İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hayalini Kurarak İstediğimiz Şeylerin Riskleri

Yaşamın çoğu ayrıntısında var olan, hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil ön görüsü en doğru ön görüdür. Elizabeth Day’in Düşbaz Yayınları’ndan yayımlanan romanı Saksağan’ı okurken hakikaten de hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını bir kez daha düşündüm. İnsan kendisini dahi tam anlamıyla keşfedememiş, anlayamamış bir canlı iken başkalarını nasıl tanır? Başkalarını iyi tanıyamadığı için hayatı nasıl tepetaklak olur? Bilincimiz, psikolojik sınırlarımız başımıza gelenlere nasıl dayanır? Kendimizi ve karşımızdakini iyi tanıyamamaktan kaynaklı olarak şüphe kıvılcımları içimizde nasıl dolaşır? Elizabeth Day Saksağan’nında psikolojik gerilimin romanın sonuna kadar peşimizi bırakmıyor.

Elizabeth Day’i geçtiğimiz yıl yine Düşbaz Yayınları’ndan yayımlanan Tepetaklak / İşler Sarpa Sardığında Yapılacaklar Klavuzu kitabıyla tanımıştık. Tepetaklak bir tür “başarısızlığa” övgü kitabıydı. İngiliz yazar  büyük başarı yakaladığı How To Fail With Elizabeth Day adlı podcast programına katılan konuklarıyla yaptıkları sohbetlerinden, kendi hayat deneyimlerinden, okurlarının ve dinleyicilerinin paylaştığı hikâyelerden biriktirdiklerini başarısızlık süzgecinden geçirip Başarısızlığın Yedi İlkesi’ni bizlerle buluşturmuştu. Aslında Saksağan’ı da bu podcast serisinde kazandığı tecrübelerle yazmıştır desem yanlış bir yorumda bulunmuş olmam. İlişkilerde yaşanan olay örgüsünün psikolojik gerilim unsurlarını -başarıyı ve başarısızlığı- bu sefer bir roman yazarak anlatmak isteyen Day yine baştan sona elimizden bırakmayacağımız bir hikâye anlatmayı başarmış gözüküyor.

Saksağan, Marisa, Jake, Kate arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Bu karakterlere bir de Jake’in annesi  Annabella’yı da eklememiz gerekiyor. Fakat Annabella’dan sonradan bahsetmek üzere şimdilik burada bırakıyoruz. Hikâye Marisa ve Jake’in uyumlu ilişkilerini okumamızla başlıyor. Birbirlerini seviyorlar ve bir çocuk sahibi olmak istiyorlar. Marisa’nın ailesinden kaynaklı –boşanan anne-babasından kaynaklı- sorunlu bir çocukluk geçirdiğini öğreniyoruz. Genç kızlığa ilk adım attığı yıllarda da bir tecavüze maruz kalarak bunun travmasını yaşıyor. Jake onun hayatındaki en iyi şey. Bu yüzden çocuk sahibi olmayı hiç düşünmezken bu yolda adımlar atmaya başlıyor. Bu arada Marisa Jake’in yanına taşınıyor ve evin boş duran odası için ek gelir etmek amaçlı bir kiracı aramaya başlıyor. Böylece Kate ile tanışıyoruz. Marisa’dan biraz daha albenili olan bu kadının aynı evin içine girmesiyle asıl olay akışı gerçekleşmeye başlıyor.

Marisa’nın hamile kalmasıyla istenilen bebeğe kavuşma gerçekleşiyor fakat bu hamilelik Kate’in varlığı ile gölgeleniyor. Marisa’ya göre Jake ve Kate yakınlaşıyorlar ve Marisa bunun somut örneklerini görmeye başlıyor. Kate’i hem evin içinde gözetim altına alarak hem de dışarıda takip ederek şüpheleri için deliller topluyor. Jake’in Ipad’ini kontrol ediyor ve neredeyse emin oluyor aralarındaki ilişkiye. Bu topladığı deliller sonrası oluşan baskıyla ve hamileliğinin de getirdiği duygusal baskıyla düşünceleri iyice karmaşıklaşıyor.

“Amacı neydi? Yapılabileceğini göstermek mi? Zevki başka bir yerden alırken onu damızlık bir kısrak gibi kullanmak mı? Belki de Jake psikopattı. Bir zamanlar psikopatlarla ilgili bir kitap okumuştu ve belirleyici özelliklerinden birinin empati yoksunluğu ve dilbazlık, yapmacık bir cazibe olduğunu biliyordu. Tam olarak Jake’i tarif ediyordu. Jake’in çok derinlikli biri olduğun inanmıştı. Ama o üç boyutlu insan resmi çıkmıştı. Sahte. Düzenbaz. Kimi incittiği umurunda olmayan bir şarlatan.”

Romandaki paranoya düzeyi Marisa’nın kuşkularıyla boy vermeye başlarken hikâye günümüz ve geçmiş arasında sıçramalarla devam ediyor. Marisa, Jake ve Kate arasındaki üçlü ilişki yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor. Anlamaya başlıyoruz ki Kate ve Jake, Marisa’dan da önce tanışıyorlar. Geçmişte kalan bir ilişki miydi bu acaba diye düşünürken Marisa Kate’i ciddi anlamda darp ediyor. Neye uğradığını şaşıran Kate bir müddet kendine gelemiyor ama sonrasında Marisa’nın hikâyenin başından itibaren yaşanılan her şeyi yanlış anladığını, yanlış yorumladığını ve gerçeklikten ciddi anlamda saptığını anlıyor. Biz de tabii Kate ile beraber anlıyoruz. Evet, Kate ve Jake yıllardır beraberler ve asıl çocuk sahibi olmak isteyen çift Kate ve Jake. Marisa ise taşıyıcı anne. Bu sebepten aslında Kate değil Marisa Kate ve Jake’in evine taşınıyor. Fakat bir süre sonra roller o kadar birbirinin içine geçiyor ki Marisa sağlıklı düşünememeye ve dolayısıyla hareket edememeye başlıyor. 

Nihayet iş işten daha fazla geçmeden durum fark ediliyor ve çözüm yolları aranmaya başlıyor. Yazının başında bahsettiğim bir diğer karakter, Jake’in annesini unuttuğum zannedilmesin. Onu yazmaksızın tüm bunları izah edebilmenin bir yolu yok. Hikâyeye ara ara girip çıksa da hikâyenin en baskın karakteri. Oğlunu hiç kimseyle paylaşmak istemeyen anne Annabella bu üçlüyü hep çok yakından takip ediyor. Onlar üzerinde hep çok büyük psikolojik baskı oluşturup, dengelerini bozuyor. Özellikle de Marisa ve Kate üzerindeki baskısı hissedilir derecede denge bozucu. Anlıyoruz ki bu paranoya ara ara hikâyeye girip çıksa da onun varlığıyla ateş alıyor.

Saksağan -insanlar arsındaki ilişki denildiğinde- ortaya çıkması gayet muhtemel paranoyaları, şüpheleri, yapmayı, bozmayı, yönetmeyi ve bu yönde bir ilişki seçilirse sonuçlarının buraya kadar gidebileceğini gösteriyor. Anne ve çocuk ilişkisi, kıskançlık ve sahiplenme duygusu, hayalini kurduğumuz  şeylere sahip olabilmenin riskleri Saksağan’ı başından sonuna merakla okumamızı sağlıyor. Mitolojide çocuk getiren leylek hikâyesinde geçen leyleğin aslında saksağan olduğunu da öğreniyoruz bu arada. Hikâyelerin aslı bir şekilde ortaya çıkıyor yani, bir şekilde doğru hikâyenin ne olduğunu öğreniyoruz eninde sonunda. Saksağan’da olduğu gibi.

İnceleyen: Aynur Kulak

Çeviri için Seda Peker’e teşekkürler.   

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir