Grammy ödülü sahibi dünyaca ünlü Türk Opera sanatçısı Bülent Bezdüz ile samimi bir röportaj gerçekleştirdik. Müziğe olan sevgisi, ilk sahne macerası, İngiliz Kraliyet Operası’nda yaşadıkları, bugüne kadar kazandığı ödüller ve kısacası hayatına dair merak edilen birçok konuyu ben sordum sayın Bülent Bezdüz cevapladı. Şimdi sizleri bu güzel söyleşi ile başbaşa bırakıyorum.
Mine Alpan: Kendinizi bize tanırtır mısınız?
–Bülent Bezdüz: Ankara’da doğdum. Sekiz çocuklu bir ailenin son ferdi olduğum için ilk adım Soner’dir. Çok küçük yaşlardan itibaren müzik hayata tutunmamda en büyük destekçim ve duygularımı ifade edebilmemin lisanı oldu. 1987 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği bölümünü kazandım. Üniversite birinci sınıfta Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu’nu kazanarak bir yandan eğitimimi sürdürürken profesyonel sanat yaşamıma da adım atmış oldum.1992 yılında kurulan. Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin sınavını kazanarak, opera sanatçısı oldum.
Müziğe olan yeteneğinizi keşfettiniz ve operayı seçtiniz. Bu süreç nasıl başladı ?
-Rahmetli annemin sesi çok güzeldi. Çok duygulu ve temiz bir sesle şarkı söylerdi. Benim müziğe olan yeteneğimi farkettiği günden itibaren bu yönde destekçim oldu. Beni, Ankara’da Hamoy Halk Müziği Derneği’nin korosuna kaydettirdi. Bu dernekte TRT Sanatçısı Serbülent YASUN denetiminde 18 yaşıma kadar eğitim gördüm ve bağlama çalıp türkü söyleyerek sesimi geliştirdim. Gazi Üniversitesi müzik bölümünde enstrüman seçmelerine girdiğimde, öğretmenlerim sesimin opera-şan için çok elverişli olduğunu söylediler ancak ben bağlama çalıp türkü söyleme niyetindeydim. Direnişim bir akşam Mario Del Monaco’nun Napoliten şarkılar albümünü dinleyene kadar sürdü ve artık hayatımın mesleğini bulduğumu anladım. Ama önümde uzun bir yol olduğunu da zaman bana gösterecekti. Ankara Operası’nda hayran olduğum tenor Bülent Gökalp sayesinde Hayatıma yön veren, Türk Opera Sanatına büyük hizmetleri olan Hocam Roman Werlinski ile tanıştım ve Opera kariyerime giden doğru yola girmiş oldum.
İlk sahne çalışmanızı nerede ve hangi rolle gerçekleştirdiniz?
-İlk baş rolüm Çardaş Prensesi Opereti’nde Edvin Rolüydü. 2 sezon bu eserde tek kast görev yaptım. Bunu Verdi’nin La Traviata Operası’nda Alfredo baş rolü takip etti. Bu rolü bugüne kadar Dünyada ve Türkiye’de 300 ‘e yakın temsilde seslendirdim.
1997 yılında Mozart’ın “ Lucio Silla” adlı eserinde başrol oynayarak, İngiliz Kraliyet Operası “ Covent Garden” da sahneye çıkan ilk Türk oldunuz. Neler hissetiniz ve nasıl bir duygu yaşadınız o anda?
-1995 yılında Leyla Gencer Şan Yarışması’nda aldığım Avrupa Birliği Bursu ile Manchester’da bulunan The Europen Opera Centre’a davet edildim. Bu proje kapsamında Mozart’ın Lucio Silla adlı opera eserini başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın 17 sahnesinde sergiledik. Bu esere ikinci rol ile davet edilmeme rağmen, orkestra şefinin kararıyla baş rolü aldım. Bu rolü Londra’daki değişik opera salonlarında sahneledik. Kariyerimin devamı ve ülkemi temsil etmem açısından önemli bir basamaktı.
Grammy ödüllü ilk Türk Opera sanatçısısınız. Opera alanında Gramy alan bir albümde isminizi görmek nasıl bir duygu ?
-Sorumluluk aldığım her işin en iyisini yapmak başlıca prensibimdir. Başarıya ulaşabilmek bana huzur verir. Londra Senfoni ile sahne almanın gururuna en iyi opera kayıdı ve en iyi yorumlama gibi ödüllerin eklenmesi tarihe düşülen bir not olması açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca üzerimde emeği olanların da haklı bir gurur yaşanmalarına olanak sağlayan bir durumdur. Hazır siz Grammy ile ilgili soru sormuşken, Opera bir ekip işidir ve LSO ile çalıştığım dönem bu kayıtlar canlı performanslar sırasında yapılıyordu. Gerçekten süper bir şef ve özenle seçilmiş bir kadro ile Grammy ödüllerine layık bulunmak beklenen bir sonuç… Alınan bu Grammy ödülü solist olarak yer aldığım bu ekibin ödülüdür.
Size göre ülkemizde operaya bakış açısı ve ilgi nasıl ?
-Benim özlü sözlerimden biri: “Futbol ne kadar bizimse, Opera da o kadar bizimdir”. Opera izlemek bir parça tiyatro merakı bir parça da müzik sevgisi ile çok çabuk gelişebilen bir alışkanlıktır. Yıllarca türkü, hatta bir dönem arabesk şarkılar söylemiş biri olarak, bu köprünün kurulabileceğinin, dahası sanatçı bile olunabileceğinin canlı bir örneği olarak karşınızdayım. İnternetten aradığımız tüm bilgilere erişmenin kolay olduğu günümüzde, bir parça ön hazırlık opera izlemeyi daha anlaşılır kılar. Mersin Devlet Opera ve Balesi seyircisine göre bir değerlendirmede bulunursak, sahnelediğimiz en klasik opera bale eserlerinden, Çocuk temsillerine, “ Ayın konseri “ etkinliklerinden konserlerimize kadar bilet bulmakta zorluk çekiliyor. Demek ki Mersin’de hatrı sayılır bir seyirci potansiyeli oluşturulmuş. İnternet üzeri bilet satışlarını takip edebilirseniz ülkemizin diğer illerinde de biletler satışa çıktıktan çok kısa bir süre içinde tükendiğine şahit olursunuz.
Yurt dışında ve yurt içinde birçok başarıya imza attınız bize bu ödüllerinizden biraz bahseder misiniz ?
-Bugüne kadar dünyada 70’den fazla opera salonunda sahne aldım. Eğitim süreci sayılabilecek ilk aşamada, Avrupa Birliği bursunu EOC, Avrupa Opera Merkezi ve Marsilya’da Cnipal sahne sanatları merkezi olmak üzere iki kere kazandım. 1999’da Paris’te gerçekleşen Opera yarışmasında ikincilik elde ettim. Solist olarak görev aldığım eserlerden, Sir Colin Davis yönetimindeki Londra Senfoni Orkestrasıyla birlikte görev aldığım ve canlı olarak kaydedilen Berlioz’un Les Troyens (Hellenus) ve Verdi’nin Fasltaff (Fenton) kayıtlar 2002 ve 2006 yıllarında üç Grammy ödülünün sahibi oldu. 2002 yılında gerçekleştirilen 44.Grammy Ödüllerinde Les Troyens, “En İyi Klasik Müzik Kaydı” ve “En İyi Opera Kaydı” dallarında iki ödülün de sahibi oldu. 2006 yılında, 48. Grammy Ödülleri yönetiminde gerçekleştirilen Verdi’nin Falstaff kaydı “En İyi Opera Kaydı” ödülüne; 2009 yılında Şef David Parry yönetiminde Londra Flarmoni Orkestrası ve Opera Rara ile yapılan Rossini’nin“Ermione“ operası kaydı Gramophone ödülüne layık görüldü. Ülkemizde de 2014’de Zeliha Berksoy “En iyi erkek opera sanatçısı” ödülüne layık bulundum. Ancak benim için ödül değeri taşıyan bir konser davetinden bahsetmeden edemeyeceğim… 2015 te Çanakkale Savaşı’nın 100. yılı anısına Avustralya’da gerçekleşen Beethoven 9. Senfoni konserine, savaşa katılmış ülkeleri temsilen seçilen solistler arasında, Türkiye’den benim çağrılmış olmam yaşadığım büyük gurur anlarından biriydi.
Sizce başarılı bir opera şarkıcısı olmak için çok iyi bir sese sahip olmak dışında neler gerekir ?
-Yeteneğin gelişmesi, zeka, bilgi ve becerinin duygularla harmanlanması sonucunda evrensel standartlara çıkartılabilirse kabul görür. Opera alanında, ses tekniği oturmuş, dil hakimiyeti tam ve sanata adanmış bir hayatı göze alabilmek, başarılı bir kariyerin olmazsa olmazıdır.
Bu zamana kadarsahne aldığınız programlarda seslendirdiğiniz eserleri ve operaları hangi dillerde seslendirdiniz ?
-Genel ağırlık İtalyanca olmak üzere, Türkçe, Fransızca, Almanca, Rusça, Latince, ingilizce, Kazakça.
En çok etkilendiğiniz eser ve rol hangisidir?
-Ben söylediğim pek çok eserde rolümü benimsedimEn fazla söylediğim rol , La Traviata , Alfredo rolüdür.Ancak en çok Donizetti’nin Lucia Di Lammermoor Operası’nda “ Edgardo “ rolünü ve Puccini’nin Tosca operası’nda Cavaradossi rollerini çok etikeyici bulurum.
En son gittiğiniz tiyatro oyunu, izlediğiniz film ve okuduğunuz kitap hangisidir ?
-Yaşar Kemal’in “Teneke” romanından tiyatroya uyarlanmış eseri izlemiştim. Ankara’da 2009 yılı yapımı “Kör Nokta” filmini izledim. “Zoraki Komşu” da izlediklerim ve etkilendiklerim arasında. Italo CALVINO’nun “Klasikleri Niçin Okumalı? kitabını okuyorum.
Sizin gibi sanatla uğraşan aile fertleriniz var mı ?
-Kızım Sesim Bezdüz Brüksel Kraliyet Konservatuvarında Keman, oğlum Doğaç Bezdüz ise Sofya’da Bulgar Üniversitesi’nde piyano eğitimi almakta. Bu alanda iyi bir yere gelmenin ön koşulunun çalışmak olduğunun bilincinde yollarına devam ediyorlar. Umarım Atatürk Türkiyesi’nin beklediği sanatçı profiline uygun bireyler olarak yetişirler.
Son olarak şunu sormak istiyorum, opera sanatçısı olmak isteyen gençlere ne tavsiye edersiniz?
-Bu yola çıkmaya niyetlenen gençlerin öncelikle eleştiri oklarını kendilerine yöneltmelerini salık veririm. Özendikleri sanatçılar var ise onların zirvedeki hallerini değil, yola çıktıkları zor koşulları, iyi olabilmek için verdikleri mücadeleyi, attıkları doğru hamleleri araştırsınlar derim. Özellikle Leyla Gencer, Ayhan Baran, Meriç Sümen, Zehra Yıldız gibi sanatçılarımızın hayat hikayelerini, yurt dışında tutunma çabalarını okuyup öğrensinler. Maria Callas’ın sesinden önce, insan olarak Maria Callas’ı tanısınlar. Doğru bir öğretmen ile çalışıp çalışmadıklarını, ilerleme gösterip gösteremediklerini takip etsinler. Şunu da unutmasınlar, sahne ışık’larında uçuşan toz zerrecikleri bile olduğundan büyük algılanır. O devleşmiş sanatçılar, makyajları silinip de perde kapandığında, sahne arkasının terk edilmiş dekorları gibi kalırlar yalnızlıklarıyla baş başa. Bir sonraki esere kadar, sağlıklarını korumak, esere tekrar hazırlanmak bilincinde olmak zorundadırlar. Bu meslekte zirve ile dip arasındaki mesafe, mesleğine gereken önemi ve özeni göstermeyen sanatçılar için birbirinden pek de uzak değildir.
Çok güzel bir söyleşi zevkle okudum, Bülent Bezdüz’ü örnek çok önemli bir Türk opera sanatçısı olmayı başardığı için ne kadar kutlasam azdır ancak Mine Alpan’ı iyi bir söyleşi kişisi seçip iyi sorularla zevkle okunan bir söyleşi çıkarmasından ötürü kutluyorum.
İkisinin de başarılarının devamını ve seslerini her zanan her yerde duyabilmeyi diliyorum. ????????????
[…] Gazete Sanat/ Röportaj: Mine Altan […]