyada.
BEN TİYATROCU DOĞDUM
– Biraz buruk bir anı oldu… Peki mesleğinizin sizi en gururlandıran, en çok mutlu eden yanı nedir?
Seyircimin hâlâ olması galiba, hâlâ seyircimin olması ve beni alkışlıyor olması. Seyircinin beni görünce mutlu olması.
– Bu sonsuz bir şey galiba, değil mi?
Çok güzel…
– Sahnede heyecandan titrediğiniz o ilk oyunu hatırlıyor musunuz Hocam?
Şimdi garip bir şey söyleyeyim: Ben sahnede hiç heyecandan titremedim. Tabii telaşlandım, korktum, ama öyle çok çok çok korkmadım. İlk oyunum Amerika’da oynadığım küçük bir oyundu. Fakat ilk, tabii ki beni çok heyecanlandıran oyun, Türkiye’deki oynadığım ilk oyunumdu. Çünkü ailem, arkadaşlarım beni orada gördüler. Buradaki Küçük Sahne’de, Muhsin Ertuğrul yönetimindeki “Cinayet Var”dı.
– Amerika’da eğitim aldınız ve Türkiye’ye döndünüz. Orada da devam edebilirdiniz, bu kararı nasıl aldınız?
Benim kararım hep dönmekti. Bundan hiç vazgeçmedim. Ben Türkiye’ye dönüp Türkiye’de iş yapmak istiyordum ve birtakım fırsatlar çıkmasına rağmen döndüm. Döndüğüme de hiçbir zaman pişman olmadım. Çünkü gerçekten niyetim hep oydu; Türkiye’de bir şey yapmak.
– Peki tiyatrocu olma hevesi içinize ilk kez ne zaman düşmüştü?
Ben öyle doğdum. Hep böyle söylüyorum. (Gülüyoruz.) Başka hiçbir kararım olmadı, ama sinemayla tiyatro karışıktı biraz.
– Evet, aslında sinemacı olmak istemişsiniz.
Evet, sinemacı olmak daha ağır basıyordu. Sonra tiyatro eğitimi alınca tiyatro ağır bastı, ama film de yaptım 60’lı yıllarda.
BU HAFTA ÇIKACAK OLAN KİTABIMIN ADI: YAŞLANMAYA VAKTİM YOK
– Bunların yanında bir de yazar kimliğiniz var…
Yazarlık tesadüfen oldu. Ben Robert Koleji günlerimden beri bir şeyler yazıyordum. Hayatımda hiç şiir yazmadım. Şiir severim, okurum, ama şiir yazmadım.
– Siz biyografi türünde yazıyorsunuz.
Ama aslında o da hiç aklıma gelmemişti.
– Nasıl oldu peki?
Amerika’dan ilk geldiğim zamanlarda çeviriler yapardım, oyun çevirileri. Sonra rahmetli Egemen Bostancı, -bence çok önemli bir şovmen ve gazetecilikten gelme-: “Bana bir şeyler yaz, müzikli falan olsun. Ama küçük bir şey yaz.” dedi. Sonra da “Daha büyük bir şey yap, Adile Naşit olsun içinde.” dedi ve Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı yazdım. Yani kendimden emin olmadan yazdım Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı ve korkunç sükse yaptı. Ondan sonra yazar olduğuma karar verdim.
– Sonra?
On dört tane oyun yazdım ve o sırada bana kitap teklifi geldi, biyografi teklifi. Dedim ki “Daha çok gencim.” Bunu ben düşünüyordum, ileride ama. “Şu an lütfen yazmanızı istiyoruz. Biz Dormen Tiyatrosu’nu yazmanızı istiyoruz.” dediler. Çünkü Dormen Tiyatrosu kapanmıştı. Ben de o zaman oturdum Sürc-ü Lisan Ettikse’yi yazdım. Kitap büyük beğeni kazanınca arkasından İkinci Perde’yi yazdım. Arkasından Nerde Kalmıştık’ı yazdım. Şimdi bu hafta da yeni bir kitabım çıkıyor.
– Ah ne kadar güzel, onun adı nedir?
Yaşlanmaya Vaktim Yok.
– Kesinlikle çok doğru bir isim, sizin yaşlanmaya vaktiniz yok. (Gülüyoruz.) Peki geçmişten bugüne çok uzun zamandır sahnedesiniz ve çok uzun zamandır tiyatroyla birliktesiniz. O dönemle şimdiki tiyatroyu bir duayen olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim için tiyatro değişmiyor, tiyatro tiyatro. Yani Türk tiyatrosuna gelince, Türk tiyatrosu bence çok ümit verici bir durumda şu anda. Hep söylediğim bir şey var, alternatif tiyatrolardan ben çok umutluyum. Yalnız İstanbul’da değil, Anadolu’nun her tarafında alternatif tiyatrolar var. Bu da beni çok mutlu ediyor. Çünkü ben çok turneye çıktığım için orada yakından görüyorum ve yani tiyatro çok güçlü bir şekilde devam ediyor.
– Sormak istediğim çok şey var, ama hem zamanımız kısıtlı hem de bana günler gerek. (Yine gülüyoruz.) Son sorumu sorayım: Ben insanların hep bir dünyaya geliş sebebi olduğunu düşünüyorum. Sizinki tiyatro mu?
Benimki insanlarla birlikte bunu paylaşmak, insanları sevmek. Bunu da hoca olarak yapıyorum.
Damla Karakuş: Hocam, çok teşekkür ediyorum.
Haldun Dormen: Ben teşekkür ediyorum. İstediğiniz gibi oldu mu?
Damla Karakuş: Olmaz mı Hocam, çok güzel oldu. Emeğinize sağlık. Yine görüşmek üzere.
Haldun Dormen.: Sizin ellerinize sağlık, görüşürüz.
Bayildim karşındaki büyük usta sorular cok iyi emeğine sağlık
Zihin, ruh, beden üçlemesi (Haldun dormen,Damla Karakuş, Gazete Sanat). Çokça lezzetli olmuş… Kalbimle…
Haldun Dormen gibi çok önemli bir ismi bizimle bulusturdugunuz için çok teşekkür ederim Damla hanım, röportaj harika olmuş, basarilarinizin devamını dilerim…
Uzun zamandır Holdun Dormen hakkin da yazi okumamıştım bu yazı bilgilerimi tazelemiş oldum.
Güzel sorular, bu sorulara verilen güzel cevaplarla Haldun Dormen’in tiyatrocu kişiliğini ve yazar kişiliğini birlikte değerlendiren bir röportaj olmuş. Teşekkür ederim Damla Karakuş…
Bu arada yeni kitabı da heyecanla bekliyoruz…
Tiyatroya aşık olup, o tozu yutup tiyatroyla ilgili hayallere ara veren biri olarak, Haldun Dormen gibi bir duayeni bizlerle buluşturduğun için çok teşekkür ederim Damlacığım… Röpörtajı keyifle okudum ve üstadın yeni çıkan kitabını kendimden çok şey bulacağıma emin olarak almaya karar verdim???? Başarılarının devamını diliyorum….
Bravo sana canım Damla, şaheser bir söyleşi olmuş / tebrik ediyorum