Elif Patan: Merhabalar Melih Bey, resim yapmaya nasıl başladığınızdan biraz bahseder misiniz?
Melih Püskülcü: Merhaba Elif hanım, Üniversite yıllarından beri bazı teknolojik objelerin çizimlerini ve resimlerini yapmaktaydım. Daha sonra fotoğraf sanatına ilgi duydum ve bu ilgim yaklaşık on yıl devam etti. Fotoğraf yerine sanatsal anlamda resim yapmaya başlamam otuzlu yaşlarımın başlarında gerçekleşti. Paris seyahatlerim sırasında karşılaştığım büyük ustaların, özellikle Cezanne’ın orijinal yapıtlarından çok etkilendim. Kısa bir süre zarfında resim yapmak en büyük amacım oldu ve süratle kendi atölyemi oluşturdum.
Sanatın içerisine girdikten sonra yurt içinde ve yurt dışında çeşitli müze ve galerilerle temas kurarak kendinizi sanat alanında beslemiş birisisiniz. İzlenimlerinizi paylaşır mısınız?
Büyük bir heyecan ve heves ile başladığım resim çalışmalarım sık sık yaptığım müze ve galeri ziyaretleriyle daha da yoğunluk kazanmaya başladı. Önemli ressamların eserlerini ve hayatlarını incelemenin yanı sıra sanat tarihi, sanat felsefesi ve estetik gibi teorik alanlarda da çalışmalarımı yürüttüm. Bu arada pek çok sanatçı ile ilişkilerim ve dostluklarım oluştu. Türk resminin önemli temsilcilerinden Avni Arbaş’tan gerek İstanbul’da, gerek yaz aylarında Foça’daki uzun beraberliklerimiz sırasında çok şey öğrendiğimi söylemem gerek. O benim için bir okul oldu!
Çalışmalarınıza baktığımda ağırlıklı olarak portre çalıştığınızı görüyorum. Ancak geçmişte peyzaj ve ölü doğa konularından da beslendiniz. Sizin sanat hayatınızda peyzaj ve ölü doğa nerededir Bildiğim kadarıyla artık yapmıyorsunuz.
Portre, peyzaj ve ölü doğa; Bunlar geleneksel anlamda figüratif resmin temel konuları arasında yer alıyor. Hemen hemen her sanatçının hayatının belli dönemlerinde bunların üçü ile de çalışmaları olmuştur. Peyaj ve ölü doğa birbirine daha yakın alanlardır. Burada objelerin yüzey üzerindeki yerleşiminin dengesi, tonal uyumu, kontrastların oluşumu ve benzeri plastik değerler ile ilgili oyunlar oynar ve estetik içeriği olan bir görsel oluşturmaya çabalarsınız. Bunun aynı zamanda resim sanatının temeline ilişkin çok da eğitici bir yanı vardır. Uzun yıllar bu iki alanda da çalıştım. Ancak bunların yanı sıra yaptığım portre çalışmaları beni zamanla daha çok tatmin etmeye başladı. İnsan yüzlerindeki anlam zenginliğinin peşine düştüm. Yaklaşık son on yıldır bu alandayım.
Figüratif soyutlama üzerine odaklanmak istiyorum. Art tv ile gerçekleştirdiğiniz video çekiminde, planlayarak resim yapmadığınızdan ya da eskiz çalışması olmaksızın o an aklınızdan geçenleri ya da bilinçdışı olarak çalışmalarınızı dışa vurduğunuzdan bahsediyorsunuz. Çalışmalarınızın esinlenme süreci ya da yapım aşaması üzerine bizi biraz bilgilendirir misiniz?
Benim için, bir resmin, tekil bir resmin ön hazırlığı söz konusu değil. Hazırlık dediğimiz şey aslında hep var olan şey; resim ile ilgili düşünce dünyamızın yoğun tutulması! Çağdaş İngiliz resim sanatının önde gelen temsilcilerinden Howard Hodgkin sık sık Hindistan’a gider. Şehirlerin kalabalık meydanlarında bir köşede bir taburede saatlerce oturur ve başka hiç bir şey yapmaksızın etrafı seyreder. Kendisine burada öylece otururken ne yapıldığı sorulduğunda “Şu an çalışıyorum” cevabını verir.
Şehir hatları vapurunda ya da başka bir yerde karşımda oturan bir insanı seyrederken ben de kendimi çalışıyor varsayıyorum. Ama sonuçta tuvalin karşısına geçtiğimde, bir imgeyi görünür kılmaya çalıştığımda o tekil izlenimlerden tümel olana yani bir insan idesine ya da kavramına doğru bir yolculuk başlıyor. Zorlu fakat heyecan verici bir yolculuk! İnsana dair öznel bir bakışın nesneleşmesi, elle tutulur gözle görülür hale getirilmesi ve bu sürecin yaşantılanması harika bir deneyim aynı zamanda.
2018 yılında Galeri Selvin’de “Yüzler” isimli kişisel serginizi gerçekleştirdiniz. Sergi öncesinde sanat alanında yaklaşık 25 yıl süren bir birikimle sanatseverlerin karşısındaydınız. Sergi sürecini ve sergiye yönelik aldığınız tepkileri sizden dinleyebilir miyiz?
Galeri Selvin’deki 2018 yılı sergimde konu tamamen yüzlerdi. Genel izleyici için benim yüzlerimdeki ortak payda olan “endişe” duygusu bir tür tedirginlik yaratmış olabilir ancak resim sanatıyla yakınlığı olan deneyimli izleyici ya da kendisi de sanatçı olan izleyicilerden çok olumlu tepkiler aldım ve bundan büyük bir memnuniyet duydum. Evlerimizin sanat eserleri ile süslenmesi elbette çok güzel bir şey. Ancak değerli sanat eserlerinin sadece bir süs nesnesi olmadığını bilmemiz gerekir. İnsanı gündelik olandan başka bir duygusal zemine çekmesini, belli bir derinliğe sahip olmasını, kolay tüketilememesini ve esasen insanı heyecanlandırmasını bekleriz. Bu da o sanat eseriyle bir ilişki kurabilmeye bağlı. Burada da o eserin yapımı sırasında sanatçıya, izlenmesi sırasında da izleyiciye belli bir görev düşüyor. Bir sanat eserinden zevk alabilmek dahi sonuçta belki uzun soluklu bir çabayı gerektirmekte!
Gazete Sanat’ta online olarak düzenlenen “Yüz ve Beden” isimli karma sergide iki çalışmanız yer alıyor. Sergi, bireyin fizyolojik ya da ruhsal durumunun dış görünüşünde yarattığı farklılıklar üzerine odaklanıyor. Savaş, salgın hastalık, toplumsal baskı ya da stres gibi etkenlerin insan ruhunda yarattığı ilk tahribatın duygusal karşılığı endişe aslında. Siz neler düşünüyorsunuz?
Savaş, salgın hastalıklar, toplumsal/siyasi/dini baskılar, etnik çatışmalar, gelin bunlara açlığı, fakirliği, işsizliği ve diğer tüm olumsuzlukları ekleyelim; Türümüzün kabaca 150 bin yıllık tarihinde bu olgulardan tümüyle bağışık ne bir tarihsel süreç ne de bir coğrafya söz konusudur. İnsanlık hep bunlarla beraber yaşamak zorunda kalmıştır. Bugün de durum pek farklı değildir. İnsanda süreklilik kazanan bu stresi insan doğasının bir parçası olarak görebiliriz. Heidegger, bizim en temel varoluşsal hal ya da duygumuzun, bu yaşadığımız gerilimin yarattığı endişe (kaygı/angst) olduğunu belirtir. Tabii olarak bu endişenin ya da kaygının en belirgin hale geldiği yer yüzlerimizdir.
Bir insana başka bir insanın yüzü kadar çok şey ifade edebilecek bir şey bulmakta güçlük çekeriz. Dolayısıyla kendinize sanatınızda konu olarak insanı ve kaygıyı seçmişseniz insanın en çok anlam taşıyan yeri olan yüzlere odaklanmak doğal olmalıdır.
Benim bir diğer ilgi alanım felsefedir. İnsan nedir sorusu ya da insan olmanın anlamı nedir sorusu önemlidir. İnsan doğasının ikili bir yapısı vardır. Bir taraftan fiziki doğanın nedenselliğe tabi determinist alanı içindeki bedensel varoluşumuz, diğer taraftan aklımızı kullandığımız özerk rasyonel failler olarak varoluşumuz. Bir tarafta bir bedene, onun sınırlarına ve gereksinimlerine olan tabiyetimiz ya da bağımlılığımız, diğer tarafta da insanın özgürlük alanı. Bu ikili yapının insanda oluşturduğu gerilimi aşmanın ya da daha doğru bir ifadeyle yumuşatmanın yolu insanın estetik deneyimleri oluyor. Bu estetik deneyimlerin yaşantılanması da bizim şıkkımızda sürdüregeldiğimiz sanatsal faaliyetlerimiz oluyor. Bundan da elbette memnuniyet duyuyoruz.
Gelecek çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Gelecekteki sanatsal faaliyetlerimin nasıl bir yön çizeceğini şimdiden kestiremiyorum. Yüzler ile ilgili çalışmalarım bir gün doyuma ulaşacak olursa muhtemelen ölü doğa çalışmalarım ağırlık kazanabilir. Amerikan avant-garde sanatının öncü isimlerinden Jim Dine belli bir yaştan sonra evinin bahçesine çekildi ve tüm zamanını bahçesindeki bitkilere, saksılara , köklere, dikenlere ve bahçe makası gibi şeylere yöneltti. Yaptığı desenler ve resimler belki de tüm kariyerinin en iyileriydi!
Güncel sanatın “VİP” üçlüsü (video/enstolasyon/performans) malesef hiç ilgimi çekmiyor. Boyalar, fırçalar ve yüzeylere olan ilgimin azalacağını düşünmüyorum. Plastik sanatlarda geleneksel malzeme ve tekniğin kullanımının ömrünü doldurduğu görüşüne katılmıyorum. Elbette yeni malzemelerin, yeni yaratım biçimlerinin, yeni anlayış ve değerlendirmelerin önemini yadsımıyorum ancak anlam ya da anlamlandırma potansiyelini görmek de istiyorum!
Son olarak röportaj için teşekkür ederim.
Ben de size çok teşekkür ederim.
İlk yorum yapan siz olun