MİKROTOPYA sergisi farklı disiplinlerden 16 sanatçının yıkılacak bir binaya müdahalesi ile oluşturulmuştur. Bina kendi içerisinde terkedilmiş haliyle sanatçılara tam anlamıyla özgür hareket edebilecekleri deneysel bir alan haline gelmiştir. Sanatçılar kendi sanatsal ve teknik yaklaşımlarıyla binaya farklı bir anlam kazandırmıştır. İnsanların evlerine kapandığı ve günlük rutinlerinin değiştiği bu distopik zamanda MİKROTOPYA sergisi izleyenleri kapıları ve pencereleri olmayan bu binayı deneyimlemeye davet ediyor.
Kentsel dönüşüme uğramış, yıkılma kararı almış bir bina, 16 genç sanatçı tarafından
sergi alanına çevrildi. Mikrotopya adıyla düzenlenen bu sıra dışı sergide birçok farklı disiplinden sanatçı yer alırken, ev sahipleri de evlerini böyle uğurlamaktan oldukça memnunlar.
Kentsel dönüşüm özellikle Feneryolu, Göztepe gibi Kadıköy’ün farklı mahallelerinde devam ediyor. Dönüşüm sanat alanında da çok tartışılan bir konu. Kadıköy’deki 16 sanatçı da Begüm Tekay’ın öncülüğünde kentsel dönüşüme uğramış, yıkılma kararı alınmış ve boşaltılmış bir binayı sergi alanına çevirdiler. Sanatçıların tam olarak özgür hareket edebileceği, deneysel bir alana dönüşen binaya 16 sanatçı, farklı anlamlar kazandırdılar.
Mikrotopya sergisi, insanların evlerine hapsolduğu, günlük rutinlerin salgın nedeniyle değiştiği bu zamanda kapıları, pencereleri olmayan bir binayı deneyimlemeye çağırıyor. Feneryolu Mahallesi Atılay Sokak No:14’te bulunan serginin yapıldığı binayı yıkılana kadar İstanbullular, Kadıköylüler bu alanı deneyimleyebilir, sergiyi gezebilir.
Mahallelinin markete giderken görebileceği sergi…
Sanatçı Begüm Tekay’ın atölyesi aynı zamanda sergi alanına çevrilen boş binanın yanında yer alıyor. Tekay, “Burada çalışma uzun süredir devam ediyordu, yıkılacaktı. Ben de Neden bu
binayı sergi alanına dönüştürmüyoruz?’ diye sordum ve harekete geçerek böyle bir iş çıktı”
diye anlatmaya başlıyor.
Sanatçıların işlerini sergileyebileceği bir alana ihtiyacı olduğunu söyleyen Tekay, bir galeriyle bu mekanın arasındaki farkı anlatıyor: ‘’Bir galeri mekanı sanatçının ihtiyaçlarını karşılıyor gibi görünebilir. Ancak galerinin beklentilerini karşıladığınız sürece. Bu çok sert ve haksız
isteklerle size sunuluyor. Maddi çıkarlar fazlasıyla ön planda. Seyirci ile sanatçı arasına giren görünmeyen ilişki ağları mevcut. Bu kurumlara kişilere gerek var mı? Sosyal medya ile bizi insanlar bulabiliyor zaten. Galeriye neden ihtiyaç var gibi bir soru da ortaya çıkıyor tabii. Kaldı ki daha önce sergiye gitmemiş birisi galeri mekanından çekiniyor. Bu mekanın apartman olması, mahallelinin markete giderken bile dikkatini çekebilecek bir sergi mekanı olması, günlük rutinimizde yer alan bir alanda olması galeriden ayırıyor. Burada kurulan ilişkinin de daha samimi olacağını düşünüyorum. Bu sergi, pandemi koşullarında da olsak sanatın her koşulda yapılabilir olduğunu da gösteriyor.’’
“Sanat böyle yerlere taşınmalı”
Sanat galerisinin yapısını eleştiren Tekay şöyle devam ediyor: ‘’ Bu tip kurumlarda yapılan sergilerde öncelikli amaç sanatçıyı öne çıkarmak, düşüncesini izleyici ile paylaşmak değil de ortaya çıkan eserin nasıl satılabilir olduğuna odaklanınca dengeler fazlasıyla değişiyor. Bu dengeler izleyiciye görünmeyen bir biçimde fazlasıyla yansıtılıyor. Kimin izleyici olacağına kadar. Bu binada yaptığımız şey tamamen çalışmalarımızı sergilemek olduğundan ve kimsenin birbiriyle yarış halinde olmaması, gelen izleyici kitlesinin her birinin kendini sıkacağı bir sergi mekanında değil de daha tanıdık ama yabancı bir yerde hissetmesine buna karşın kendine has o deneyimini yaşamasına olanak verdi. Sanatı ve sanatçıyı biraz daha tanımalıyız. Sanatçıyı yüksek yerlere çıkarmaya da gerek yok. Sanatçı senin yan komşun. Bu şartlar altında da sanata, kültürel değerlere katkı sağlamaya çalışan bu insanlara biraz daha kafaların çevrilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. ‘’
Batıkan Bostancı da sergide yer alan 16 sanatçıdan biri. “İlk duyduğumda çok
heyecanlandım” diye söze başlayan Bostancı, “Sanat artık böyle yerlere taşınmalı. Çünkü bir
doğal alan ve kimimiz ekleyerek kimimiz kazarak burada çok güzel işler çıkardık. Bunu da tekrarlayalım istiyoruz. Çok keyifliydi. Umarım izleyiciler de keyif alır. Burada binanın ruhunu katmaya çalıştık çalışmalarımıza” diyor
Erdost Yıldırım ise binanın bir katında mutfakta, kadın emeğine dikkat çeken bir çalışma yaptı. Yıldırım, hem çalışmasını hem de sergiyi şöyle anlatıyor: “Kentsel dönüşüm uzun zamandır sanat alanında tartışılan bir konu. Binanın yaşayışı, o binanın insanlara kattığı şey, anılar ve tüm bunların ortadan kalkması tartışılan konular. Ona iyi bir son hazırlamak da keyifli bir fikir olarak canlandı kafamda. Benim işlerim kadın emeğini görünür kılmak üzerine. Mutfağa kısıtlanmış hayatlarında kadın mutfaktaki ekonomiyi oluşturan bireydir. Kendi kimliğini de yok sayar, saydırılmış olur. Ben de bu kadınların kendi üretimleriyle birlikte fotoğraflarını çekip stensıllarını yaptım. Tarhana, reçel ve salçayla temsillerini tekrar yarattım.”
“Bina nasıl yok oluyorsa, anılar da yok oluyor”
Sergide yer alan bir diğer sanatçı da Songül Girgin. Girgin, diğer sanatçılarla aynı hisleri
paylaşarak sınırlar içinde kısıtlamanın olduğu alanlardan çıkmanın iyi geldiğini söylüyor.
Girgin, normalde politik işler üretmiyor fakat binada olmanın kendisinin politik olduğunu
düşünüyor ve işini anlatıyor: “Bu sergi belirli çizgilerin dışında iş üretme fırsatı yarattı bize.
Yaptığım işi binanın içindeki nesnelerle gerçekleştirdim. Ağaç aslında mezarların başına
dikilen selviler gibi bir imge. Atık çamaşırlarla, insanların anılarıyla onları uğurluyorum
aslında. Terk edilmişlikten daha güzel bir şeye dönüştürmek istedim. Anılar benim için
değerli. Nasıl bu binalar dönüşümle yok oluyorsa, aslında anılar ve biz de yok oluyoruz.”
Muhittin Can da “Bağımsız etkinlikler de olabildiğince var olmaya çalışıyorum. Varlığımızı sürdürmek açısından iyi bir olanak bence böyle projeler” diyor ve yaptığı işi “İnsanların kendi özüne dönmelerine yönelik bir eleştiri sundum. Papa resmi üzerinden inanç sisteminde bir aracıya ihtiyacımız olmadığına yönelik yönlendirmeler yapmak istedim” diye anlatıyor.
Ev sahipleri de sergiden memnun
Sanatçılar kadar yıkılacak binadaki eski ev sahipleri de sergiden oldukça memnun. Emire Tütüncü, 30 yıldır kaldığı dairede, sergi kapsamında yapılan işleri görmek için binaya gelmiş ve böyle bir vedanın kendisini çok mutlu ettiğini söylüyor: “Kentsel dönüşümle müteahite verilince taşındık buradan. Böyle işlerin çıkacağını tahmin etmiyorduk. Evimiz yıkılmadan güzel bir şekilde veda ediyoruz. Hem gençlere örnek oluyor hem de sanatsal faaliyetlerle bitmesi bizi çok mutlu etti. Gezerken de çok sevdiğim şeyler oldu, mahalleli için de gezip görebilecekleri bir yer olmuş oldu.”
Alev Ataç da aynı binada oturmasa da ev sahiplerinden biri, hissettiklerini şöyle anlatıyor: “Bu evde kalmadım ama 34 yıldır Feneryolu’nda oturuyorum. Evimizi müteahhite teslim ettiğimizde böyle değildi ama şimdi bu haliyle hatırlayacağız evin son halini. Kentsel dönüşüme protesto gibi bir şey bu, öyle anlıyorum ben en azından. Kentsel dönüşümün olması gereken yer Kadıköy’ün Feneryolu Mahallesi miydi? Bu bakımdan değişik, protest bir çalışma olmuş.”
Fırat Fıstık
Mikrotopya’ya dair…
Bağımsız sanatçılardan açık çağrı!
Bu organizasyon Tekay Art Studio’nun fikriyle; boşaltılmış bir binayı sergi mekanına dönüştürme gayesinden hareketle ortaya çıkarak farklı disiplinlerden sanatçıların resim, grafiti gibi çalışmalarının yanında binada daha önce yaşayan insanların bırakmış oldukları materyalleri de kullanarak kısa sürede nasıl bir sergi alanına dönüştürebileceği üzerine odaklanmıştır.
İsmini Nicolas Bourriaud’ın ilişkisel estetik kuramından ilhamla alan Mikrotopya; pandemi ile birlikte değişmek zorunda kalan insan ilişkilerini, sergi akışının içinde, her an yıkılması beklenen bina ile yeniden deneyimleme imkanını yaratmaktadır. Önceden planlanmayan kolektif bir hareketle beş gün içinde meydana çıkan sergi, sanat üretimi yaparken zaman zaman benzer soruları soran, cevaplarını kendi imkanları ve üretim yöntemleri ile veren sanatçıların bireysel uygulamalarını içerir. Özellikle bir konu etrafında toplanmayan 16 sanatçı; mekanın kendilerine sunduğu olanakları limitli malzemeyle ve ne zaman yıkılacağı belirsiz olan binada, kendi teknik ve sanatsal yaklaşımlarıyla açığa çıkarmıştır. Deneysel bir zeminde ilerleyen sergi her alandan izleyici kitlesini hiçbir kavramsal yönlendirmeye mecbur bırakmadan, sergiyi (binayı) izleyicinin kendisinin keşfedeceği bir sürece sokmaktadır. Bu keşif süreci tamamen izleyici ve bina arasında olmakla birlikte binanın sunduğu gereçlerle alışılagelmiş sergi izleme yöntemlerinin de dışına çıkmaktadır.
Çalışmalarını paylaşmak için bir mekana ihtiyaç duyan sanatçıların binayı özgürce kullanabilmeleri -galeriler gibi kurumsallaşmış mekanların görünmeyen keskin kurallarının olmadığı bir sergi mekanını yaratarak- izleyicilere de bir sergiden beklentilerinin ne olabileceğine dair sorular sormasına vesile olmaktadır. Sergi, binayı sanatçıların çalışmalarıyla deneyimleyen kişilere yıkıntı içerisinde, kolektif ilişkiler ağının nasıl kurulabileceğine dair göndermeler yaparken günümüz sanatının farklı açılardan
yorumlanabilecek deneyim alanlarının da konumunda yer almaktadır.
Hiyerarşinin ve beklentinin olmadığı sanatsal bir eyleminin iddiasız gelişen süreci, kapılarını 1 Kasım 2020 tarihinde kamuya açmış olup bina yıkılana dek devam edecektir. Dışarıdan bakıldığında tekinsiz bir imaj çizen bu bina konforsuz haliyle, şık sergi mekanlarındaki samimiyet ve güven duygusunu izleyicinin sorgulamasına bırakıyor. Her an yıkılması beklenen binadaki sanatçılara ait çalışmalar bina ile birlikte yok olup kentsel dönüşümün bir parçası olmaya hazırken sanat eserinin dokunulmazlığı ve biricikliği konusunu yorumlamak adına izleyicilere yönlendiriyor.
İlk yorum yapan siz olun