–Müzik Yazarı ve araştırmacısısın, söyleşimize başlarken kendini biraz daha tanıtabilir misin?
Merhaba, öncelikle bu söyleşinin bir paydaşı olmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyuyorum. Sizlere de gösterdiğiniz ilgi için ayrıca teşekkür ederim. Ortaokulda yaz tatillerinde soru bankalarından kaytardığım anlarda ağaç gölgeleri altında oluşturduğum ilk öykü denemelerim başlangıçta bir teması, lise yıllarında da okuduğum kitapların da tesiriyle belirli tarzlarda oluşturduğum öykü ve denemelerin bir hobiyi, lise son sınıfta kişisel blog sayfamı açmamla bir düzeni, yıllar sonra da Tekirdağ’da üniversite okumaya başlamam ve burada müzisyenlerle, müzikle ve tarihle iç içe geçen günlerin devamında bir işi meydana getirmesi bugün burada olmamın temel dayanak noktasıdır. Bir temas devamında bir mesleğe başlamama olanak sağladı. Bu bağlamda çocukluk yıllarında oluşturduğum ilk öykü denemelerimi ve öykü karakterlerimin çizimlerini hala saklıyorum…
Müzik yazarlığı ve araştırmacılığı meselesine salt olarak bakacak olursak bu işe 2016 yılında başladım. O yıllara kadar çeşitli internet siteleri ve basılı dergilerde öykü ve denemelerimle yer alırken Gökhan Toker ve Sis grubu ile tanışmam neticesinde onları, üretimlerini yerinde gözlemleme fırsatım oldu. Bu fırsatın akabinde müziğe karşı derin bir ilgi ve merakın bende uyanmasıyla araştırma sahamı geliştirmem meseleyi günümüze kadar uzanan bir sürece taşıdı. O yüzden başta Gökhan abi olmak üzere günümüzde müzikal anlamda bana katkısı olan herkese teşekkürlerimi sizler vasıtasıyla iletiyorum. Bana göre tarihsel olarak geçmişimizi oluşturan müzikal izlerin ve bugünümüzü meydana getiren isimlerin geleceğe aktarılmasında kuşaktan kuşağa bilgi ve birikimin aktarılmasını son derece kıymetli buluyorum. Müzik yazarlığının önemli bir misyonu da bence budur. Sadece üretimlerin, tanıtımların, keşiflerin ötesinde bir iş… Kuşaktan kuşağa tarihin aktarılmasında yazarlara ve araştırmacılara çok iş düşüyor.
–Kitapta bir makalen yer aldı, bu ilk değil mi? Bize kitaptan da ve makalenin içeriğinden biraz bahsedebilir misin? Neler hissettin?
“Eskişehir Yerel Tarih Araştırmaları – Ertuğrul Sarı Armağanı” kitabında yer almamda editörümüz Çağhan Sarı’nın bana daveti etkili oldu. Uzun yıllardır yazılarımı takip etmesi ve bana projeden bahsetmesiyle bu kitap için “Geçmişten Günümüze Türkü Kavramının Modernleşmesi: Türkülerle Türkiye Projesi Eskişehir Örneği” makalesini kaleme aldım. TRT repertuarlarının taranıp Eskişehir türkülerinin de ek kısmında yer aldığı makalede Orta Asya’dan günümüze uzanan sözlü gelenek unsuru türkülerin o bölgede davullu – kopuzlu enstrümanları ile Kayçı’ların nesilden nesile aktardığı türküler sonrasında Anadolu coğrafyasında ozan – aşıklar kavramının ortaya çıkıp “Halk aşığı”, “Hak aşığı”, “Saz şairi”, “Sazlı aşık” tanımlarıyla nitelendiriliyor. Cumhuriyet’in ilanı sonrası Mustafa Kemal Atatürk’ün çoksesli müziğe geçiş konusundaki titiz çabalarını halk ezgilerinde de görüyoruz. Makalede bu konuya da yer vermeye çalıştım. Sanata ve müziğe bakışında Sofya’daki ataşemiliterlik yıllarının, 1 Kasım 1934 tarihindeki TBMM dördüncü dönem dördüncü yasama yılı açılış konuşmasının, Türk Halk Ezgileri Arşivi’nin kurulması, J. Marx, Paul Hindemith, Bela Bartok gibi isimlerin raporları ve çalışmalarıyla o dönem müziğe katkıda bulunması makalenin içinde yer alıyor.
Repertuar ve türkülerin temeline inilen bir makale olması sebebiyle uzun mesailer neticesinde meydana gelen bu çalışma fiziksel olarak ilk buluşmada tüm yoruculuğunu telafi ettirip tatlı bir mutluluğa dönüştü. Yıllardır ilk kitap çalışmamın hayalini kurarken temelinin bu kitap vesilesiyle atılması benim için hem gurur hem de bir sevinç oldu.
–Müzik araştırmacısısın ve bunlara yazılarında yer veriyorsun, yazınla müzikseverlere de ulaştırdığın seni en etkileyen müzisyen kimdir desem zor olur mu seçmek senin için bilmiyorum ama…
Gerçekten çok zor olur. Bu zamana kadar birçok isme yazılarımda yer vermeye çalıştım. Gerek dünya çapında ses getirmiş, gerek yolu ülkemize düşmüş gerek de ülkemiz müzisyenlerinden… Genç, müzikal kariyeri yeni başlamış isimleri de takip etmeye ve çalışmalarını incelemeye gayret ediyorum. Müzik zevkim ve dinleme yelpazem geniş olduğu için bu soru gerçekten de tek yanıtla açıklayamayacağım kadar zor…
–Kendi kitabının olması konusunda böyle bir fikrin kesin vardır ama ne zaman olur konusunda zamansal bir öngörün var mı?
Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde yüksek lisans çalışmalarıma devam ediyorum. Sinemada Türk İmajı konulu güzel bir tez konum var. İş hayatım dışında tezime de belirli bir vakit ayırmam gerekiyor. Kendi kitabımı çıkarma konusunda istekliyim. Fakat tez sürecim sona ermeden bu konuda harekete geçebileceğim konusunda şüphelerim var.
–Bir müzik yazarı olarak, günümüz müziğini müzik araştırmacı yanını da devreye alarak geçmişteki müzikle kıyaslamak sence mümkün mü?
Bu soruyu sıklıkla düşünür, yeri geldiğinde ben de karşımdaki insanlara sorarım. Aslında bana göre mümkün değil. Çünkü tarihsel metodolojide nasıl ki bir olayı gerçekleştiği dönemin şartları ile değerlendiriyorsak müzikal üretimleri de üretildikleri dönemin şartlarına göre değerlendirmeliyiz. Günümüz dünyasındaki teknolojik gelişim ve bu gelişimin hızını dikkate alırsak geçmişteki müziğe kıyasla birçok farklılığı görürüz. Hızlı tüketimin hakim olduğu bir piyasa ve dinleyici kitlesi içinde herkes günü ve ötesini düşünmek zorunda. Bu kaygı da doğal olarak imaj, sosyal medya, halkla ilişkiler, basın yönetimi de dahil birçok yeni prensibi ve bu prensiplerin doğru yönetilmesini beraberinde getiriyor.
Geçmişteki müziğin altyapı formları, üretimlerin takip edilmesi, dinleyici talepleri ve basının yaklaşımı ile teknolojik düzen günümüzün şartlarından son derece farklı. Bir evde toplanıp o evin içinde beraber yaşayıp albüm kayıtları bitene değin birbirinden ayrılmayan topluluk müzisyenleri geçmişte bir topluluk müziği kültünü meydana getirmişti. Günümüz dünyasında herkesin bireyselleşmesi toplumu bu denli etkilerken müzik de bundan nasibini aldı. Artık daha bireysel üretimler müzikal çevrede hakim… Tüm enstrümanları tek kişinin yazdığı birçok üretim günümüzde olağan karşılanıyor. Şartların, bakış açısının, teknolojinin, beklentinin ve zamanın değiştiği bir paralellikte kıyaslamanın fayda getirmeyeceği kanaatindeyim.
Bana göre geçmişin özellikle “Birlik olma” olgusu örnek alınmalı. Topluluklara sahnelerde şans verilmeli. Halk konserleri sayısının arttırılması, genç kuşak müzisyenlere sahne imkanı verilmesi, bölgesel ve ulusal yarışmaların ortaya çıkması ve bu yarışmalarda genç müzisyenlere şans verilmesi. Örneğin Edirne’de 1970’li yıllarda önce Altın Lale Müzik Festivali sonra da Trakya Hafif Batı Müziği Yarışması adıyla düzenlenen bir yarışma vardı. Bu sadece bir örnek… O yıllarda bu örnek gibi birçoğu ile gençlere sahne ve yarışma tecrübesi katan organizasyonlar vardı. Bunların acilen tekrardan faaliyete geçmesi kanaatindeyim. Sadece dijital platformlar odaklı üretimlerin dinleyici – üretici arasındaki duygusal bağı gittikçe azalttığı herkesin malumu. Bu bağı onarmak gerek…
–Yeni plan ve projelerin nelerdir?
Haftalık yazılarımın yanında bazı yeni projelerim de var. Köy Enstitüleri bünyesinde müzik eğitimlerini araştırıyorum. Bu konu ile ilgili yazılı bir metin oluşturma hedefim var. Onun dışında müziği keşfetme dürtümü törpülemeden belirli bir plan ve süreklilik esasıyla yazmaya devam edeceğim…
İlk yorum yapan siz olun