Oyuncu ve yazar Bihter Dinçel’in ilk romanı Küsurat Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. İlk kitabında yer alan tiyatro metinleri, kaleminin ne denli tatlı-sert olduğunu gözler önüne seriyordu. Bu nedenle ikinci kitabı da bende merak uyandırdı. İlk fırsatta alıp okudum.
“İnsanlar hislerini hakla hukukla sınırlandıramaz, öyle değil mi? Buna mahalle baskısı demiyor muyuz?”
Bir Kuzgun dile gelmiş… Hafızasını kaybeden bir kadını ve komadan yeni çıkmış bir adamı gözlüyor. Görüp duyabildiği her şeyi de biz okuyuculara aktarıyor. Anlattıklarını duysanız, “Aaa ben bu hikâyeyi biliyorum,” dersiniz. Bu düşüncenizin sebebi Kuzgun’un anlatıcı olarak çok kabiliyetli olması mı yoksa olayların zihninizde bir yerlere dokunması mı, ona siz karar vereceksiniz. Bana sorsanız toplumsal hafızadan söz ederdim… Bazı sözler de acılar da ne yaparsak yapalım unutulmuyor.
“Hepiniz, bir anda gökyüzünden süzülüp her yeri güllük gülistanlık yapacak bir süperkahraman beklediği için bu kadar umutsuzsunuz.”
Yeni ve eskiyi okuyucusuna bir arada sunan Bihter Dinçel, bizi yüzleştirdikleriyle yeni yollar açıyor. Neyi neden hatırlıyoruz? Biz mi böyle hatırlamak istedik yoksa her şey aynı hatırladığımız gibi mi yaşandı? Sarsıcı kurgusuyla Keşke Unutsam hafızalarımızda yer edeceğe benziyor…
Kitapta en çok kalbime dokunan yeri paylaşarak bitirmek istiyorum, “Unutmak canımı acıttı. Onların kendilerini unutuşlarının sancısını daha iyi anladım. Ama bana sorarsan, ‘Kendi hayatını unutmak mı yoksa tanık olduğun zamanların zulmünü unutmak mı?’ diye… ‘Kendimi unutmak,’ derim! Kendimi unutmak beni üzer, beni yorar. Ama geçmiş zamanların gerçeklerini, şahıslarını, hadiselerini, felaketlerini, değerlerini, değerlilerini ve değersizlerini unutmak felaket olur. Geleceğe ihanet olur!”
İlk yorum yapan siz olun