İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Kadın Hareketlerinin Öncü İsmi, İlklerin Kadını Halide Edip Adıvar

Cumhuriyet tarihimizin siyasi, edebi alanlarında ve siyasi alandan ayrı bir başlık açmak gerekirse “kadın” meselesi üzerinde hakkında en çok yazılıp çizilen isimlerden biridir Halide Edip Adıvar. Hem yalnızca memleket içerisinde değil, Avrupa’da da konuşulan, gazetelerde hakkında yazılar yazılan bir isimdir. Öyle ki Türkiye modernleşmesiyle beraber Halide Hanım’ı feminizm üzerinden okumaya çalışan araştırmalar, kitaplar da hatırı sayılır bir hacme sahiptir. Avrupa’nın ya da Türkçe öğrenmek isteyenlerin diyelim yolu Halide Edip ile çok kesişmiştir. Dili oldukça duru olan yazar 1930’lardan 1950’lere kadar Türkçe öğrenmek isteyen yabancıların çokça okuduğu Sinekli Bakkal ile pek meşhurdur. Belki her şeyden önce belirtmek gerekir; Adıvar edebiyat, politika ve eğitim alanındaki üretkenliği, cepheden cepheye koşması itibarıyla “sahada” olması, yurtdışına gidiş gelişleriyle birçok ilke de sahip olan Cumhuriyet kadınları arasındadır.

Halide Edip Adıvar’ın bilinen ilk fotoğrafları

Türkiye’de Amerikan Koleji’nden mezun olan ilk genç kız olarak bilinen Halide Edip, ilk kadın hatibimiz olarak da öne çıkar. Cumhuriyet devrinin ilk kadın romancılarından biri olması vasfıyla ilk kadın profesörlüğünün de kendisinde toplanması onun tarihimizdeki yerini daha da önemli hale getirir.

II. Abülhamid devrinde, 1884 yılında dünyaya gelen romancımız gözlerini İstanbul’da açar. Babası Selanikli kâtip Mehmed Edip Bey’dir. Küçük yaştayken kaybettiği annesi ise Bedrifam Hanım’dır. Halide Edip Hanım, siyasi yönetimde tek söz sahibi olan padişahın otoriterliğine karşı halkın da söz hakkının olması gerektiği düşüncesiyle ilan edilen I. Meşrutiyet’ten 8 sene sonra doğmuştur. Zamanın ve çağın ruhunun kişilerin karakter yapısına etkisinin önemi gözetildiğinde, doğduğu dönemin ta Tanzimat’tan, hatta daha öncesinden başlayan modernleşme ve yenilik hareketlerinin daha fazla gelişim ve atılım gösterdiği bir dönem olduğu söylenebilir.

Halide Edip Adıvar öğrenciyken

Annesini yitirdikten sonra, ileride sanat kariyerine ciddi oranda tesiri olacak olan anneannesinin yanında yaşamaya başlar. İlk eğitimlerini burada alan hatip, annesinin ölümünden sonra birkaç evlilik daha yapan babasının yanında da Anglo-Sakson eğitimiyle tanışır. Evlilik, erkek ve kadın eşitliği, toplumsal cinsiyet gibi konularda erken yaşta kafasında fikirlerin filizlendiği romancı babasının çok eşliliğine tanık olur. Üsküdar’daki Amerikan Kız Koleji’nin ilk öğrencilerinden biri olmakla beraber Arapça’yı öğrenir. Rıza Tevfik’ten Türk edebiyatı ve felsefe ile Salih Zeki’den matematik eğitimi alır. Baktığınız zaman o döneminin aydınlarının, yazarlarının büyük bir bölümünün birkaç yabancı dil bildiğini, sözel sahayla birlikte sayısal alana da aşina olduklarını görebiliriz. Halide Edip Hanım da bu noktada ileride meslek ve sanat hayatına büyük artıları olacak ciddi eğitimlerden geçer. Fransızca ve musiki eğitimiyle de aslında toplamda; hem Batı’nın hem de Doğu’nun kültüründen aşinalıktan fazlasını alır.

İlk evliliğini yaptığında artık devir 20. asır devridir. Monarşilerin Birinci Cihan Harbi’nden sonra dünya genelinde bitmesine henüz vardır ama monarşilerin sonra ereceğinin ayak sesleri de duyulmaya başlanmaktadır. Matematik dersleri aldığı Salih Zeki ile 1901’de evlenen yazarın bu evliliğinden iki oğlu dünyaya gelir. Kendisinden yaşça bir hayli büyük olan Salih Zeki Bey ile olan evliliğinde eşinin gölgesinde kaldığı zamanların olduğu bilinmektedir. Bir bakıma; evliliklerinin kimi noktaları kör topal ilerlemektedir. Lakin, Salih Zeki Bey’in bir başka kadınla daha evlenmek istediğini belirtmesi üzerine, çok eşlilik hadisesine babasından tanık olan ve bunun katlanılmaz bir durum olduğu ifade eden Adıvar’ın isteği ile 1909’da evlilik sona erer.

Her çağın insanlarında olduğu gibi Adıvar’ın hayatında da aslında kişisel ve toplumsal iki düzlem bulunur, bulunmak zorundadır: 1908’den sonra II. Meşruyet’in vaat ettiği ve görece sürmüş olan hürriyet havası miadını doldurmuştur. Rumî takvime göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) vuku bulduğu için bu adla anılan 31 Mart Vakası patlak verdiğinde çocuklarıyla beraber Mısır’a kaçan Halide Edip bir davet üzerine buradan İngiltere’ye gider.

Ayrıca 1908’den itibaren Vakit, Akşam ve Tanin gazetelerinde, Yeni Mecmua ve Şehbal dergilerinde edebî yazılar kaleme alan edebiyatçımızın o dönemki görüşleri hakkında fikir vermesi açısından birkaç cümlesini not düşmemiz önemli:

“Meşrutiyetten önce kadınlar hiç önemsenmezdi. Diğer edilen şeyler gibi nitelikleri de görmezden gelinir; kendi ayakları üzerinde durma hakkı yok sayılırdı. Buna ilaveten genellikle kendi başına konuşabilecek hiçbir kadın bulunmadığı veya varsa bile sayılarının biri ikiyi geçmediği düşünülürdü. Ama bugün bunun tam aksi ortaya çıktı.”

Memleketteki olaylar durulduktan sonra yurda dönen Halide Edip Hanım, İngiliz kadınlarının hak ve özgürlüklerine dair de gözlemler yapma fırsatı bulur. Tanzimat devrinde kız çocuklarına özel mekteplerin faaliyete geçmesiyle kadın öğretmen ihtiyacını karşılayan Darülmuallimat’ta pedagoji öğretmenliğine atanır. Bu dönem eğitim sahasında aktif biri olarak öne çıkan profesör Türkiye’nin istikbalinin şekillenmesi hususunda ilk önce kadının yetiştirilmesi gerektiğine vurgu yapar. Erken dönem eserlerinin merkezinde kadın ve çocuk eğitimi meselelerin bulunması da bu anlamda tesadüfi değildir. 1909’da (?) ilk romanı olarak da kabul edilebilen “Seviyye Talip” yazarın kadının toplumdaki, evlilikteki, umumi hayattaki yeriyle ilgili erken dönem düşüncelerini öğrenmemiz açısından oldukça önemlidir. Romandaki başkişilerden Fahir karısı Macide’nin hayatını kendi aklı ve görüşleri doğrultusunda yönlendirmektedir. Eşini medenileştirilmesi gerekilen bir nesne olarak gören Fahir, Macide’yi kendinden aşağı görmektedir.

Size edebiyat mektebinde okuduğum yıllarda, pek sevdiğim bir hocanın “Ondan ne bulursan oku çocuk.” diye bahsettiği Tahir Alangu’dan da bahis açmak isterim. Edebiyat tarihçilerimiz arasında önemli bir yeri olan Alangu, Halid Edip Adıvar hakkında “100 Ünlü Türk Eseri”nin 2. cildinde şöyle söyler:

“Halide Edip’in romanlarında, erkek kahramanlar da bulunmakla birlikte, bütün hareket, kadın kahramanların kişiliğinde toplanmıştır. Onun dünyası, ortasında haris bir kadın bulunan, çevresindeki her şeyi kendi arzu ve mutluluğu için ayarlayan bir yörüngede döner. Daha ilk eserlerinde eleştiricilerin dikkatlerini çeken kadın kahramanları, özel bir çekiciliğe sahip, üstün kadınlardır. (…) Şimdiye kadar iddia edildiği gibi onun kadınları yalnız güçlü ve üstün olarak belirmiyorlar. Halide Edip, bu kadınları ile, okuyan, hayata çıkma iddiasında olan, haklarını elde etme çabasında olan aydın Türk kadını tipini değil, ancak bize çok uzak ve düşünceleri Türkçeye çevrilmiş yabancı kadın örnekleri vermiştir.”

Soldaki kişi, Halide Edip’in ilk oğlu Ayettulah Bey’dir.

1913’e geldiğimizde ise Halide Hanım’ı ilklerin kadınlarından biri yapan bir hadise cereyan eder: 28 Nisan 1913’te kurulan, yazarımızın da başkanlığını yaptığı Teâli-i Nisvan Cemiyeti Osmanlı’da kurulan ilk feminist örgüt, dernek olarak kabul edilir. Derneğin amacı, kadının çalışma yaşamına ve kamusal hayata katılımının sağlanmasıdır. Eğitim alanındaki fırsat eşitsizliği de derneğin ortadan kaldırmak istediği meselelerin başını çeker. Daha da genel bir portre çizersek; 1910 ila 1916 arası Adıvar’ın derneklerden okullara, toplantılara kadar oldukça aktif bir yaşamı olduğunu görürüz.

Çalışmalarının meyvelerinden biri olacak ki; yeni vazife de kapıdadır. Cemal Paşa’nın daveti üzerine, yeni okullar açmak amacıyla Lübnan’a giden yazar orada kız okulları genel müfettişi görevini sürdürmüştür. Oradayken vekalet yoluyla Adnan Adıvar ile evlendiğinde ise takvimler 29 Nisan 1917’yi gösteriyordu. Belki Halide Edip’in bir diğer önemi de; çokeşliliği evliliğini bitirecek denli kesin bir şekilde reddetmesi ve hayatında ilk evliliğinin dışında yeni bir başka adam da olabilmesidir. Baktığımız zaman o dönem hala, böyle bir “yeniliğin” geniş kitlelerce alışılagelmiş bir durum olduğunu söylemek güçtür.

Halide Edip Adıvar ile ikinci eşi Adnan Adıvar

Balkan Savaşı zamanında da başkanlığını üstlendiği Teâli-i Nisvan Cemiyeti’nin hastabakıcı kolunu örgütleyen yazar bir dernek üyesinin açtığı evi 30 yataklı bir hastaneye dönüştürür. Bu, memleketi için girdiği fedakarlığa dair mühim bir misal olmakla birlikte, kadın hastabakıcıların da önünün açılmasına yardımcı olur.

Gelelim Birinci Cihan Harbi sonrasına. Harpten yenilgi ile çıkan Osmanlı Devleti, Batılı emperyalistlerce paylaşılma noktasına kadar gelmiştir artık. Atatürk’ün de Nutuk’ta bahsini geçirdiği bu durumlarda, Halide Edip de İstanbul’un işgalini yaşamak zorunda kalır. Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmaları üzerine başlayan gösteri ve rezistanslara o da katılım gösterir. İstanbul’da birbiri ardına yapılan açıkhava gösterilerinden en ses getireni Sultanahmet gösterisidir. Adıvar da 6 Haziran 1919’da, Sultanahmet’te fevkalade büyük bir kalabalığa halkı coşturan bir konuşma yapar.

ABD Devlet Başkanı Wilson’ın barışı tesis etmek amacıyla attığı 14 Nokta Prensipleri ABD dostluğunun Osmanlı Devleti’ne zarar getirmeyeceğini düşünen birçok Osmanlı aydınını etkilemişti. Atatürk’ün “Manda ve himaye kabul edilemez.” görüşünü kabul ettirdiği bu düşünce aslında Halide Edip’in çıkış yolu arayışlarından biridir. Bu görüşleri savunanlar 4 Aralık 1918’de Wilson Prensipleri Cemiyeti adı altında bir örgüt kurdular. ABD korumacılığını savunan bu görüşler Sivas Kongresi’nde mahkum edilmiştir. Halide Edip, Sultanahmet Mitingi’nde konuşurken kürsüde “Wilson Prensibi 12. madde” yazmaktadır.

Savaşın hararetinin sürdüğü günlerin birinde Darülfünun’da da bir konuşma yapan Halide Edip “Kadınların büyük işlere karışmaz anlayışı artık geride kalmıştır. Milletin kadınları ilk defa milletin hakiki anası ve efradı gibi bu felakete çare bulmak için bir araya toplanıyor.” demiştir. Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya kaçan yazarın kendi tarihinde padişah tarafından Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte idama mahkum edilen altı kişiden biri olmak da vardır.

30 Ağustos 1922 zaferinin ardındansa Kurtuluş Savaşı dönemindeki tüm aktif ve fedakar döneminin yanı sıra artık onu Türkiye içerisindeki zorlu günler beklemektedir. Kocası Adnan Adıvar’ın kurduğu Terakkiperver Fırkası döneminde İzmir Suikastı hakkında yapılan tahkikatta geniş ölçülerdeki tutuklamaları önceden haber alan yazar kocasıyla beraber bir İngiliz gemisine binip kaçmak durumunda kalır. Suçsuzlukları mahkeme kararı ile anlaşılmış olmasına karşın geri dönmeyen ikili, önce 4 yıl İngiltere’de ardından on yıl kadar da Paris’te yaşar.

Bildiğimiz kadarıyla Halide Edip Hanım’ın Fransa’daki son fotoğrafıdır.

Handan, Kalp Ağrısı, Tatarcık gibi ilk dönem romanlarında hırslı, ateşli, olgun fikirli kadınlar eserlerinin başkişileriyken sonraları romanlarındaki temalar değişmeye başlar. Siyasal, sosyal ve ulusal temaları işlediği Yeni Turan, Ateşten Gömlek, Döner Ayna bu cihetteki eserleri arasındadır. Yurt dışı döneminde konferanslar vererek, eğitim çatısı altında mesai harcayarak zaman geçiren Adıvar, memlekete ancak 1939’da döner. 1928’de Amerikan hükümetinin daveti üzerine Amerika üniversitelerinde de konferanslar veren yazarın yurda dönüp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde profesör olması 1940’a tesadüf eder.

Halide Edip İstanbul Üniversitesi’nde profesörken. Bir Namık Kemal anması.

Peki romancılığa duyduğu arzu ne zaman başlar? Kimi örnek alarak yola koyulmaya karar verir? Bu sorunun cevaplarını Mustafa Baydar’ın o dönemin pek çok yazarıyla gerçekleştirdiği röportajların bulunduğu “Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar” kitabından öğrenebiliriz:

“Romancı olmayı, George Eliot isimli İngiliz kadın romancısını okuduktan sonra istedim. Fakat daha evvel muhitimizde çok hikaye söylenirdi ve bende de küçük kardeşlerime hikaye uydurmak merakı vardı. Bunu bir yaradılış telakki edebilirsiniz.”

Mustafa Baydar ile sohbetinden.

Yazar, gazeteci ve “Zor Yılların Zor Kadını Halide Edip Adıvar”ın yazarı Hicran Göze’nin adı geçen kitabında, Halide Hanım’ın kişiliğiyle ilgili aktardıkları da oldukça dikkat çekicidir: “İnatçıdır, zor affeder, küskünlükleri devamlıdır, geriye nadiren bakar. İnkâra lüzum yok…  İhtiraslıdır da.  Sahip olduğu büyük zekâ, kültür, terkip kabiliyeti, ataklık ve cesaret, güç ve zor karakterinin bariz vasıflarıdır.  O vasıflara bir erkek tavrını ve mantığını da ilâve etmek herhalde doğru olur.”

Bu anlamda son dönem Osmanlı’dan erken dönem Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru geçerken bizi evvela zor yılların zor kadını Halide Edip karşılar. Yaşadığı dönemin ağırlıklı olarak değil tümüyle erkeksinin elinde bulunduğu gözetilirse Adıvar’ın da bu çevrelere girerek “onlar gibi düşündüğü” bir tarafı olmuş olabilir. Öyle ya da böyle kamusal, siyasal, sosyal alanda kadının daha çok görünmesi meselesinin fitilini ateşleyenlerden biri olarak karşılaştığımız Halide Edip Hanım’ın ardından karşımıza Adalet Ağaoğlu (1929) çıkar. “Ölmeye Yatmak” adlı eseriyle “Dar Zamanlar Üçlemesi”nin ilk eserini veren Ağaoğlu bu romanında Türkiye modernleşmesinin zorlukları, eksikliklerini aktarırken kadın başkişiye yönelik zihniyeti aktarma vasıtasıyla aslında kadına bakışın da bir özetini verir. Ama artık dönem Halide Edip’in dönemi değil, okumak için birçok kız çocuğunun da yurt dışına çıkabildiği, sokaklarda görece daha serbest gezdiği bir dönemdir. Bu sancıları biraz daha geçip ilerlediğimizde ise karşımıza Sevgi Soysal gibi bir asi çıkar. Tüm bu değişimler zincirin halkaları misali birbirine eklemlenmiştir.

Kronolojik sırayı takip etme zorunluluğunu burada sonlandırıyor ve Adıvar’la ilgili bazen geriye bazen ileriye giderek yazımı sürdürüyorum. İnci Enginün’e göre yazarı edebiyat çevrelerine kabul ettiren esas romanı Handan’dır. İlk kez 1912’de Tanin gazetesinde tefrika edilen Handan, iyi yetişmiş, kültürlü ancak henüz cemiyet içinde yer alamayan ve bu nedenle yadırganan bir kadını anlatır.

1942’de CHP Roman Armağanı’nı kazanan meşhur romanı Sinekli Bakkal fonda II. Abdülhamid dönemi ile İstanbul’u bulundurur. Doğu – Batı sorununun merkezi bir noktada toplandığı roman Şark’ın tasavvufi yolculuğu ile Garp’ın akılcılığını birleştirme savı taşır. İstanbul’un bir kenar semtindeki sosyal yaşantıyı anlatan eser yüksek düzey yöneticilerin durumunu aktarması bakımından da önemlidir. Yazarın Türkiye’ye gelemediği yıllarda, ilkin İngilizce olarak basılan roman ideal kadının nasıl olması gerektiğine dair de fikirlere sahiptir.

1950’de milletvekili olarak Meclis’e giren Adıvar dört senelik milletvekilliği sürecinin ardından aktif siyasetten kendisini geri çeker ve tümüyle edebi çalışmalara yoğunlaşır.

Sonuca doğru gelirken; yaşamının büyük bir bölümü ağırlıklı olarak “erkek” çevrelerince şekillenmiş olan Halide Edip hakkında tuttuğunu koparan biri, hatta yer yer haşin ve erkeksi özelliklere sahip olduğu söylenir. Bu oldukça kuvvetli bir ihtimal olarak bugün de üzerine düşünülmesi gerekilen bir konudur. Belki erkeğin çoğunlukta olduğu, hatta tümüyle kamusal, siyasal alanı erkeğin işgal ettiği bir dönem ve çevrede “oyunun içinde kalabilmek” için onlara benzeyen yönlere sahip olmuş olabilir. Haldun Taner de yazar hakkında şunları söyleyerek bizi adeta desteklemektedir: “Kısacık boylu, ufak tefekti. Ama gençliğinden beri her girdiği çevrede tüm öbür kadınların pabucunu dama atmış, hep birinci kadın rolüne çıkmıştı. Tuttuğunu bırakmayan erkeksi bir irade ve dişisel önsezi ve polifon (çok yönlü) işleyebilen bir zekâsı vardı.”

Aldığı eğitimlerden yaradılışına değin sonuç olarak güçlü, aydın ve aktif bir kadın portresi çizmiş olan Halide Edip Adıvar’la ilgili yaygın bir hata ise hakkında yazıp çizenlerin yazarın çok yönlülüğü içerisinden kendilerine yakın olan kısımları almasıdır. Bu Adıvar’a özgü olmamakla, diğer birçok sanatçıya da aynı muamelenin yapılmasıyla beraber Halide Edip’teki bu ayrım daha çok feminizm ve milliyetçilik ekseninde şekillenir. 1910’lu yıllarda Türk Ocağı’nın toplantılarına katılan, Ziya Gökalp çevresindeki Milli Edebiyat grubu yazarlarıyla bir araya gelip tartışan yazar bir yandan 1925 tarihli bir yazısında şunları da ifade eder:

“Evvelce Türk kadınları lokantalarda yemek yiyemezler; sinema ve tiyatrolarda erkekler ile beraber gidemezlerdi. Evvela bunlara hususi yerler tahsis edilmiş; sonradan istedikleri yerde oturmalarına müsaade olunmuştur. Evvelce Türk kadınları korkak ve küçük gölgelerdi. Şimdi ‘Kadınlar Birliği’ gibi kendilerine mahsus bir cemiyet sahibi bulunuyorlar.” Bu söylem, eylem ve görüşleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirmek, tüm yazar ve sanatçılara zarar verdiği gibi Halide Edip Hanım’a da zarar verir. Parçalarını ayrıştırarak “bizim de onayladığımız yanlarını” almak onu o yapan özellikleri yok saymak anlamına gelmekle birlikte belki daha da mühimi bizi hakikatten uzaklaştırır.

9 Ocak 1964’te bize veda eden yazar bugün hala, vaktiyle kısa bir süre kaldığı yılların etkisiyle Hindistan’da anılmaktadır. Pek çok eseri birden fazla dile çevrilen yazar ilk dönemlerinden itibaren feministtir. Öbür yanıyla da yaşadığı toplumu, Türkiye’yi, ülkesinin muhafazakar değerlerini anlamaya çalışan bir aydın olarak tarihteki yerini almıştır. Bize de sanırım kadın hareketleri konusundaki gür sesini örnek almak, eserlerini okumak, Milli Mücadele yıllarında birçok aydının aksine aktif ve ısrarcı davranmasını takdir etmek düşer.

Kaynak: 1, 2, 3, 4

Hazırlayan: Mert Bekçi

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir