Giriş
Türk Edebiyatı’nın en önemli türü şiirdir. Yüzyıllarca şiir ile konuşan, ağıt yakan, sevinen, aşık olan Türk halkı şiirsiz düşünülemez. Bu topraklarda böylesine hakim niteliğinde olan şiiri, nasıl olur da keskin çizgilerle ayırabiliriz? Veya şiir anlayışlarından birinin gelmesiyle diğer şiir anlayışını yıktığını nasıl söyleyebiliriz? Şimdilerde “edebiyatın bir bütün olarak algılanması gerektiğine” hem fikir olan Türkologlar, bir türlü eğitimin alt kademelerine bu anlayışı benimsetemedi. Bu anlayışı okuyucuların da idrak edip çevresine anlatabilmesi için irdeleyelim;
Aristoteles, sanatın kaynağını nasıl açıklar hatırlayalım. Sanatın bir “yansıtma” olduğunu izah eden ifadelerini hatırlarken unutmayalım ki bu döneminin sanatı tragedyadır. Tragedyanın da içerisindeki konuşmalar şiir metinleridir. Dolayısıyla tragedya ile birlikte şiirin de görevi yansıtmadır. Doğanın veya insanoğlunun gördüğü her şeyin yansımasıdır.
Aristoteles’e tam teslim olmak sağlıklı olmayacaktır. Ancak yaralanmak mümkündür. Yansıtma eylemini izah ederken yansıyan şeylerin somutluğunun daha baskın olduğu fark edilebilir. Peki şair hissettiklerini de yansıtmaz mı? Veya şairin hissettikleri yaşanan somut olaylardan veya durumlardan oluşmaz mı? Buraya kadar “yansıtma ve yansıtılabilecek soyut ve somut durumlar şiirin içerisindedir” şeklinde bir kanı elde ettik.
Edebiyatın Bütünlüğü
Edebiyatın her dönemi, bir sonraki dönemini etkileyip yeni sanat anlayışlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yeni gelen anlayış elbette ki eski anlayıştan izler taşımaktadır. Bugün modern romanın yazarları dediğimiz Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan, muhakkak Peyami Safa’dan izler taşıdığı aşikardır. İkinci Yeni anlayışına mensup şairlerimiz muhakkak batı sembolizminden hatta Servet-i Fünun şiirinden beslenmektir. Aslında bu, bir kültürün yolculuğundan başka bir şey değildir. Türk Edebiyatı zamanla birikim haline gelen sanat anlayışlarını kullanmış ve daha ileriye götürmeye çalışmıştır.
Divan Edebiyatı’nın altı asırlık hakimiyeti ile edebi dili acem ve arabi dillere teslim ettiği bilinmektedir. Lakin Divan Edebiyatı popülerliğini sürdürürken Halk Edebiyatı’mızın devam ettiğini unutmayalım. Veya Divan Edebiyatı içinde cesurca Türkçe ağırlıklı şiir söyleyen Aşık Paşa’yı unutmayalım. Türkçe’nin güzelliğini savunan, temiz bir Türkçeyi edebi dil sayan sanatçılar, Ziya Gökalp’ten başlamamaktadır. Keza Gökalp’in kendisi bile böyle bir şeyi ifade etmemiştir. En önemli sloganı “Milli kaynaklara dönülmelidir” şeklindedir. Bu noktada keskin çizgiler edebiyatın algılanmasında büyük bir engeldir.
Orhan Veli şiirinin oluşmasına gelmeden önce tarihsel sürecin birincisi, edebi dili sade Türkçe ile kullanan bir anlayıştır. İkincisi şiiri söz sanatlarıyla boğmak istemeyen bir geleneğin var olmasıdır.
Devlet dahi sensün bana devran dahi sensün bana
Değdi bana senden bu ışk döndü yönüm senden yana
Dilber sana tatlu canum ditrer kamu etüm tenüm
Derdüm bilen sensün benüm derman nedür eyle bana
(Abdülbaki Gölpınarlı, Aşık Paşa’nın Şiirleri,1935 s.89)
Işk: aşk
Eski Anadolu Türkçesi’ni anlamak için çalışıp öğrenmekle birlikte anlaşılması çok zor değildir. Özellikle Aşık Paşa’nın bu örneği, hemen anlaşılır vaziyettedir. Aşık Paşa, lirik anlatımını açık ve sade bir dille yapmıştır. Aşkı tarif eden Aşık Paşa gayet samimi tasvirler kullanmıştır. Sade ve temiz şiir dilini örneklendirmeye Yunus Emre ile devam edelim;
Kime gönül verdüm ise benim ile yâr olmadı
Hâlim bilip derdim sorup bana vefâ-dâr olmadı
(Haktan) meğer takdîr idi âşık oldu gönlüm sana
Hiç kimsene bencileyin derde giriftâr olmadı
(Dr. Mustafa Talcı, Divan-ı Yunus Emre, s.315.)
Vefa-dar: vefalı
Bencileyin: benim gibi
Giriftar: tutulmuş, yakalanmış
Yunus Emre’nin adeta akıp giden bir üslubu vardır. Okuyucusuna kolaylıkla ulaşabilen (hissi manada) bir şairdir. Tasavvuf öğretilerini anlatan, Tasavvuf Edebiyatı içerisinde bulunan Yunus Emre’nin yaşamı 12. yüzyıldan 13. yüzyılın birinci çeyreğine tekabül etmiştir.
Orhan Veli Şiirini Anlamak
Türk şiirinde en önemli kırılma, Namık Kemal ile başlamıştır. Divan Edebiyatı’nı eleştiri toplarına tutunan Namık Kemal, Divan şiirini ayaklarının yere basmamasıyla, gerçek hayata uymamasıyla eleştirmiştir. Elbette ki Namık Kemal, Mahallileşme akımını bilmekteydi. 16. yüzyıl haricinde Türkçe yazılan şiirleri okumuştu. Namık Kemal modernleşmek için verdiği çabayı planlı şekilde sürdürdü ve büyük bir kitleyi etkiledi. Modern edebiyata ışık tutan Namık Kemal’i yaptıklarıyla güzel anmak gerekmektedir. Çünkü kendisi şiirin muhtevası konusunda devrimler yapmak istedi. Yani birikmiş olan edebi kültürü yıkmadı. Yeni türlerin keşfedilmesini istedi ve muhtevanın kendini tekrar etmesi ve zaman içerisinde sanatsallıktan yoksun kalan edebiyatı eleştirdi. Muhtevanın kısmi olarak değiştiği Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati’den sonra Milli Edebiyat Dönemi’nde Yedi Meşaleciler ile birlikte şiirin dili de eskiye yani milli kaynaklara döndü. Burada anlamak gereken; Orhan Veli’nin bugün en çok okunan şair olmasındaki sebep, Yunus Emre’den, Aşık Paşa’dan gelen şiir dilinin veya şiir anlayışının 1940’lara ulaşmasıdır. Şöyle ki; biriken kültür 12. yüzyıldaki insanları nasıl etkilediyse bugün de bugünün insanlarını etkilemiştir.
Orhan Veli İlk şiirlerinde Milli ölçü dediğimiz hece ölçüsünü kullanmış daha sonra belki de ustası, abisi olan Nazım Hikmet gibi serbest şekil kullanmıştır. Örnekler ile irdeleyecek olursak;
Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş
O da yüzmede bir ses yığını üzerinde,
Bin hâtırayı bir anda duyan gözlerinde
İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş.
(Eylül 1936/Varlık, 1.12.1936)
Orhan Veli’nin ilk şiirlerinden olan bu şiir, hece ölçüsüyle yazılmıştır. Geçmişe olan özlemi çok net ifade eden şiir, akıcı üslubu, rahat anlaşılırlığı ile yüzyılların edebi kültürünün taşıdığı manayı üstlenmektedir. Orhan Veli şiirinin demlendiği, kendi kimliğini oluşturduğu dönemlerden bir örnek daha verilebilir. Özellikle yukarıdaki şiir ile aynı temalı başka bir şiir, örnek verilirse üslup ve biçim farklılıkları daha rahat ortaya çıkacaktır.
Nerde böyle hüzünlenmek o zaman;
İçip içip ağlamak,
Uzaklara dalıp şarkı söylemek;
Hafta sekiz ben eğlentide;
Bugün saz, yarın sinema,
Beğenmedin Aile Bahçesi;
Onu da beğenmedin, parka;
Sevdiğim dillere destan;
Sevdiğim,
Meyil verdiğim;
Ben dizinin dibinde elpençe divan,
Samanlık seyran.
Nerde,
Nerde,
Nerde böyle hüzünlenmek o zaman!
(Varlık, 1.2.1947)
Eski günlere özlem duygusu bu şiirde de hakimdir. Lakin serbest nazım şekli Orhan Veli’ye konuşma havası katmıştır. Ayrıca istediği yerde es vermiş ve okuyucunun hayal gücünü şiire dahil etmiştir. İster farkında olunsun ister olunmasın, Orhan Veli’yi Orhan Veli yapan şey şiirlerine okuyucunun dahil olabilmesidir. Bu durum belki uygun aralıklarla es vererek belki de mana aralıklı cümleler ile mana boşluğu bırakmasındandır. Buradaki boşluğu tabi ki de okuyucu dolduracaktır. Bunların hepsinin yanında basit anlatımın içerisindeki anlam yükü hiç de basit değildir. Bunu başarabilmek okuyucuyu yormadan düşünmeye itmektedir.
Yunus Emre’den kalan samimi dil, Orhan Veli’de modernize olmuştur. Orhan Veli, Ben Orhan Veli adlı şiirinde kendini “Evvela adamım, yani Sirk hayvanı falan değilim” şeklinde anlatmaya başlar. Burada insan olmayı, basit sevinçleri basit korkuları ve en önemlisi sadece insan olmayı isteyen ve kendini öyle anlatan bir Orhan Veli görülmektedir. Ayrıca iki şairin de açgözlülüğe karşı duyarlılıkları vardır. “Sen bu cihan mülkünü kaftan kafa tuttun tut” ile “Ölünce biz de iyi adam oluruz; Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış, Hepsini unuturuz.” ifadeleri açgözlülüğü eleştirmek için kaleme alınmıştır.
Sonuç
Orhan Veli’nin özgün yetenekleri ile birlikte Türk Edebiyatı’nda oluşan şiir dili, Orhan Veli’nin şiirine hizmet etmiştir. Şiir anlayışının değişimi hususunda daha birçok örnek verilebilir. Zihinlerde bir süreç oluşması adına ve bu sürecin asla ayrı ayrı algılanmaması adına Yunus Emre’den Orhan Veli’ye şiirler üzerinden bir yolculuk yapmaya çalıştık. Türk Edebiyatı’nda şiir sanatı kimi zaman yerel kimi zaman uluslararası sanatsal iletişimler ve etkilenmeler ile beslenmiştir. Burada kendi kimliğimizi yakalamak, şiire birkaç cümleden ibaretmiş gibi bakmamak, doğru araştırılıp doğru öğretebilmeye yardımcı olması açısından dönemlerin iç içe yapısını idrak etmenin önemli olduğunu görmüş bulunmaktayız.
Yazan: Çağrı Aytaç
İlk yorum yapan siz olun