2006-2007 yılında Türkiye’ de “Yılın Sanatçısı” ödülünü alan Cem Sağbil ile Gazete Sanat adına güzel bir röportaj gerçekleştirdik.
Sergi, sanatçının 40 yıllık sanat hayatının farklı dönemlerini içeren eserlerden oluşmaktadır.
St. Regis İstanbul’ da “Sanat ve Tasarım Günleri” kapsamında eserlerini Epos 7 Derneği ve Yaratıcı Çocuklar Derneği iş birliği ile sergi açılışı yapıldı. Sergiye Epos 7 Derneği’ nin yönetim kurulu başkanı Zafer Kozanoğlu ve yönetim kurulunda olan Didem Çapa gibi isimler de katıldı. Eserlerin satış gelirlerinin bir kısmı Yaratıcı Çocuklar Derneği’ ne katkı sağlamak amacıyla bağışlacak.
Sergiyi ve sanatçıyı tanırken heykeller üzerinden mitolojik okumalar yaptım ve bronzun günümüze evirilen hikayesi ve kaybolan mum tekniği hakkında bilgiler edindim. Gelin, bu bilgilere beraber göz atalım:
Öncelikle, heykellerinize baktığımda gözüme çarpan şey figüratif ağırlıklı çalışmalarınız ve malzeme olarak da bronz kullanmanız oldu. Bronz malzeme ile çalışma kaygınız mı var?
Heykellerimde genellikle figüratif çalışıyorum ve figür olarak ana tanrıçaları tercih ediyorum.
Başlarda ağaç çalıştım, taşla hiç çalışmadım ve her türlü kompozit malzemeler kullandım sonra bronza döndüm.Malzeme olarak bronz tercih ediyorum fakat zaman içinde farkına vardım ki malzeme kendini yaptığım iş ile belirliyor. Malzeme konusunda eskisi kadar tutucu davranmıyorum malzeme kaygım kalmadı diyebilirim. Zaman içerisinde daha geniş bir bakış açısına sahip oldum ve bu durum çok keyif verici. İyi bir iş kendisini malzemenin ardından da gösterir. Bronzun avantajı dayanıklı bir malzeme olduğu için kalıcılığı diğer malzemelere göre daha fazla olmasındadır. Bugün de uygulanan, benim de kullandığım kaybolan mum tekniği bronzun ilk çıkışından bugüne kalan en eski tekniklerden birisidir. Bugünkü teknolojiye uydurduğumuz şeyler var fakat prensipler, teknikler hala aynı. Yani 4 bin senelik teknikler günümüzde de kullanılmaya devam ediyor.
Heykellerinizde hangi konuları tercih ediyorsunuz?
-Konular mitoloji ağırlıklı ve figüratif çalışıyorum ama bu durum günümüzün ruhu olan malzemeler, konulara veya kavramlara karşı olduğum anlamına gelmiyor. Yapmasam bile çok takdir ettiğim sanatçılar var, çok takdir ettiğim kavramlar var. Mitoloji benim seçtiğim bir yol. Biraz daha klasik bir tavır diyebilirim kendi çalışmalarım için.
Çalışmalarınızda kullandığınız Kaybolan mum tekniğini anlatabilir misiniz?
-Bizim yaptığımız şey herhangi bir malzeme ile yapılan orijinal form var bu çamur, ahşap ya da metal olabilir hangi malzemeden yaparsanız orijinal bir objeniz oluşuyor. Kaybolan mum tekniğinde biz bundan silikon bir kalıplar alıyoruz. Bu silikon kalıpların içine tekrar mum dökülüyor ki bunlar 3 milimetreden başlayıp 5-6 milimetre kalınlığa kadar gider. Bir mum dökülüyor ve cila oluşturuluyor. O mum tekrar alçı ve bir takım karışımlarla -kiremit ya da seramik de olabiliyor- kalıplanıp tekrar fırında pişiriliyor. Kalıplanmış olan mumlar eridiği için orada kalan boşluğa da metal dökülüyor. Ondan sonra kalıplar kırılıyor ve dökülen metal çıkarılıp temizleniyor, yüzey çalışması yapılıyor, kaynaklanacak yerler kaynaklanıyor ve heykel patinası yapıldıktan sonra bitime hazırlanıyor. Kaybolan mum tekniğinin avantajı; ters açılı olan daha komplike ve zor olan formların kalıbını alma şansınız oluyor. Bir de kum tekniği dediğimiz bir teknik var bu teknikte ters açı olmaması lazım. Bunu kumda elimizin izini çıkarmak ve öyle döküm yapmak gibi düşünebiliriz ama kaybolan mum tekniğinde daha zor ve komplike kalıpları çıkarabiliyorsunuz. Kumda el izi çıkarmak zorken kaybolan mum tekniğinde parmak izimize kadar detaylı bir şekilde kalıbı çıkartabiliriz. Tabii bugün kullandığımız mumlar çok farklı. Eskiden bal mumu kullanılıyor, kaynak yapamıyorlardı en azından ilk dönemlerde. Daha sonra Çingene Kaynak denilen bir kaynak kullanıyorlardı -yani kurşunla birleştirerek- ya da kumaş katlarını kullanarak büyük heykelleri yapıyorlardı. O katları birbirlerinin içine gizleyip montajlıyorlardı.
Bugünün teknolojisi çok güçlü olduğu için aynı malzemede yaptığımız kaynakların yüzeyi pırıl pırıl çıkabiliyor ve nereden kesildiğini hiçbir şekilde göremiyorsunuz. Çünkü büyük objeler parçalı olarak dökülüyor. 2- 2.5 metrelik heykelin kalıp malzemesi 2-3 ton civarında yani 2-3 bin kilo kalıp malzemesi kullanılıyor. Bunu parçalı yaparsanız bu tanışılabilinir büyüklükte oluyor ve küçük vinçlerle çalışma şansına sahip oluyorsunuz böylece. Uzun bir süreç gerektirse de kaybolan mum tekniği ile alınan sonuçlar her zaman çok iyidir.
Genellikle bronz çalışmanızın size ne gibi avantajları oluyor? Siz hangi bronz çeşitlerini kullanıyorsunuz?
-M.S.200. yıllara kadar metal çok kalın dökülüyor. Ve soğuk çalışma ile yüzey çalışması yapıyorlar. Yani kalem dediğimiz metal uçlarla ya da çeşitli zımpara metotlarıyla yüzey çalışması yaparak heykeli oluşturuyorlar fakat bu zamandan sonraki heykellere baktığımızda metali daha ince dökmeye başladıklarını görüyoruz bunun neden malzemenin çok pahalı olmasındadır. İlk buluntulara bakıldığı zaman yaklaşık yüzde doksanının bakır olduğunu görürüz ama bugün binde üçlere düştü. Pahalılaştıkça daha ince kullanmaya başladılar. Bugünün heykelcilik anlayışına bakıldığında ne kadar ince dökülürse o kadar şık ve güzeldir. Onun haricinde -bunu hep komik bir bilgi olarak düşünürüm- bronzun bileşimi; bakır yüzde doksan, kalay yüzde on. Bugün çok bronz çeşidi var ama ben hala bu eski ölçütü kullanıyorum. Tabii içinde esen miktarda başka malzemeler de var. İlginç olan bugün kullandığımız bakır -yani saf bakır değilse- bulduğumuz ikinci el bronz parçalar genellikle gemi sökümlerinden gelir çünkü denizde malzeme yıpranmamış olur. Benim heykellerimde de birkaç bin yıllık bakır bile olabilir -elbette bu benim tahminim- çünkü o alınıyor eritiliyor mesela heykellerin savaş döneminde eritilip silah olarak kullanılması gibi. Savaştan sonra onlar ya tekrar heykel oluyor ya da başka bir makine yapımında kullanılıyor yani müthiş bir dönüşüm var bronzun.
Bir metal döküyorsunuz ve o metal binlerce yıl önce bir heykelin yapımında kullanılmış bir metal olabiliyor ve siz onu döküyorsunuz düşüncesi bile keyifli olabiliyor. Bunun analizleri bile yapılabilinir bence çünkü merak uyandırıyor ve bana çok ilginç geliyor.
Seçtiğiniz konuların mitolojik ağırlıklı olmasının nedenleri nelerdir? Kullandığınız mitolojik figürlerin hikayesinden bahsedebilir misiniz?
-Benim seçtiğim konular zamansız konular ve bu zamansız konuların kapısını bana mitoloji açtı. Mitolojinin bir özelliği şu; biz de şimdiki zamanda bu kadar çok etkin değilse bile İlyada, Odisseas ve daha niceleri şimdiki Ege taraflarında doğmuştur. Batı dünyasının felsefi, sosyolojik, psikolojik hayatını belirleyen çıkış noktalarının çoğu bu mitolojiden geliyor. Yani mitolojideki kavramlar bugün hala felsefi boyutta işleniyor. Mesela benim çalışmalarımdan birisi olan Sisifos dan yola çıkarsak Sisifos bir kral ve Asapos ‘ a kendi şehrine su getirmesi için ricada bulunuyor ve bunun karşılında da kendisine bir sır vereceğini söylüyor. Şehrine su gelince Asapos’ a kızı Aigina’ nın Zeus tarafından kaçırıldığını söyler. Buna çok öfkelenen Zeus onu ceza olarak yeraltına gönderir ve ona bir ceza verilir. Cezası da kayayı dağın tepesine itelemek. Kayayı iteliyor ve akşam kayanın tekrar düştüğünü fark ediyor. Ertesi gün yine iteliyor ve kayanın yeniden düştüğünü görüyor. ve her itelediğinde düştüğünü fark ediyor ve diyor ki ” Halkıma su getirmenin cezası bu ise ben bu cezayı çekerim” Tanrılar onu bir süre sonra affediyorlar çünkü kralın yaşama güdüsünü kıramadıklarını anladılar çünkü cezanın amacı o güdüyü kırmaktı.
Yer altına gönderildiği zaman “Kharon” ya da ” Kharoon” dediğimiz bir kayık var bu kayık ölüleri bu dünyadan öteki dünyaya para karşılığı götürüyor hatta eskiden Roma’ da ölülerin gözlerine altın para koyarlardı bunun nedeni ölülerin kayıkçıya para verebilmesini sağlamaktır. Bugün biz de “İmamın Kayığı” dediğimiz tabut vardır yani her dinde ve her inançta -hikayeler farklı olsa da- bir kayık kavramı vardır.
Bugün bile Sisifos, üzerine düşünülen ve yazılan yazılar bir kraldır. Albert Camus “Sisifos Söyleni” diye bir yazısı var. Sisifos’ un günümüzde bu kadar meşgul etmesinin sebebi, onun yaşama mücadelesini sürdürme şekline ve direncine duyulan bir hayranlıktır.
Aslında hepimiz yaşamak için direniyoruz. Başarılı olmaya çalışıyoruz, para kazanmaya çalışıyoruz, kendimizi eğitmeye çalışıyoruz bunlar bizim direnişimizin göstergesidir. Dışarıdan gelen baskılara karşı direnç gösteriyoruz, kendimize karşı direnç gösteriyoruz yani devamlı bir direniş halindeyiz. Bu hikayeyi tüm Sisifos örneklerimde kullandım başka bir örnek de Nietzsche’ nin “Müziğin Ruhunda Tragedyanın Doğuşu” adlı eserinde de Apollonist düşünce tarzını batılı bir düşünce olarak adlandırırken Dionysos ‘ u doğulu bir düşünce tarzı diye tanımlar bu kitapta. Bu iki kavram yani Apollonist ve Dionysist düşünce tarzı. Doğu esasında duygu ağırlıklı -temsil ettiği şey ay- Apollion ise -temsil ettiği şey güneş- mantık, bilgi ve kültür ağırlıklı bir düşünce tarzı. İnançlar, aşklar, hikayeler bunlar daha doğulu iken sistematik eğitim, mantık gibi konuların batıyı simgelediğine değinmiştir. Ve ay, duyguyu temsil ettiği için dişilik kavramını temsil ediyor. Hilal ise bakireliği simgeliyor. Orta büyüklükteki ay doğurganlığı, dolunay ise bilge kadını temsil ediyor.
Bunlara baktığımız zaman benim, dağın üzerindeki güneşi ( ya da kayayı) iteleyen Sisifos esasında duyguların üzerindeki mantığı ve mantık üzerindeki ikilemleri iteliyor. Biz de Apollon ile Dionysos arasında biz de Sisifos gibi o taşı sürekli bir yerlere itiyoruz. Bugün hala felsefi boyutta baktığımız zaman o ikilemi yaşadığımızı görüyoruz. Mitoloji zamansızlığa ulaşmak için büyük bir adım oldu. Yaptığım heykelleri hep mitolojiye bağlamaya çalıştım ve mitolojideki tekilliği seviyorum. Elbette hepimizin, sevgilisi, çocukları, ailesi oluyor ama hepimiz esasında tekiz. O tekillik durumu da bana zamansız ve sınırsız geliyor. Heykellerimde de bu durumlarını ve ana tanrıçaları anlattım.
Gazete Sanat adına yaptığım röportajda sorularımı cevaplayan Cem Sağbil’ e teşekkürlerimi sunarım. Fotoğraflar için Didem Çapa’ ya teşekkürler.
CEM SAĞBİL:
Cem Sağbil, 1958 yılında Zonguldak’ da doğdu. 1976-1979 İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi`nde İç Mimarlık ve Endüstri Tasarımı okudu. 1981 Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi`nde Prof. U.Gunther`in yönettiği seramik ve Heykel bölümüne girdi. 1988 Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisindeki öğrenimini Prof. G. Spanulo eşliğinde tamamladı. 1999 İzmir’de Bronzhane adında Sanat Bronz Döküm Atölyesi’ni kurdu. Ankara, İstanbul, İzmir, Çanakkale, Paris, Stuttgart,gibi şehirlerde meydan düzenlemeleri olan sanatçı çalışmalarını İstanbul ve İzmir’ de sürdürmeye devam etmektedir.
Daha fazla bilgi için:
Epos 7 Hakkında:
Yaratıcı Çocuklar Derneği Hakkında:
http://www.yaraticicocuklardernegi.org/
Röportajda değinilen konular hakkında daha fazla bilgi sahibi olmanız için size tavsiye edebileceğim web siteleri şunlardır:
sanatkaravani.com/nietzsche-ve-felsefesi-uzerine-birtakim-dusunusler/
blog.milliyet.com.tr/mitolojide-sisyphus-un-sisifos–hik-yesi/Blog/?BlogNo=273523
kayipdunya.com/kenanyilmaz/yunan-mitolojisinde-olum
Röportajda değinilen konular hakkında daha fazla bilgi sahibi olmanız için önerebileceğim kitaplar şunlardır:
Albert Camus, Sisifos Söyleni
Bedrettin Cömert, Mitoloji ve İkonografi
Friedrich Nietzsche, Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu
Özi Huntürk, Heykel ve Sanat Kuramları
Röportaj: Elif Özcan
İlk yorum yapan siz olun