Kötülük nedir sorusu özünde basit gibi görünen ama zor olan o sorulardandır. Tıpkı sanat ya da evren gibi cevabı bir defada verilemeyecek ve en kapsamlı tanımı dahi eksik kalacak bir kavramdır.
Mauirizio Cattelan’ın yapmış olduğu diz çöken Hitler heykeli de seyircisini kötülüğün doğası üzerine düşündürmeyi hedefler. Heykele aşağıdan yukarı doğru bakıldığında diz çökmüş dua eden bir çocuğun bedeni görülür. Ancak suratına bakıldığında ikinci dünya savaşını başlatarak milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş açgözlü bir adamın suratı görülür; Adolf Hitler. Sanatçı, soyut bir kavram olan kötülüğü Hitler yüzüyle somutlaştırarak seyircisine bir tanımlama yapar. Çocuk formunda yapılan beden ise masumiyeti simgeler. Kötülüğün ve masumiyetin bir arada gösterildiği eser, bir mesaj vermek için kullanılır: Faşist de olsa, büyük bir katil de olsa bir zamanlar masum, zararsız ve dindar bir çocuktu. O çocuğun öğrendikleriyle, maruz kaldıklarıyla, ona aşılananlarla canavarlaşmasına bir göndermedir. Söz konusu eleştiri seyircisine, buna sen de neden oldun der. Eser, toplumsal koşulların insanları ne kadar derinden etkileyebildiği ve aldıkları kararları hangi noktalara çekebileceğine yönelik güzel bir eleştiri barındırır.
Benzer bir eleştiri de Hannah Arendt tarafından yapılır. Ona göre uygun koşullar altında herkes kötü olabilir. Söylenenlerin aksine Arendt, Nazilerin yaptıklarından halkın haberdar olduğunu ve bu duruma rıza gösterdiklerini savunur. Zor koşullar ve çaresizlik bir canavarın doğması için yeterli uygun koşulları sağlar.
Cattelan da Arendt’in düşüncesini onaylar gibidir. Hepimizin gözünde büyüttüğü ve bizden daha farklı olması gerektiğini düşündüğü kötülük ise Arendt’e göre son derece sıradandır. Kötülüğün Sıradanlığı kitabında Arendt, Nazi subayı Adolf Eichmann’ın dış görünüşünü ve yakalandıktan sonra duruşmadaki hallerini betimleyerek onu anlatır. Arendt, “Fazlasıyla normal, ortalama, hatta basmakalıptı: sıradan bir devlet memuruydu. Dünyanın en sıradışı cinayetlerinden sorumlu bu adam, bunları olabilecek en sıradan güdülerle, iyi bir vatandaş olma isteği, terfi etme gayreti, görev duygusu ve nezih toplum inancıyla işlemişti. Eichmann da kötülük bir ihlal, bir yasa tanımazlık ya da bir kural dışılık değil, tersine daha baştan yasaya boyun eğmekti” der.
1961 yılında yapılan milgram deneyi, bir canavarın nasıl doğabileceğine yönelik güçlü bir örnek oluşturur. Milgram deneyi, kişilerin vicdan ve görüşlerine rağmen otoriteye karşı boyun eğerek emirleri yerine nasıl getirdiğini ortaya koyar. Bu deney ayrıca sürü psikolojisinin birey üzerindeki güçlü etkisini de gözler önüne serer. Deney içerisinde 3 kişi bulunmaktadır. Aktör, araştırmacı ve denekten oluşan bu deneyde, deneğe ufak bir şok dalgası verilerek, aktöre birkaç kelime öğretmeye çalışmasını bunu yapamaması halinde ona şok vermesini belirtir. Gerçekte ise aktör deneğin sorularını kasti olarak bilemeyecek ve denek, aktöre şok uyguladığını sanacak ancak aktör rol yapacaktır. Denek soruları bilemeyen aktöre şok uyguladıkça aktör çığlık atmakta ve acı içinde bağırmaktadır. Denek, aktörün inlemelerine dayanamayarak her durmak istediğinde araştırmacı; “lütfen devam edin”, “devam etmeniz çok önemli”, “deneyi sonuna kadar götürmelisin” gibi cümleler kurarak deneği devam etmeye teşvik eder. Araştırmanın sonunda 40 denekten 26 tanesi emirlere uyarak aktörün tüm yalvarışlarına rağmen şok vermeye devam eder. Bu deneyden yola çıkarak iki teori öne atılmaktadır. Törecilik teorisi; bireyin karar alacak donanıma sahip olmaması halinde kararları üst mevkideki insanlara bırakarak kurallara uyması. Diğeri ise Aracılı Durum Teorisi; bireyin devletin ya da kendinden güçlü bir mekanizmanın isteklerini yerine getirirken sergilediği davranışlardan kendisini sorumlu tutmadığıydı.
Toplumsal kurallar ne kadar acımazsız olursa o toplumu oluşturan bireylerde o kadar acımasız olacaktır. Tıpkı Eichmann gibi daha iyi bir toplum inancı ile otoriteye sadakat göstererek işlenen suçtan birey kendini sorumlu tutmayacaktır. Cattelan da eserinde anlatmaya çalıştığı gibi canavarları toplumlar ve koşullar yaratır.
Yazan: Elif Patan
İlk yorum yapan siz olun