İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 2007 yılından bu yana kentimizin göz bebeği mekanlarından biri. Kamuya açık kütüphanesi, sergiler için ayrılan galeri bölümü, “Atatürk ve Cumhuriyet Araştırmaları”, “Osmanlı Araştırmaları” ve “Bizans Araştırmaları” bölümleri sayesinde şehrin tarihinin araştırılmasına imkan tanımasıyla en nadide yerler arasında. İstanbul’u uluslararası düzeyde temsil etmeyi kendine ilke edinen İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Mimar Guglielmo Semprini tarafından 19. yüzyıl sonlarında Taksim Tepebaşı’nda inşa edilmesinin ardından Mimar M. Sinan Genim tarafından renove edilen tarihi bir yapıda hizmet veriyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın kültür, sanat, eğitim ve sağlık alanlarında gösterdiği faaliyetlerin bir sonucu olarak 2005’te açılan Pera Müzesi’nden sonra, ikinci önemli adım da burayla atıldı. Biz de enstitünün bilim kurulu başkanı Prof. Dr. Baha Tanman ile mekanın dünü, bugünü, İstanbul ve daha pek çok konu üzerine Mart ayında harikulade bir söyleşi yapmıştık. Fakat araya salgın girdi… Bu nedenle söyleşiyi bir süre rafa kaldırmıştık, ancak şimdi yayımlamanın vaktidir diye düşündük. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü mutlaka gidip istifade etmeniz gereken bir kurum. Enstitünün bilim kurulu başkanı Prof. Dr. Baha Tanman da rengarenk, son derece eğlenceli, kültive bir isim.
Baha Bey söyleşi için şimdiden teşekkürler. Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben lisans tahsilimi mimarlık üzerine yaptım. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ydi o zamanki adı. Yani bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi. 1975’te orada mimarlık bölümünden mezun oldum. Hemen ardından doktora yapmak üzere İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümüne girdim. Doktoramı İstanbul tekkelerinin mimarisi üzerine yaptım. 1976’da asistan oldum ve 11 Aralık 2019’a kadar orada akademik kariyerimi devam ettirdim. O tarihten sonra da emekli oldum ama orada aynı bölümde ders vermeye devam ediyorum. Kadirhas Üniversitesi’nde de kültürel miras bölümünde yine Osmanlı mimarisi üzerine ders veriyorum. Ve tabii vakfımızda da galiba 11 yıl oldu, bilim kurulu üyeliğini sürdürüyorum.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün tarihini biraz anlatır mısınız?
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün de bünyesinde bulunduğu Suna ve İnan Kıraç Vakfı 27 Ekim 2003 tarihinde kuruldu. Önce vakıftan genel olarak bahsedeyim. Vakfımız, kültür & sanat & bilim alanında müzeler, enstitüler, kütüphaneler açmaya ve işletmeye dair faaliyetler yürütmekte. Bunları gerçekleştirirken ülkedeki ve dünyadaki benzer kurumlarla da iş birliği yapılıyor. Mesela bazı projelerimizde Alman Arkeoloji Enstitüsü ile beraber çalıştık. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ise, vakfın 2005’te açtığı Pera Müzesi ile başlatılan geniş kapsamlı kültür, sanat projesinin ikinci önemli hamlesi. İstanbul merkezli bir araştırma enstitüsü burası. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini kapsıyor. İstanbul’un tarihi, kültürel yapısı, insan profili, musikisi, edebiyatı gibi alanları örnek verebilirim.
Enstitüde ne gibi birimler bulunuyor?
Atatürk ve Cumhuriyet Araştırmaları bölümü, Osmanlı Araştırmaları bölümü var. Mesela bu bölüme bağlı olarak aşağıdaki sergi alanında gördüğünüz (Mart 2020) Şevket Rado yazmaları bulunuyor. Şevket Rado çok ünlü bir koleksiyoncuydu. Dünya çapında tanınmış bir el yazması koleksiyoncusuydu. O koleksiyonun büyük bir bölümü bizim enstitümüz tarafından satın alındı ve üç cilt halinde onun kataloğu yayımlandı. Bunun yanı sıra Bizans Araştırmaları bölümü de var. O bölümün merkezinde ise, benim de hocam olan rahmetli Prof. Semayi Eyice’nin kitaplığı bulunuyor. Herkese açık bir kütüphanemiz var ayrıca. Enstitü denildiğinde sırf akademisyenlere açık bir alan gibi algılanabiliyor ama yavaş yavaş kabuk kırılmaya başladı. Zemin katımız ise galeri olarak kullanılıyor. Ama o alanın yetmeyeceği, daha büyük çaplı etkinlikler için de kardeş kurumumuz olan Pera Müzesi’ni kullanıyoruz. Mesela enstitümüzün açtığı ve Pera Müzesi’nde gerçekleşen sergilerimizden biri hipodrom sergisiydi.
Genel olarak bazı etkinliklerinizden, sergilerinizden de söz eder misiniz?
Tabii. İstanbul’da faaliyet göstermiş, günlük tutmuş, o zamanki yaşamı kendine göre yorumlamış Japonların orijinal notları, malzemeleri geldi mesela Tokyo’dan. Adını bendenizin koyduğu “Nil Kıyısı’ndan Boğaziçi’ne” sergimiz bir diğer örnek. Kavalalı Mehmed Ali Paşa Hanedanı’nın İstanbul’daki izlerini içeren bir sergiydi bu. Yine; “İstanbul’da Deniz Sefası” vardı. Plaj kültürünün nasıl başladığına dair bir sergiydi bu da. Ve İstanbul’a, 1917 Devrimi’nden kaynaklı kitlesel olarak gelen Beyaz Rusların başlattığı bir olay bu. “Sokak Köpekleri Sergisi” de çok tutuldu. Bir başka örnek; Yeni Cami’den Unkapanı Köprüsü’ne kadarki bir şeritte Venedik Mahallesi. Osmanlı döneminde yavaş yavaş o mahalle yutulmuş ama, izlerini takip ettiğinizde mesela bir hanın ya da bir binanın altında yok olmuş bir Venedik kilisesinin tonozlu altyapısını buluyorsunuz. Aygül Ağır Hoca bunun için Venedik arşivlerinde çalışmış, güzel İtalyanca bilen bir isim.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki “Arka Oda Toplantısı” etkinliği nedir?
Evet, enstitümüzün ikinci katında bulunan arkadaki oda aşağı yukarı kırk kişi alıyor. Fakat konuşmayı yapanın çok dinleyicisi olursa alanı genişletiyoruz. Arka Oda Toplantıları, başlangıçta yalnızca İstanbul’un tarihi, mimarisi, arkeolojisi ile ilgili bir etkinlikti. Şimdi araya edebiyat ve İMAP’tan (İstanbul ve Müzik Araştırma Programı) dolayı müzik de girdi.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün bu sene yayımladığı yıllığın detaylarını da buraya tıklayarak inceleyebilirsiniz.
Röportaj: Mert Bekçi
İlk yorum yapan siz olun