İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Pencere Pervazında Bir Yeni Dünya Atlası: Çok Hisseden Çocuk

Bu bir incelemeden çok hikâyenin içinde savruluş… Belki de fark edişin dayanılmaz hafifliği, bilemiyorum. Çok Hisseden Çocuk’u okuduktan sonra, pek çok kavrama açılan bir başka pencerenin pervazında buluyor insan kendini. Düşünüyorsun; uzun uzun düşünüyorsun. Aklımın bir köşesinde beklettim yazacaklarımı bu sebepten. Ve kitabın bölümlerini bir akışta sizinle paylaşmaya karar verdim. Bakalım, siz neler hissedeceksiniz?

Bizler gözlerimizle gördüğümüzü sanırız,” diyordu metinde, Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ine atıfta bulunarak. Henry, Küçük Prens gibi kalp gözüyle gördüğümüze inananlardan değildi, dünya üzerinden aldığımız her görüntüyü bizim için biçimlendiren beynimizden başka bir şey olamazdı.” (Sayfa 22)

Kökleri Güney Afrika’ya uzanan Henry, çocukluk yıllarını büyükbabasının çiftliğinde ebeveynleriyle birlikte geçirmişti. Nesillerdir Kalahari Çölü’nde yaşayan varlıklı bir aileye doğmuş olsa da kolay bir hayatı olmamıştı. Büyükbabasının deyimiyle, “Çölde hiçbir şey beleş değildi” ve her şey için çok ama çok çalışması gerekiyordu. Henry bilim, adına üreten biri olarak gerçekten “çok fazla” çalışacaktı…

Aklıma geldi; genç bir kızla tanışmıştım. İşimin kitaplarla olduğunu öğrenince “Doğa Bilimci” olmak istediğini söylemiş ve benden kitap önerisi istemişti. O sırada zihnimde birkaç kitap toparlamakta zorlandığımı hatırlıyorum. Çok Hisseden Çocuk’u okurken, “Keşke o zaman bu kitaptan haberim olsaydı,” diye iç geçirmeden edemedim. Kahramanımız Henry’nin meslek seçimini nasıl yaptığının ve bu konudaki kararlılığının gençlere yol göstereceğini düşünüyorum. En azından ben kendisiyle çok daha önce tanışmak isterdim.

Tekrar kitaba dönecek olursak, birinci bölüm “Gizem” adını taşıyor. Otizmin empati eksikliği olduğuna dair bilimsel fikir birliğine rağmen Henry Markram, oğlu Kai’nin duyularının hassasiyeti nedeniyle yaşadığı deneyimler sayesinde bu fikri çürütüyor. Çünkü Kai gibi insanlar az değil, çok daha fazla “hissediyorlar.” Duyuları bu dünya için hep “çok fazla” hassas!

Henry Markram, nörobilimin Elon Musk’ı olarak niteleniyor. Beynin gizemli dünyasını çözme konusunda onu daha da hırslandıran ise oğlu Kai’nin otizmli bir birey oluşu. Öncelikle Henry’nin tahsil hayatının evrelerinden ve onun bilim insanına evirilmesinden söz eden kitap, Kai’nin doğumuyla ve onun farklılığının tespitleriyle gelişiyor. Oğlunun dünyaya gelişiyle Henry’nin sadece bir baba olarak değil, bilim insanı olarak da hayatı değişiyor. Kai’nin geç konuşmasıyla endişelenen özellikle anne Anat, oğullarının ailenin dışında herkese fazla ilgi göstermesinin de farkında…

Rehovot’ta yaşıyorlardı, o zaman Kai üç yaşında olmasına rağmen, hâlâ doğru düzgün konuşabildiği söylenemezdi. Küçük çocuk evdeki herkesten daha çok dışarıyla etkileşim halinde olduğundan, bu durum kendi içinde bir tezat oluşturuyordu. İletişim kurmak için hâlâ neredeyse sadece ellerini kullanıyordu, insanların onun ne anlattığını anlaması pek mümkün değildi ve Kai’nin kendini ifade etme girişimleri giderek sinir bozucu bir hale evirilmeye başlamıştı. Ne kadar çabalarsa çabalasın, karşı taraftan yanıt alamıyordu ya da aldığı yanıtlar onu pek tatmin etmiyordu. Hal böyle olunca da yüzünü buruşturuyordu. Böyle anlarda onu avutmak için yapılabilecek bir şey yoktu.” (Sayfa 42)

Konuşma geriliği otizm belirtisi olsa da kimsenin bu konu üzerinde durmaması hastalığın ilerlemesine katkı sunuyordu. Kai 5 yaşına geldiğinde onu görenler, fiziksel farklılıklarından dolayı tedirgin olmaya başlamıştı. Eskisi gibi ona sarılmıyor, hatta uzak duruyorlardı. Okulda geç öğrenen ve diğer öğrencilerin alay konusu olan Kai, gün geçtikçe hırçınlaşıyor, bir müzikalde kulaklarını kapatan, ara sıra kendini yerlere atan bir çocuğa dönüşüyordu. Zaman yavaş akıyor gibi görünse de hızlıydı. Doktorlar, bu tepkinin hiçbir şey ifade etmediğini, sadece Kai’nin her çocuktan biraz daha fazla hassas bir yapıya sahip olduğunu söylemekle yetiniyordu. Henry ise bu durumun geçeceğini düşünüyordu. Düşünmek istiyordu. Ancak değişik psikologlar tarafından yapılan otizm tarifine uyan davranışlar sergileyen Kai’nin durumunu, sonunda Henry de kabullenmiş ve farklı ülkelerde yaşayan, dünyaca ünlü makaleler yayımlayan bilim insanlarına mektuplar yazarak anlatma yolunu seçmişti. Ailece çıkılan ve uzun süren bir tatilde baba oğul çeşitli maceralar yaşayacak ve özellikle Henry, oğlunu daha iyi tanıyacaktı. Henry, San Francisco’da geçirdikleri son birkaç haftadan sonra, Kai’nin farklılığının otizm kökenli olduğu konusunda daha kesin bir fikre sahip olmuştu. Eğitimlerine Amerika’da devam eden aile, artık burada çocuklarıyla ilgili kesin teşhislerle karşılaşacaklardı. Gizem çözülüyordu…

Çoğu kişiye göre, bir nörobilimci olarak ben, çocuğuma diğer ebeveynlerden daha fazla yardım edebilirdim. Ama yanılıyorlardı. Kendimi onlardan daha aciz hissediyordum.” (Sayfa 63)

“Av Zamanı” adını taşıyan ikinci bölüm, ailenin çaresizliğinin açıkça belirtilmesiyle açılıyor. Yaşananlardan sonra artık eskisi gibi olamayacaklarına karar veren çift boşanıyor, fakat aile olarak ayrılmak istemedikleri için aynı evi paylaşmaya devam ediyorlar. Henry ise araştırmalarına ara vermiyor. Araştırmanın bir evresinde yolu Kamila isimli bir kadınla kesişiyor. İyi dost oluyorlar ve Kai de Kamila’nın ilgisini çekmeyi başarıyor. Böylece artık Henry’nin Kai konusunda konuşabileceği, anlaşıldığını hissedeceği ve ona araştırmalarında yardım edecek bir yardımcısı daha oluyor. Yaptıkları araştırmalar ile bu ana kadar vardıkları sonuçları karşılaştırarak ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlar. Nihayetinde eski dogmalara dönmeye, buldukları sonuçları bir de otizm konusunda eski uygulamalar ve sonuçlarıyla karşılaştırarak yeni sonuçlara ulaşmayı hedefliyorlar. Kai 10 yaşına geldiğinde, yaşananlar Henry için artık katlanılamaz oluyor ve hata yaptığını kabullenme evresi başlıyor. Tam bu dönemde hayatlarına Tania giriyor…

Tania bu süreçte, hayvan modelleri üretmekten sorumlu olacaktı -yani, otizmli fareler üretecekti. Henry zaten bir ön çalışma yapmıştı, ama cıvayla, alkolle ve Thalidomide adlı ilaçla yaptığı denemelerde istediği sonucu elde edememişti.” (Sayfa 147)

Çalışmalarını dört yıl sürdüren Tania da ümidini yitirmek üzereyken o güne kadar yaptıklarını tersten yapmaya karar veriyor. Burada yolu Kamila’nın araştırmalarıyla kesişiyor. İşte o zaman araştırmalarını birleştirerek çok önemli bir sonuca erişiyorlar.

Otizmli bireylerin ne kadar hassas oldukları çok iyi bilinen bir şeydi. Bununla birlikte, bu hassasiyet Yağmur Adam filmi ile popüler hale gelip aşırı vurgulanan savantizm gibi, sürekli olarak marjinal bir yön, istisna olma hali olarak ele alındı. Ama bu hassasiyet ufak bir detaydan çok daha fazlasıydı, kilit noktasıydı.” (Sayfa 159)

Evet, dünyası inanılmaz şekilde yoğun olan Kai, her şeyi abartılı bir seviyede yaşıyordu. Bütün bu çalışmalar sonunda Henry ve Kamila keşiflerini duyurmaya çalıştılar, ancak bilim dünyası gereken ilgiyi göstermedi. Bunun üzerine tezlerini medyaya ulaştırdılar. Bilim medyası da bu tezi ancak kendilerini takip edebilen bilim insanlarına ulaştırabildiğinden, tez yine kitlelerle buluşamadı.

Buna izin veremezlerdi. Yeni bir makale yazacaklardı, ama bu sefer bilim dünyası için değil, halk için… Ve bu çalışmaya erişimin ücretsiz olması gerekiyordu. Bu niyetle önce kendilerine ait bir yayınevi kurdular, bu bir platform ve bir web sitesiydi ve burada dünyanın her yerinden bilim insanları özgürce kendi bilgilerini başkalarıyla paylaşabilmeliydi. İşe bir dergi yayımlayarak başlayacaklardı ve bu dergide kendi keşiflerinden bahseden bir yazı olacaktı. Aylarca kendi dokümanlarını taradılar, derleyip topladılar, kontrollerini yaptılar ve kısalttılar, zira bu uzun ve karmaşık yazıların anlatmak istediği asıl şeyin herkes tarafından anlaşılabilir olması gerekiyordu: tıpkı onlar gibi çaresiz hisseden tüm ebeveynler, nörobilim okumayı düşünen öğrenci adayları ve denenmiş olan ve güven duyulanla yetinmeyen, yeni düşüncelere açık tüm insanlar için…” (Sayfa 162)

“Kavrayış” adını taşıyan üçüncü ve son bölümde, 13 yıl süren araştırmaların sonucunda hem bir bilim insanı hem de bir baba olarak yıpranmış Henry’nin, her şeyi tam anlamıyla idrak ettiği süreci okuyoruz. Kai’nin klinikte açtığında gördükleri gözleri, kreşteki sessizliği, öfke nöbetleri, San Francisco günleri, Lynda… Tüm bu zamanlardan geçip teşhis konulduktan sonra gizem çözülüyor belki ama çalışmaların yanlış yönde devam edişi durumu zora sokuyor. Oysa o zamana kadar bütün uzmanlar doğru yolda olduklarını söylemişlerdi. Neyse ki Kamila’yla yollarının kesişmesiyle parçalar yerine oturmaya başlamıştı. Artık tam anlamıyla çözmüşlerdi; bir bilim insanı asla emin olamazdı…

Bize göre otizmli çocuklar empati duygusundan yoksundur. Oysa hayır, yoksun olan bizleriz -onlardan bunu esirgiyoruz.” (Sayfa 174)

Kitabın da otizmin de özeti bu cümleydi aslında! Henry artık oğluyla empati kurabiliyordu. Bu, onlar için önemli bir eşikti. Çünkü bugüne kadar otizmlilerden empati kurmalarını bekliyorduk. Oysa biz onlarla empati kurmak zorundaydık. Çünkü onlar bizden fazla “duyuyorlardı.” Kai, ebeveynlerine öğretiyordu. Bir otizmliyle anlaşabileceğin birçok yön vardı. Bunun için yapmamız gereken tek şey, onlarla empati kurup onları anlamaya çalışmaktı. Sıcacık bir sarılmanın çözemeyeceği durum yoktu ya da.

İşe yarayan ama gerçekten işe yarayan şey şudur: yanına sokulmak ve sımsıkı sarılmak. Hepsi bu. Kesik kesik hıçkırıklarla bir süre ağladıktan sonra sakinleşmeye başlar. Bazen, benimle öyle kötü konuşuyor ki çileden çıkıyorum. Öyle zamanlarda onu ne duymak ne de görmek istiyorum ve her zaman yaptığımın aksine, sarılmak yerine kapıya ilerliyorum, ondan uzaklaşıyorum. Fakat bu Kai’yi daha da delirtiyor, iyice zıvanadan çıkmasına sebep oluyor.” (Sayfa 189)

Bu arada dünyanın pek çok yerindeki bu deneyimi yaşayan insanlardan mektuplar gelmeye başlamıştı. Buna paralel olarak araştırmalar da sürüyordu. Henry’nin çalışması, bunca yıl ve uğraştan sonra nihayet “İnsan Beyni Projesi” olarak anılmaya başlamış ve BM, bu araştırmaya büyük bir maddi katkı vermişti. Henry ne kadar yorucu olsa da yolundan dönmemiş, yolda bulduğu arkadaşlarla yürümeye devam etmişti.

Jeff Bezos ya da Bill Gates gibi yenidünyanın çığır açan kişilerine dönüp baktığımızda Henry’ye çok benzeyen karakterler olduklarını görürüz.” (Sayfa 207)

Kai, 20’li yaşlarına geldiğinde artık annesi, babası ve Kamila’yla neredeyse sıradan bir aile olarak yaşamaya başlamış, ailesiyle her şeyi konuşur olmuştu. Hatta bir sevgilisi bile vardı. Projeyi yürüten ekibin birçok çalışmadan sonra, otizmli bireyler hakkında sağduyulu ve sevgi odaklı şöyle bir düşüncesi oluşmuştu:

Bırakalım otizmli bireyler kendileri gibi olmaya devam edebilsinler. Evet, onların beyni farklıdır, ama zaten biz hepimizin aynı beyinlere sahip olmasını arzulamıyoruz ki. Bizim tek derdimiz, otizmli bireylere de sağlıklı, mutlu ve özgür bir yaşam şansı verebilmek.” (Sayfa 238)

Biz hep ilk çığlığa odaklansak da nihayetinde “Bebekler yüzlerinde bir gülümsemeyle dünyaya gözlerini açar.” (Sayfa 13)

*

KÜNYE:

Çok Hisseden Çocuk

Lorenz Wagner

Çeviren: Emine Gülsen Yüksel

Timaş Yayınları

272 Sayfa

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir