Çok yönlü başarılı davulcu ve son yıllarda isminden oldukça söz ettiren ünlü grup “Retrobüs”ün bateristi Kaan Alptekin ile güzel bir röportaj gerçekleştirdik.
Mine Alpan: Kaan Alptekin’i biraz tanıyabilir miyiz?
Kaan Alptekin: Tabii ki. 1983 Kütahya doğumluyum. Halkla ilişkiler ve tanıtım mezunu, yayıncı, felsefe, bilim tutkunu bir müzisyenim. Ayrıca aranje, kayıt, mix, mastering de yapıyorum.
Müziğe nasıl yöneldiniz ?
Annemin aldığı klavye ve klasik gitar ile. 6 yaşındaydım. Sonrasında davul ile tanıştım. (gülüyor)
Kariyerinizdeki en büyük dönüm noktaları neler oldu?
2013’te konser dönüşü geçirdiğim trafik kazası, müziğe 5 yıl ara verip yayınevi kurmama vesile oldu. Bütün ekipmanımı satıp geri dönmemek üzere yayıncılık hayatına başladım ve daha bir çok farklı işler ve sektörlerde bulundum. Bu süreç beni fazlasıyla geliştirdi. Büyüdüm diyebilirim. Özellikle entelektüel anlamda. Günde 2 kitap okuduğum oluyordu. Hayatı daha stabil, minimal ve aşırı uçlara uğramadan yaşama kararı almam sanırım aşırı uçlarda yaşadığım 20’li yaşlar ve 30 yaşında geçirdiğim bu trafik kazasının etkisi ile oldu. Müziğe geri döndüm o başka tabi. Ama ayaklarım daha sağlam yere basıyor artık.
“Retrobüs” grubuna ne zaman katıldınız?
1 Temmuz 2019 yılında.
“Retrobüs” son yıllarda gerek şarkılarıyla gerekse sahne performansıyla adından oldukça söz ettiren bir grup, peki istediğiniz amaca ve hedefe ulaşabildiniz mi?
Aslında uzun yıllardır adından söz ettiren bir grup Retrobüs. Yılda yaklaşık 140-150 konser veren çalışkan bir grup. Retrobüs bir amaç değil, bir araçtır. Bu yüzden sürekli yollarda… Yolumuz 180 değil, 360 derecedir. Varılacak bir hedef, tamamlanacak eksik bir yanımız yok hayata bakış açımızda… Bize ayrılan vakti hep birlikte keyfi-kederiyle kabullenip yolculuğumuzun tadını çıkartmak için bu sarmalın içindeyiz. Kalplerimizde 7’den 70’e hepimizde iz bırakan büyük ustalar ve yanımızda sazlarımızla beraber yolculuğumuzun tadını çıkartıyor, duraklarda sevenlerimizle buluşuyor, onlarla beraber yolculuğumuza devam ediyoruz. Benzinimiz bu yüzden hiç bitmiyor… Geçmişi, üstadları, sevenlerimizi, müziği ve birbirimizi seviyoruz. (gülüyor )
Kendinize ait bir “StudioKA” ismini taşıyan stüdyonuz var, burada nasıl bir çalışma sisteminiz var? Burada özel bateri dersleri de veriyor musunuz?
Aslında daha önce amatör ekipmanlarla yaptığım kendi parçalarımı daha profesyonel kaydetmek için ekipman almaya başladım fakat sonra hızımı alamadım ve bir baktım ki stüdyoyu kurmuşum… İşin tuhafı, grubumun ve gelen işlerin kayıtlarını yapmaktan henüz kendi kayıtlarıma başlayamadım. Aranje, kayıt, mix, mastering, beste, klip, montaj, kurgu, her şey var.
Şu korona belası ve yaşadığımız stresli günlerin geçmesi ile konsantre olup eski şarkılarımın kayıtlarına başlayacağım. Motive olamıyorum biraz…
Evet ders veriyorum.
Davulun dışında çaldığınız başka enstrümanlar var mı?
Gitar çalıyorum.
Müziğin hangi tarafında olmaktan keyif alıyorsunuz?
Paylaşan, hisseden tarafında. Ezen, üste çıkan ‘en’ li mantıktan ise hiç haz alamıyorum. Hayata bakış açıma ters. ( gülüyor )
Bir davulcu günde kaç saat enstrümanı ile vakit geçirmeli?
Bu kişiye göre değişen bir konu. Herhangi bir şeyde üstadlaşmak için en az 10000 saat onununla çalışmak gerekir. Bilimsel bir argümandır.
Bu yola çıktığınızda örnek aldığınız bir idolünüz var mıydı?
Nick Menza. İlk örnek aldığım davulcudur. İlk çıkartıp birebir çaldığım şarkı ise “Youthanasia”.
İleriye dönük hedefleriniz neler?
Stabil, minimal, şovenizm ve cehaletten uzak, aşırı uçlara uğramadan yolculuğumun tadını çıkarmak. Bir de belki birkaç albüm. ( gülüyor )
İlk yorum yapan siz olun