Bu yıl 75. yaşına giren Yunus Nadi Ödülleri, Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi’ye olan saygı ve sevginin bir ifadesi. 1946 yılından bugüne öykü, roman, şiir, karikatür, fotoğraf gibi dallarda verilen bu ödüllerden birini, Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü bu yıl iki kişi paylaştı. Gonca Özmen’in “Bile İsteye” kitabıyla ödülü paylaşan diğer şiir kitabı “incirin içindeki arı”. Yazar, müzisyen Mehtap Meral, Mona Kitap’tan çıkan ve kapak tasarımını Neslihan Bilge’nin yaptığı şiir kitabıyla bu kıymetli ödüle 2020’de layık görülen iki kişiden biri oldu. Ankara doğumlu olan Mehtap Meral, Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü Keman Anadalı’ndan mezun olup uzun yıllar Ruhi Su Dostlar Korosu’nda korist olarak görev aldı. Farklı pek çok mekandaki konserleriyle de dinleyicileri ile buluşan müzisyen, şiir yazmaya ve şairliğe de aynı derece aşkla bağlı. 2010 yılında ilk şiir kitabı Kedi Mevsimi ile edebiyat camiasına adım atan yazar, Ses ve Toz adlı ikinci şiir kitabıyla da şairliğini pekiştirdi. Müzik ve şiire olan bağı sayesinde çok yönlü bir sanatçı olarak karşımıza çıkan Mehtap Meral 2011’de ise tango formunda şarkılardan oluşan ilk albümü Aşk’ı çıkarmıştı. O günden bugüne farklı albümleriyle de boy gösteren müzisyen, 2020 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne layık görülen “incirin içindeki arı” şiir kitabıyla da şu an sanat gündeminde. Üstelik, kitaba adını veren şiirini, İlhan Şeşen’in yaptığı müzik ile şarkı formunda da okudu. Lafı daha da uzatmadan, Mehtap Meral ile yaptığımız röportajı aşağıda okuyabilirsiniz.
Mehtap Hanım, öncelikle Gonca Özmen ile paylaştığınız Yunus Nadi Şiir Ödülü için tebrik ederiz. Ödül açıklandığında neler hissettiniz?
Cumhuriyet gazetesiyle de özdeşleşmiş, 75 yıllık geçmişi olan böyle önemli bir ödülü almak gerçekten çok mutlu etti beni. Üretmek ve ürettiklerinizin yansımalarını görmek çok kıymetli. Mutlulukla beraber bir sorumluluk duygusu da hissettiğimi söylemeliyim. Gülten Akın insan sorumluluktur der. Bu dizeye çok inanırım. Edebiyat dünyasıyla olan gönül bağım ve emeğim bundan sonra bu sorumluluk duygusuyla da şekillenecek. Ayrıca sevdiğim bir şairle ve bir kadınla bu ödülü paylaşmış olmak mutluluk benim için.
Uzun zamandır şiir yazan biri olarak, şiirleriniz dünden bugüne ne gibi evrimler geçirdi?
İnsan yaşadıklarının toplamı aynı zamanda. Biriktiriyorsunuz. Anılar birikiyor, bilgi birikiyor, okuduklarınız birikiyor ve bunların hepsi şekillendiriyor da sizi. Değiştiriyor. Bunun ürettiklerinize yansımaması imkansız. Benim ilk kitabım Kedi Mevsimi, ikinci kitabım Ses ve Toz, üçüncü kitabım ise İncirin İçindeki Arı. Her kitabımın arasında beş yıl var. İlk kitabıma baktığımda yirmi yaşlarında, hala hayatı anlamaya çalışan genç bir kadın, ikinci kitabımda bambaşka bir kadın görüyorum. Üçüncü kitabımdaysa bambaşka bir dil ve kadın var. Artık dilim daha cesur. Duygularımı aktarmakta başka bir yola geçtim. Dünyayı, kendimi, gördüklerimi bu yepyeni dille anlatıyorum. Uyumsuz bir şiirim. Dünyayla derdim var. Durmadan oyuyorum kendimi Edip Cansever’in Gelmiş Bulundum şiirinde olduğu gibi ve yolculuğum devam ediyor.
Birçok yazardan duyduğumuz “Eski yazılarımı okuyunca onları yetersiz buluyorum.” hissi sizde de var mı?
Şimdi olsa başka türlü ifade ederdim, dediğim elbette oluyor. Ama zamanın kibrinden uzak durmalı insan. O gün öyleydi. En doğru sözcük oydu, o gün o kadardım. Bu kabulleniş gelişmenin de yolunu açan bir şey aslında. Hiçbir şey eksik değil. Daha iyisi de yok belki. Ama daha başkası var. Aramakla ilgileniyorum bu sebeple. Daha çok okumakla, dili başka başka kurmakla, sözcükleri eksiltmekle, arttırmakla. Hayat gibi. Bir gün diğerinin aynı değil. Bu sebeple şiirimle hayata ayna olmak istiyorum. Elbette gözlerimin ve kalbimin gördüğü kadar ve başka insanları, taşı, doğayı hissederek. Böylece bir sonsuzluk uzanıyor önümde. Eski yazılarımı da eksik değil geçmişin olabileceği en tam hali olarak duyumsuyorum.
Aldığınız müzik eğitimi ve uzun yıllar Ruhi Su Dostlar Korosu’nda yer almanız da şiirinizi beslemiş olsa gerek.
Başka disiplinlerle ilgilenmek mutlaka insanı besliyor. Müzik benim hayatımı da kazandığım bir alan. Metin Altıok benim de bestelediğim İzin Verin de adlı şiirinde “biri dostumsa sevgilimdi öteki” diyor. Şiir ve müzikle olan bağımı bu dizeye benzetiyorum. Biri dostum diğeri sevgilim. Sanırım şiir dostum. Eğer insanın bir dünyaya geliş sebebi varsa benim şiir ve müzik olmalı. Müzikle çok daha gel gitli bir ilişkim var. Ondan aşkıma karşılık bekliyorum, o bazen vermiyor. Şiirin ise bir gün bile avucumdan kaydığını ya da kayacağını düşünmedim. O hep vardı. Ben olarak vardı. İçimden akan bir şey olarak vardı. Bazen müziğime akan dizeler olarak vardı. Bazen biriyle daha yakın oldum bazen diğeriyle mesaim fazla oldu ama ikisi de hiç çıkmadı hayatımdan. Bir günüm olmadı ki içinde müzik ya da şiir olmasın. Dostlar Korosu ve Ruhi Su Vakfı ise okuldu benim için. Sadece müziği değil bir dünya görüşünü ve onun nasıl taşınacağını da öğrendim Ruhi Su’dan. Onu görmemiş olsam da tanır gibi hissederim kendimi bu sebeple. Mimiklerini, sesini en ince ayrıntısına kadar tanırım. Emeği, mücadeleyi de öğrendim ben Dostlar Korosu’ndan…
İlk albümünüz Aşk’ta nasıl bir üretim sürecinden geçtiniz?
Aşk benim tango formunda bestelerimden oluşan bir albüm. İçinde söz ve müziğini benim yazdığım şarkıların dışında bir Aysel Gürel- Selmi Andak bestesi olan Ben Her Bahar Aşık Olurum ve benim bestelediğim bir Furuğ Feerruhzad şiiri de var: Kayıp. Tango o dönem kendimi en rahat ifade edebildiğim, dansında olduğu gibi müziğinde de özgür adımlar atabildiğim bir alan oldu. Müzik dünyasına bu sebeple yeni tangolar besteleyip söyleyerek adım atmak istedim. Baki Duyarlar şarkılarımı aranje etti. Besteler zaten üniversite yıllarında yapmış olduğum halihazırda var olan şarkılardı. Türkçe sözlü tangoları hep çok sevdim. Kendi müzikal birikimimle de yeni şeyler üretmek istedim onlardan feyz alarak… “Yana Yana” ve “Yanlışlar Kraliçesi” adlı albümlerimdeyse tango formundan uzaklaştım. Daha özgür ve içimden geldiği gibi kendi şarkılarımı yazdım, söyledim. Sesimin sınırlarını da arıyorum bir şarkıcı olarak. Tıpkı şiirde olduğu gibi.
İlk şiir kitabınız ile ilk albümünüz arasında da 1 yıl var. Şiir ve müzik sizin için hep iç içe miydi?
Ben önce şiir kitabım çıksın çok istedim. Albümüm hazır olmasına rağmen beklettim bu sebeple. Sanırım benim için önce söz var. Bir şarkıcı olarak da şarkının sözlerine kalpten bağlıyım. Hikâye anlatıcısı gibi hissediyorum kendimi. Gördüklerimi, hissettiklerimi sesimle ve bir ritim eşliğinde anlatıyorum dünyaya. Her zaman yan yanaydı şiir ve müzik. Şiirimde müzik, müziğimde şiir var bu yüzden.
Şu anda halihazırda devam eden “Şarkıcı” projenizi biraz anlatır mısınız?
“Şarkıcı” benim kendi bestelerimi seslendirdiğim üç albümden sonra çok sevdiğim, Türkiye’nin en önemli şarkıcılarının eserlerini seslendirdiğim ve seslendireceğim bir proje. Ülkenin benim gözümle şarkılı bir tarihi de aynı zamanda. Bir Ali Ekber Çiçek ve Pir Sultan Abdal eseri olan Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma ile başladım. Bir Ahmet Kaya eseri olan Söyle ile devam ettim. Sırada Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Müslüm Gürses, Zülfü Livaneli ve daha birçok önemli şarkıcının eserleri var. Artık eserleri de kendime ait Youtube kanalımdan yayınlıyorum.
Albümlerinizdeki parçalardan bazılarının sözleri size, bazılarınınki önemli şairlere ait. Başucu şairleriniz kimler?
Şiir besteleri benim ilk verdiğim konserimin de teması. Değerli müzisyen Vedat Sakman’ın mekanında sahne almıştım ilk olarak. Furuğ Ferruhzad, Ataol Behramoğlu, Gülten Akın, Metin Altıok ve Şükrü Erbaş şiirlerinden yaptığım besteleri yayınladım şimdiye kadar. Elbette her şiir bestelenebilir değil. Bu yüzden ben şarkı sözlerimi şiirden ayırıyorum.
Başucu şairlerime gelince: Benim çok çeşitli bir okuma listem var. Nazım Hikmet’ten İkinci Yeni şairlerine, Orhan Veli’den Hasan Hüseyin Korkmazgil’e, günümüz şairlerinden dünya şiirine doymak ve durmak bilmeden okuyorum ve yolun çok başında hissediyorum kendimi.
Şiirlerinizde ve şarkılarınızda öne çıkan duygular neler?
Varoluş problemleri ve bunun hayattaki bütün olaylara ve duygulara yansıması diyebilirim. Aşkı da acıları da, doğum ve ölümü de hep bu anlam arayışıyla algılamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Sezgisel bir bilgi, bulma ve kaybetme haliyle… Aşk, varoluş ve kayboluş şiirleri diyebilirim şiirlerim ve şarkılarım için.
Çok yönlü bir sanatçı olarak “üretememe sendromu” yaşadığınız zamanlar oluyor mu?
Elbette oluyor ancak farklı disiplinlerle ilgilenmenin faydasını tam da burada görüyorum çünkü biri mutlaka elimden tutuyor. Sinemayı çok seviyorum, sergilere gitmeyi çok seviyorum. Yoga beni çok besliyor. Yani şarkı söyleyemediğim ve yazamadığım dönemleri doğayı, kendimi, etrafımdaki her şeyi izleme ve biriktirme dönemi olarak görüyorum. Mutlaka bir yerden başlıyorum sonra. Bazen sesten bazen sözden.
Dijitalleşme ile beraber şarkılara internet yoluyla kolayca ulaşılması, hızlı tüketime geçiş insanların müzisyenlere daha az saygı duymasına sebep oluyor mu?
Bunun sadece müzikle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Kolay ulaşmak herkes ve her şey için bir değer yitimine sahip oldu. Ancak dijitalleşme bir yandan da aracısız olarak kitlelere ulaşma şansı verdi bizlere. Çıtayı belirlemek, konumunuzu belirlemek de burada sanatçıya düşüyor. Zorluklarını kabul ediyorum. Üretimin maddi karşılığını bulmak çok zor. Ancak bir yandan da artık sadece sevgiyle yapılan bir şey müzik. Para kazanmadığınız, sürekli harcadığınız ve sanata da yeterli saygının gösterilmediği bir yerde kalmanızın tek sebebi o işe aşkla bağlı olmanız olabilir. Bizlerin bu sebeple başka yolu yok. Karşılığı ne olursa olsun.
Bugün de bir edebi eserin klasikleşme şansı var mı?
Bunu şu anda tahmin etme şansımızın olduğunu düşünmüyorum. Cevabını sadece zamanın verebileceği bir soru bu. Ama neden olmasın.
Size neler şiir yazdırır? Farklı bir edebi türde de kalem oynatmayı düşünür müsünüz?
Şiir dışında başka bir edebi türde üretemeyeceğimi düşünürdüm ancak şu anda bir roman üzerinde çalışıyorum. Dünya seyircisiyim. Hevesle bakıyorum dünya üzerindeki her şeye. Bütün insanlara, duygularına, doğaya, içime… Dünya üstündeki her şey yazdırabilir bu sebeple bana.
Özellikle müziğin, konserlerin belli bir kesim tarafından yalnızca “eğlence” olarak algılanması, zor durumlarda ilk önce bu etkinliklerin iptal edilmesi… Bu anlayış nasıl değişebilir sizce?
Her şey siyasi. Öncelikle bunu görmemiz gerekiyor. Ülkenin bir kültür sanat politikasına ihtiyacı var. Ancak böyle aşabiliriz. Yoksa sanatın ve sanatçının kaderini bir insanın iki dudağının arasından çıkacak cümlelere bağlar, bir dünya görüşünün kalıplarıyla sınırlı tutarsak zaten orada sanattan da sanatçıdan da bahsedemeyiz. Sanat eğitimi ve bu eğitimin gösterilebileceği ve süreklilik arz edecek alanlar bir an önce oluşturulmalı. Sadece müzik de değil bütün sanat dalları için geçerli bu.
Son olarak; istikbalde yapmak istedikleriniz neler?
Hepimizin bildiğimiz ve halihazırda yaşadığımız bir ömrü var. Yazmak, şarkı söylemek, sevmek kısaca yaşamak istiyorum. Sanatla. Gerisi başı, sonu öyle ya da böyle olacak bir hikâye olacak zaten.
Tebrik ediyorum.
Edebi eser gibi bir röportaj olmuş. Sorularıyla, cevaplarıyla şiir gibi, şarkı gibi..
Hep varolun, kültür, sanat hep olsun hayatımızda..
Sevgiler,