1982 yılında Edirne’de doğan Nuri Çetin’i bilenler zaten biliyor. Uzun yıllardır bir karikatürist olarak mizah dünyasında gördüğümüz, Kemik’ten Leman’a kadar farklı birçok karikatür dergisinde çalışan Nuri Çetin, Beyaz Baykuş Yayınları tarafından “Gevşek” adlı karikatür kitabını da çıkarmıştı. Karikatür dergilerini yakından takip edenlerin bilip sevdiği Nuri Çetin, radyoda Mesut Süre’nin Rabarba programına konuk olarak katılımıyla da adından söz ettirdi. Günümüzde de sağlam bir kitlenin takip ettiği Nuri Çetin uzun süredir sosyal medyada ürettiği “Nurikatür” adını verdiği çizimli videolara verdi kendini. Çok erken yaşlarında eline kalem alıp bir şeyler “çiziktirerek” başlayan karikatür yolculuğunda Nuri Çetin bugün hem çizimleri & videoları hem sosyal medyada katıldığı & ürettiği içerikleri ile sıkı bir kitleye sahip. Lafı daha da uzatmadan, Çetin’le yaptığımız sohbeti aşağıda bulabilirsiniz.
Nuri Bey hoş geldiniz. Önce geçmişten bugüne kendinizi biraz anlatır mısınız?
82 senesinde doğdum. Tamamen hissiz, amaçsız bir çocukluk ve ergenlik geçirdim. Bebeklikten beri bir şeyler çizip durdum ama meslek olması gerçekçi gelmiyordu. Mizah dergilerine amatör olarak gitmeye başladığım anda sanki hayatımda bir on/off tuşuna ilk defa basılmış gibi oldu. Bir can suyu geldi, yanaklara kan geldi, kulaklarım ısındı. O saatten sonra da istesen de bırakamazsın zaten. Dergilerde çalışmaya başladım. Bir çizer arkadaşımın vesilesiyle Mesut Süre’yle tanıştım. Radyo programına konuk olmaya başladım. Dergi ve radyo birlikte sürdü gitti. Sonra sosyal medya trenini yakalamak için ardından koşup kaçak bindim. Yaptığım “Nurikatür” videolarını Instagram, Twitter ve Youtube’da paylaşıyorum. Evde 3 kedim var. Her yer tüy. Çok bıktım. Arz ederim.
Dergilerde ilk kez ne zaman, nasıl çalışmaya başladınız?
Üniversitede okurken 2003 senesinde Penguen dergisinin amatör çizer toplantılarına giderek başladım. 3 ay sonra ilk karikatürüm yayımlandı. 1 buçuk yıl sonra her hafta bir bant çizmeye başladım amatör sayfada. 2005’te Kemik dergisinden çağırdılar. İlk profesyonel işim oydu. Gerçi amatörken daha çok para veriyorlardı ama olsun. Bir dergi kadrosunda olmak çok kıyak bir histi.
Bir şeyler çizmeye çok erken yaşta başlamışsınız. Daha sonra üniversitede sizi iktisat okumaya iten nedenler neydi?
Kimse itmedi ben yuvarlandım. 18 yaşımda ne olacağıma dair bir fikrim yoktu. Tamamen açıkta kalmama endişesiyle yazılmış bir tercihle İstanbul Üniversitesi İktisat bölümüne yerleştim. Okuldan kafamda en ufak bir bilgi kırıntısı dahi kalmadı. Ben de herkes gibi ekonomi cahiliyim. “Şaak! bir 10 milyar dolar daha” seviyesinde ekonomi bilgim. Okul bitince askerden kaçmak için Trakya Üniversitesi İktisat Yüksek Lisans programına başvurmuştum. 5 kişi alınacak, 8 başvuru var. Kağıt üzerinde okuduğum okul ve mezuniyet ortalaması açısından açık ara en iyi aday bendim. Mülakatta hoca cebinden 20 lira çıkarıp “Bu para Merkez Bankası’nın aktifinde midir yoksa pasifinde mi?” diye sordu. “Aktif” dedim. “Aktif mi?” Dedi. “Pasif” dedim. “Tamam çıkabilirsiniz.” dedi. 2 ay sonra Erzincan’da mühimmat bölüğünde tekmil veriyordum.
Bildiğim kadarıyla karikatüristlik üzerine üniversitelerde bir bölüm yok. Sizce bu olabilir mi veya olmalı mı? Mizah yapmak başkasından öğrenilebilir mi?
İşin çizim kısmıyla alakalı okullar var. Orada alınacak eğitimler büyük bir artı olur ama karikatür çizmeyi amaçlayarak bu okullara giren yoktur diye tahmin ediyorum. Haddinden fazla bir eğitim almış olursunuz çünkü. Halı sahaya Messi çağırmak gibi bir şey. Okullu “katır bilek” çizerler de var tabii. Onlar da genelde çizgi romanda kullanırlar bu yetilerini.
Haftalık mizah dergiciliğinde alaylı bir yetişme geleneği var. Hem çizgi hem mizah tarzı her hafta çizdikçe geliştiriliyor. Karikatür çizmek isteyen gençler ilk başta hayran oldukları bir çizerin hem çizgisini hem mizah tarzını taklit ederek başlar. Bu kural hiç sekmez. Biraz ışık veren genç git gide daha çok şans bulur dergide. Yavaş yavaş işleri ister istemez evrim geçirip şahsileşmeye başlar. Hem işe de hakim olur, bir tarz oturtup fark yaratmazsa bir numara olamayacağını da anlar. Büyük oranda bilinçsiz, biraz gözü açılınca da kasıtlı olarak kendi tarzını farklılaştırarak yoluna devam eder.
Mizahın temeli belki bir nebze öğretilebilir ama okulu sanki olmaz gibi geliyor bana. Bir yandan bu işi çok kişisel ve özgün bir sanat dalı gibi tanımlayıp aşırı romantize etmek de istemiyorum. Zaten sanatçıların da yaptığı işi yüceltmesi bana müthiş itici geliyor. Ben yemiyorum o afra tafrayı. “Boş tuvalde bir imge görüyorum” falan bırak bu işleri aga! Sanatçı imajını satmak için edilen beylik laflar bunlar. Yapılan iş ne kadar özgün olursa olsun herkes işinde ustalaşırken kendine göre bir formül bulup sürekli onu uygulayarak ekmeğine bakıyor. Şöyle diyelim; mizahın üniversitesi olmaz ama anaokulu olur. Berbat bir cevap oldu ama olsun.
Bir karikatüristin hayata bakış açısı gerçekten diğer insanlardan daha mı farklı?
Tahminim öyle ki bütün yaratıcı işlerle uğraşanların asıl motivasyonu ilgi isteği. Bebekken sokaktaki yabancı bile bizi görünce sever, kucaklar, öperdi ama büyüdükten sonra kimse yanağımızdan makas almaz oldu. Aynı ilgiyi tekrar kazanmak için ne yapabiliriz acaba diye dört dönen ilgi arsızı insanlar bunlar. Eve sokulmayacak tipler. Karikatürcüler de ne takla atsak seviliriz diye kendinde bu yatkınlığı bulup geliştirmiş insanlar işte. Aslında herkeste olan bir beceriyi kas çalıştırır gibi geliştirmişler. Kafası basan herkes karikatürcü olabilir diye düşünüyorum ben. Herkes bizim gibi ilgi arsızı olmadığı için ne yapsak diye aranmıyor ve bu işlere el atmıyor sadece. Çok özel insanların mesleği falan değil yani.
Siz işlerinizde ne tür temalar işliyorsunuz?
Sosyal konular işliyorum sanırım genelde. Bazen de absürd öyküler oluyor, hikayenin nereye gideceği belli olmuyor. İnsan ilişkileri, gündemdeki konular falan. Naif ve temiz bir mizah yapmıyorum. Beni sert buluyorlar ama yapmak istediğim mizahın 10’da 1’ini yapabiliyorum belki de. Sebebi de lanet olası postmodernizm rüzgarı. Konu öyle yanlış anlaşıldı ki memlekette, ne olduğunu anlamadan “Ayrımcı, cinsiyetçi, hayvan hakları karşıtı” gibi duyarlılık çığı altında kalınıyor. Mesela bir espri içinde cinsiyetçi bir tipleme yapılınca muhakkak ki o karakterin cinsiyetçi ifadeler kullanması gerekiyor. Esprinin geneline bakarsanız aslında o cinsiyetçi karakterin cahilliği vurgulanıyor. Ama duyar kası aşırı gelişmiş insanlar asıl meseleyi ıskalayıp o cinsiyetçi ifadelere takılarak üzerinizde baskı oluşturuyor. Artık yabancı komedyenlerin mizahına çok daha kolay ulaşabiliyoruz. Çocuk tacizi veya din gibi bizim konu başlığını açmaya dahi çekineceğimiz tartışmalı mevzularda çatır çatır sert mizah yapabiliyorlar. Çünkü ifade özgürlüğü konusunu özümsemiş bir kültür var. “Bu bir şaka, gerçek bir fikir değil.” ayrımını yapabilmiş ve çiğ duyarlılık reflekslerini çoktan aşmış bir kültür var. Yakın zamanda iki genç komedyenin Alevilik ve Atatürk konulu şakalarından dolayı nasıl linç edildiklerini hatırlarsınız. Yine neyin şaka, neyin gerçek bir fikir olabileceğinin ayrımına varamadık. “Şu konunun mizahı yapılamaz” gibi kibir, baskı ve sansür kokan cümleler duyduk. Ve maalesef bu baskılar eğitimli, özgürlükçü, seküler ve kültür sanat ürünlerini tüketen kitleden geliyor. Benim de bir eğlendirici olarak hem işlerimin ilgi görmesinden şahsi tatmin için, hem de ekonomik açıdan sürdürülebilir şekilde işime devam edebilmek için geniş kitlelere ulaşma zorunluluğum var. Bu duyarlılık çığının altında kalmamak için çok fazla otosansür uyguluyorum ve bu durumdan hiç memnun değilim.
Instagram’da ürettiğiniz Nurikatür adlı çizimli video içeriklerinizi biraz anlatır mısınız?
Dergicilik çoktan beridir inişte olduğu için akacak başka mecra gerekti ve orası da tabii ki sosyal medya. Sosyal medyanın diline uygun, karikatürden farklı yeni bir yöntem bulmaya çalıştım. İçinde illa çizgi olsun istedim. İlkin Mukavva isminde gerçek hayat boyutlarında çizim yaptığım bir YouTube işi tasarladım. 10 tane video yaptım ama tek başına altından kalkamayacağım bir iş olduğunu gördüm, nefessiz kalıp bıraktım. Sonra aynısının daha küçük ölçeklisi denilebilecek olan Nurikatür ismini verdiğim yeni işe başladım. Kısa bir öykü yazıp, çizdiğim karelerin içine canlı olarak kendimi kattığım, amatör oyunculuğumla canlandırdığım basit animasyonlu videolar şeklinde tanımlayabilirim herhalde Nurikatür’ü.
Radyocu ve komedyen Mesut Süre’nin programlarında dünden bugüne bir araya gelen bir ekip var. İçlerinden bazıları kendisini sahneye de attı. Siz de stand-up yapmayı düşünür müsünüz?
Stand-up mizah yapmak için en zor ve en riskli yöntem. Başarılı olması çok zor ve başarısızlığı da yıkım getiren bir yer stand-up sahnesi. Mesut’un teşvikiyle epeyce arkadaşım sahneye atladı ve artık hepsi başarılı ve tecrübeli stand-up’çılar olarak yetişmiş durumdalar. Hepsi de bana nispeten çok daha dışa dönük insanlar. Bana da aynı şekilde ısrarcı oldular ama ben halimden memnunum. Asla yapmam diye çok net konuşmayayım ama hala sahne direnişimi sürdürüyorum.
Eski ve yeni jenerasyon arasında sevdiğiniz karikatüristler kimlerdir?
En sevdiğim çizer Emrah Ablak’tır. Çok eski bir okur olmadığım için Emrah Ablak’ı Kemik dergisinde tanımıştım. Köşesinde çizdiği her karikatür sektirmeden kahkaha attırıyordu bana. O kadar istikrarlı bir şekilde komik ve kaliteli işler o güne kadar görmemiştim. Garip de bir imzası var bilirsiniz, kaligraf edasıyla fırça kalem veya tarama ucuyla attığı. Düzgün okuyamayıp “Empay Ablak ne biçim isim lan” diye geçirmiştim içimden. Onun haricinde Umut Sarıkaya, Memo Tembelçizer ve Cengiz Üstün’ü çok severek okuyorum. Yeni jenerasyon çizer pek çıkmayabilir artık çünkü mizah dergiciliği bitme noktasında. Dergilerde çıkmasa da sosyal medyada görebiliriz yenilerini. Yeni jenerasyon sayılmayabilir belki ama en genç Cihan Kılıç ve Özer Aydoğan geliyor aklıma. Gayet iyiler.
Pandemi döneminde neler yapıyorsunuz?
Salgından en az etkilenen şanslı “içe dönük” güruha dahilim. Salgın öncesinde de zamanımın %80’ini evde geçiren, evden çalışan bir insandım. Salgının ardından bu süre %95’e yükseldi. Evle yekvücut oldum. Evin tesisatıyla benim dolaşım sistemim bir oldu. Damarlarımda elektrik, su, doğalgaz dolaşıyor. Nefes alıp veren bir gayrimenkul oldum, hiç şikayetçi değilim.
Sohbet için çok teşekkür ederim. Son sözlerinizi alabilir miyim?
Dünyanın sonu geliyor. Kılıç tutan elinizi sağlam tutun. Yalnızca çeliğe güvenin. Sırtınızı duvara yaslayın ve canınızı pahalıya satın… Sevgiler 🙂
Yolun açık olsun zevkle takip ediyorum