Türkiye’nin ilk özel senfoni orkestrası olan Borusan İstanbul Filarmoni’nin ilk Orkestra Müdürü olarak, kuruluşundan itibaren çalıştığı sürede Gürer Aykal, Suna Kan, İdil Biret, Emin Fındıkoğlu, Fazıl Say, Güher – Süher Pekinel, Cem Yılmaz, Ali Poyrazoğlu, Gülsin Onay, Alexander Rudin, Maxim Vengerov, Lang Lang, Juilliard String Quartet, George Zamphir, Dino Saluzzi, Brandford Marsalis, René Fleming, Elina Garanca, Victoria Mullova, Ömer Faruk Tekbilek gibi dünya çapında birçok sanatçı ve yüzlerce orkestra müzisyeni ile çalışan… 2014 yılında Borusan Sanat’tan ayrılarak aynı yıl OdeonArts Müzik ve İletişim’i kuran, şu an da Yeldeğirmeni Kültür Sanat Merkezi’nin yöneticisi olan çok yönlü başarılarıyla ön plana çıkan Sanat Direktörü Saba Sümer’le keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Biz sorduk o tüm samimiyetiyle cevapladı.
Mine Alpan: Yıllardır kültür ve sanat alanında birçok klasik müzik ve caz konseri organizasyonlarının başında olan Saba Sümer’i bir de sizden dinlemek isteriz. Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?
Saba Sümer: Mine Hanım, öncelikle nazik röportaj davetiniz için çok teşekkür ederim. Kültür ve sanat alanında yaklaşık 20 yıldır çalışmaktayım. Çalışma hayatım hep “niş” alanlarda oldu. Klasik müzik ve caz konserleri belli bir kitlenin izlediği, takip ettiği bir alan. Bu alanı genişletmek ve daha çok izleyiciye ulaştırmak amacını taşıyoruz ama yine de sanatçısıyla, performansların yapıldığı mekanlarla özel ve “niş” bir alan.
Sanat etkinlikleri izleyicileri ve seyircileri çok iyi bilir bu alanın insanı nasıl beslediğini ve büyüttüğünü. Bilet satın alırken bile, tüketici değil “türetici” olduğunu ve üretime katkıda bulunduğunu. Bu alanda çalışmaksa bambaşka, ayrıcalıklı bir iş yaşamı doğurdu benim hayatımda.
Ben orta ve lise eğitimimi Sainte Pulcherie, ardından Saint Benoit Fr. Lisesi’nde tamamladım. Ardından Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Bölümüne devam ettim. Ancak organizasyon ve turizm alanında çalışmaya başladım ve 20’li yaşlarımın başında Bodrum’a yerleştim. 2001 yılında İstanbul’a döndüm ve Borusan Kültür ve Sanat’ta çalışmaya başladım.
Sizi bugüne ulaştıran köşe taşları neler oldu? Bu başarılara ulaşmadan önce nasıl bir eğitim aldınız?
Bugüne ulaşmamın en önemli köşe taşı Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın kuruluşu olsa gerek. İlk olarak 1990’larda Borusan Oda Orkestrası olarak kuruldu. Ben o yıllarda Bodrum’da yat turizmi uğraşındaydım. Uzaktan duyuyordum Borusan Oda Orkestrası var, İstanbul’da konserler veriyor. O kadar çekici bir şekilde hayalini kurmuştum ki, zihnimde büyülü bir yer kaplıyordu Borusan Oda Orkestrası.
Borusan Oda Orkestrası daha sonra Orkestra Şefi Gürer Aykal yönetiminde bir senfonik orkestraya dönüştürüldü ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) adını alarak 2001 yılından itibaren düzenli konserler vermeye başladı.
Aynı yıl ben de İstanbul’a dönmüştüm ve Akademi İstanbul’da Halkla İlişkiler ve Kurumsal İletişim dersleri almaya başladım.
Borusan Kültür ve Sanat Merkezi o dönemde İstiklal Caddesi’ndeki beş katlı binasındaydı. İlk giriş katında Borusan Sanat Galerisi, ikinci ve üçüncü katta Borusan Müzik Kütüphanesi, dördüncü katta ise müzik ve sanat söyleşilerinin yapıldığı bir etkinlik salonu vardı. Tam anlamıyla bir kültür merkeziydi ve etkinlik salonundan, müzik kütüphanesinden ne önemli isimler, müzisyenler ve galeriden ne çok önemli çağdaş sanatçılar geçti. Entelektüel dünyanın uğrak yeri idi, bambaşka bir ortamdı.
Borusan Sanat Galerisi Müdürü sevgili Binnaz Tukin, bir arkadaşım vasıtasıyla, orkestra sorumlusu görevi için o zaman ki Genel Müdür Sami Caner’le görüşmemi önerdi. Sami Bey’le görüştüm ve beni kabul etti. Gürer Aykal’la çalışacaksın dedi.
Gürer Bey orkestrayı kurarken Türkiye’nin çeşitli orkestralarından deneyimli müzisyenleri ve genç yetenekleri bir araya getirdi. Orkestranın gerekli bölümlerine de Rus, Macar, Romen, Alman ve Amerikalı müzisyenleri yerleştirdi. BİFO İstanbul’un iki yakasında düzenli konserler veriyordu. Borusan Orkestrasının kent yaşamına getirdiği çok önemli bir katkıydı bu.
Şefliği, müzisyenliği ve eğitimci yönlerinin yanı sıra Gürer Bey’in öğretici yönü de çok güçlüdür. Konserde organizasyonun gerektirdiği tüm detayları bilirdi ve tüm bunları zaman zaman provalar, konserler, birlikte yolculuklar ve turneler süresince bana aktarırdı.
Orkestra ile çalışmak benim için yüzme bilmeden denize atlamak gibiydi. İlk atlayışta yüreğin hop eder, çabalarsın ama sonra bir bakarsın yüzeye çıkıp yüzmeyi öğrenmişsin.
Bir diğer önemli köşe taşı ise Türkiye’nin caz ustası, Emin Fındıkoğlu’nun 2015’te kurduğu ve yine ülkedeki en usta caz sanatçılarını bir araya getirdiği Emin Fındıkoğlu +12 caz orkestrasıdır. Emin Hoca ile Bodrum yıllarından tanışıyordum, hatta tanışmadan önce hakkında anlatılan müzikle ilgi ve müzik dışı efsanevi hikayelerini çok dinledim, çevremdeki herkes gibi ben de kendisine hayrandım.
2016’da Emin Hoca ile, Genco Erkal’ın yer aldığı Stravinky’nin Askerin Öyküsü konserinde karşılaştık. Bana orkestranın menajerliğini yap dedi. Büyük bir kıvançla kabul ettim ve caz dünyasında yolculuğum başladı. Emin Fındıkoğlu +12 ile İstanbul’da ki caz festivallerinin yanı sıra İzmir, Ankara, Bodrum, Alanya, Kuşadası Mersin gibi önemli kentlere, festivallere turneler düzenledik. Sanat yönetmenliğini yaptığım Sainte Pulcherie Konserleri’nde geçtiğimiz yıl Şubat konserinde Akbank Caz Festivali 30. Yıl çerçevesinde Emin Fındıkoğlu 80. Yaş Günü Özel konseri düzenledik. İyi ki bu konseri yapmışız, Mart ayında başlayan Pandemi kısıtlamaları öncesi gerçekleştirdiğimiz son konserdi. Orkestra tadına doyum olmaz bir gece yaşattı tüm caz severlere.
Kültür sanat yönetiminde esas eğitimim bu hocalarla oldu. 2002’de BİFO’nun ilk turnelerinden, Bulgaristan’a iki otobüs halinde gittiğimiz Rusçuk konserlerinde solistimiz Suna Kan’dı. Aynı yıl BİFO sezon açılış konserinde Gürer Bey, Arif Mardin’in bir eserini programa koydu. Arif Mardin’i İstanbul’a davet ettik. Orkestralar yaşayan bestecilerin eserlerini seslendirecekleri zaman, besteciyi provalara ve konsere davet eder. Şef provalar sırasında besteciye müzikal olarak “istediğiniz gibi oldu mu bu şekilde?” diye besteciye sorar, danışır, üzerinde konuşurlar. BİFO konserlerinin yanı sıra daha sonra 2016’da Bergama Kültür Merkezi BERKM’nin açılışı için düzenlediğim konser için İdil Biret’le bir turnemiz, İstanbul’dan çok keyifli yolculuğumuz oldu. Bu konserde İdil Biret’in sayfa çeviriciliğini yaptım. Bu sanatçıların yanında bulunmak bile zaten başlı başına bir köklü ve sürekli bir öğrenme deneyimi.
2005’te Bilgi Üniversitesi, Avusturya Kültür Ofisi, British Counsil, Fransız Kültür Merkezi ve Hollanda Başkonsolosluğu’nun içinde yer aldığı, Avrupa Kültür Derneği ve Europist Kültürel İşbirliği Platformu ve merkezi Amsterdam’da bulunan European Cultural Foundation-ECF’in katkılarıyla, İstanbul’da her dersin başka bir kültür merkezi, üniversite ve sanat mekanında yapıldığı Kültür ve Sanat Yönetimi (Culture and Art Management) eğitimleri düzenlendi. Çok değerli seminerler, konferanslar ve workshoplar dizisiydi. Avrupa’nın önde gelen kültür sanat kuruşlarının yöneticileri, dünyanın en prestijli klasik festivali Salzburg Festivali yöneticisi, sanat merkezleri yöneticileri, sanat üniversitelerinden hocalar dersler verdi. Müthiş bir organizasyondu. Genel Müdürümüz Sami Caner’in yönlendirmesi ile Borusan Kültür adına bu eğitimlere katıldım ve bu sektördeki birçok arkadaşımla bu eğitimlerde tanıştım. Çok şey öğrendim. Yine aynı yıllarda Avrupa Birliğinin İstanbul’da düzenlediği Avrupa Birliği Fonları Proje Eğitimleri aldım. Bilgi Üniversitesi Yaşam boyu eğitim serisinde Betül Mardin’den Halkla İlişkiler dersleri aldım. Prof. Alper Maral’dan müziğe giriş dersleri aldım. Borusan Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen müzik ve sanat üzerine çeşitli seminerlere katıldım.
Uzun yıllardır gerek yurt dışında gerekse yurt içinde sanatsal ve kültürel anlamda birçok organizasyonun yöneticiliğini yaptınız ve halen başarıyla bunu sürdürüyorsunuz. Neydi bunca yıl sizi bu işin içinde olmaya iten motivasyon?
Motivasyon çok doğru bir sözcük, çünkü motive değilseniz zaman zaman hayatınızın tüm alanını kaplayan bu işi yapamazsınız. Sanatın büyülü ortamlarını, biraz ritüellerini ve müziği sevmek sanıyorum beni motive ediyor.
Müzik insanlar arasında eşsiz bir etkileşim yaratır.
Konser salonları benim için tapınaklar gibi. Yüzlerce insan bir araya gelip müzik etrafında toplanıyor. Herkes, bazen benzer, bazen de çok değişik etkiler alıp, bir buçuk iki saat süren performanslardan sonra dağılıyor ve herkes kendi yaşantısına dönüyor. Bence bir araya gelmenin çok anlamlı bir yolu.
Sanatın toplumu ileriye taşıyıcı bir potansiyeli vardır. Her birimizde farkındalık yaratır. Yaşamımızı ve bulunduğumuz konumu sorgulatır. Farklı kanallardan bizi tetikler, gözlerimizi, kulaklarımızı, kalplerimizi açar.
Faydalı bir işin parçası olmak elbette motive edici.
Ayrıca BİFO’nun ilklere imza attığı yurtdışı turnelerimizle çok gurur duyduk. 2010’da BİFO ile ilk kez bir Türk orkestrası dünyaca ünlü Salzburg Klasik Müzik Festivali’nin açılış bölümünde sahne aldı. 2011’de Fransa’da Montpellier Festivali’nde ilk kez Türk – Yunan sanatçılarının ortaklaşa sahne aldığı, Yunanlı çağdaş besteci Xenakis’in Oresteia eserini seslendirmesi ve 2014’te Londra’da Royal Albert Hall’de BBC Proms kapsamında ilk defa İngiltere’ye davet edilen Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın uzun zaman dillerden düşmeyen performansı karşında motive olmamak mümkün değil.
Canlı konserlerin, bir tekrarı yok, o kadar özel ve tekil ki, tüm bunlar heyecan verici.
OdeonArts Müzik ve İletişim hangi hedefle ve fikirle kaç yılında kuruldu?
Borusan Sanat yönetimiyle 2014’te, Borusan Quartet temsilciği ve menajerliğini kurum dışından yürütmek üzere bir anlaşma geliştirdik.
Artık bağımsız olarak çalışmaya başlayacaktım. Bu da yepyeni bir heyecandı benim için. Müzik menajerliği ve sanatçı temsilciliği Borusan orkestrasında yıllarca birlikte çalıştığım birçok müzisyen arkadaşımın da trio veya quartetlerinin eklenmesi ile genişledi. Böylece önde gelen topluluklardan oluşan bir platform olan OdeonArts Müzik ve İletişim’i 2014’te kurdum.
OdeonArts Müzik ve İletişim nitelikli müziğin desteklenmesi ve daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmasını amaç ediniyor. Klasik müzik ve caz topluluklarının tanıtımını ve festivaller, sanatsal etkinlikler, kültür merkezleri, özel toplantı ve davetlerde konser organizasyonlarının yönetimini gerçekleştiriyor.
Bireysel olarak film, tiyatro, sinema ve müzikte hangi türleri seviyorsunuz?
Sinemayı çok seviyorum, festival filmleri, sanatsal yapıtlar ilgilimi çekiyor. Hollywood yapımlarını artık izleyemiyorum. Bu yüzden bazen büyük prodüksiyonları kaçırmış oluyorum. Ama okuyacak o kadar çok kitap ve sohbet edecek o kadar çok konu ve görecek o kadar çok sergi var ki, seçici olmak zorundayız, zaman çok değerli.
Müzikte geniş bir yelpazem var. En çok klasik müzik ve caz dinliyorum. Rap seviyorum. En sevdiğim sanırım Latin müzikler. Şaman müzikleri çok hoş geliyor. İstanbul şarkılarına bayılıyorum, türküler, İstanbul’da öyle bir kültürel zenginlik içinde yaşıyoruz ki, hiçbirini ıskalamamak lazım.
Yöneticiliğini gerçekleştirdiğiniz Yeldeğirmeni Kültür Sanat Merkezi’nin faaliyet alanları nedir?
Yeldeğirmeni Sanat Merkezi, 2013’te Kadıköy Belediyesi tarafından kamulaştırılarak 2014’te açılışı yapılan tarihi bir mekan. İlk olarak 1895’te Fransız okulunun ve manastırının kilisesi olarak inşa edilmiş.
YSM, 2014’te açıldıktan sonra giriş katındaki büyük salonda klasik müzik ve caz konserleri, alt kattaki küçük salonda ise film gösterimleri, konferanslar ve sanat söyleşileri düzenlenmek üzere tasarlanmış bir kültür merkezi.
Yaklaşık bir yıldır tüm dünyayı etkisi altına alan Covid – 19 salgını nedeniyle en çok zarar gören sektörlerden biri olan kültür ve sanat alanına katkı sağlamak açısından, Kadıköy Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünün aldığı karar ile Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde aldığımız önlemler çerçevesinde Çarşamba ve Cuma akşamları olmak üzere Büyük Salonda konserlerimizi sürdürüyoruz.
Sosyal mesafeye uygun olması açısından 220 kişilik salon kapasitesi yeniden düzenlenerek 60 kişiyle sınırlandırıldı. Klasik müzik ve caz topluluklarının quartet, trio ya da duo olarak sahne aldıkları konserimiz saat 18:00’de başlıyor. Bir saatlik arasız konser saat 19:00’da bitiyor. Bu zor dönemde konserlere devam edilmesine, hem sanatçılar hem de sanatseverler tarafından övgüler alıyoruz.
Önümüzdeki sezon programlarımız için Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde İstanbul’daki diğer kültür Merkezleri ve Konsolosluklarla işbirlikleri geliştirmekteyiz.
Ayrıca İstanbul’a konser için gelecek olan ünlü isimleri verecekleri ustalık sınıfları (master class) için Yeldeğirmeni Sanat Merkezinde ağırlama ve öğrencilerle buluşturma projelerimiz var.
Yeldeğirmeni sanat merkezinin ilerleyen aylar için programında neler var? Yeni projeler var mı?
Mart ayında birbirinden değerli genç sanatçılar ve konser programları yer alıyor. Caz akşamlarında yeni projeler var. 3 Mart akşamı “Çarşamba Klasikleri”nde Duo Lamente ile çok özel bir Barok Şöleni’ne yer vereceğiz. Türkiye’nin ilk yetişmiş kontrtenor sanatçısı Kaan Buldular ve dönem müziği çalışmalarına lavtalar içinde en geniş ses aralığına sahip olan archlute ile devam eden klasik gitar sanatçısı Hande Cangökçe’nin oluşturduğu Duo Lamente, bu konserde ağırlıklı olarak Fransız ve İtalyan Barok yapıtlara yer veriyor. Barok dönemde bestelenmiş Osmanlı Saray Müziği örneklerinin de seslendirildiği eserlerin kontrtenor ve archlute için düzenlemeleri de Kaan Buldular ve Hande Cangökçe’ye ait.
10 Mart’taki “Çarşamba Klasikleri”nde ise piyanist ve orkestra şefi Can Okan, içinden geçtiğimiz zorlu salgın döneminde özel bir programa yer veriyor. Sanatçı, müziğin iyileştirici etkisini kanıtlarcasına önemli yapıtlar üreten J. S. Bach’ın başyapıtlarından biri olan “İyi Düzenlenmiş Klavye”’nin 2. kitabından bir seçki seslendirecek. Keman ve çello ikilisi ViolinCello Duo ile vurmalı çalgılarda konuk sanatçı Riccardo Marenghi, 17 Mart Yeldeğirmeni Sanat konserlerinde yerli ve yabancı pop, rock ve film müziklerinin yanı sıra Bach, Vivaldi ve Paganini gibi klasik bestecilerin sıra dışı düzenlemelerini seslendirecek.
İsviçre basınında İngiliz şef Howard Griffiths’in “Genç yaşına karşın, enstrümanında ustalık düzeyine erişmiş ve şaşırtıcı yorum gücüne sahip bir müzisyen” şeklinde ifade ettiği Cem Babacan’ın piyano resitali 24 Mart’ta yer alacak.
Yeldeğirmeni Sanat’ta Cuma akşamları “Caz Akşamları”. 12 Mart’ta saksofofon sanatçısı Barış Ertürk’ün yeni triosu BAM sahne alacak. 19 Mart 2021 Cuma akşamı ise piyanist, besteci ve şarkıcı Selen Gülün’ün, 2015’ten bu yana Japonya yoğunluklu uluslararası platformlarda değişik müzisyenlerle gerçekleştirmekte olduğu duo konserlerin bir yansıması Yeldeğirmeni Sanat sahnesinde olacak.
Ayrıca Mart ayında ayrıca EuroCities üyesi olan tüm Avrupa kentlerinin ortak projesi olan Erken Dönem Avrupa Müziği günü kutlamalarına Kadıköy Belediyesi Yeldeğirmeni Sanat Merkezi olarak katılacağız. Projede üye kentlerden seçilen müzisyenlerden oluşan topluluklar ayrı ayrı Bach Cantata eserini kentin önde gelen anıtsal bir mekanında video kaydını gerçekleştirerek gönderilmesi isteniyor.
Bu kayıt için provalara başladık. Kendi yayın organlarımızdan yakında duyurularını ve kaydın gösterimlerini gerçekleştireceğiz.
Dijital çağın kültür sanata nasıl etkileri var size göre?
Dijitalleşme kültür sanata pozitif katkılar getireceğine inanıyorum. Ancak yeni çalışmalar gerektiriyor. Klasik müzik konserinin film çekimi, ses kaydı kalitesi gibi işler önem kazanacak. Yurt dışında çok kaliteli yayınlar vardı tabii önceden de fakat daha da artacak. Canlı konserlerin yanı sıra dijital konserler de yapılmaya devam edecek ve onları izlemenin de özel bir değeri olacağını düşünüyorum.
Telif konuları da belki daha bir düzene ve bir formata girer dijitalleşme sayesinde. Bu konuda yapılacak çok iş var.
Sanatçı buluşmaları dijital ortamda çok daha sık yapılacaktır. Sınırları kaldırmada büyük rol düşüyor bence, bunu kullanmakta fayda var.
Günümüzde kültüre, sanata verilen önem yeterli mi?
Sanata önem verme konusuna hem bireysel düzeyde ve hem de toplumsal düzeyde bakmak gerekiyor. Biz şu anda yıllardır bireysel düzeyde sanata verilen değerin artması için çalışıyoruz. Tüm kültür sanat sektörü yöneticileri, özel kültür merkezleri tek tek filizler ekmeye çalışıyor, iğne ile kuyu kazma misali. Bunun da faydası var elbette. Ancak bu yolla belli bir kesime ulaşabilirsiniz. Bir kentin merkezine yakın kesimlere, zaten yıllardır kültür sanata yakın kişilere ulaşabilirsiniz. Oysa tüm o bölgedeki her semtin bir kültür sanat evi, bir oyun, stand up ya da bir dörtlü dinletisi düzenleyebileceği bir mekanı ve işletmesi olması gerekir. Merkezden uzakta yaşayan kesimin de evrensel müzikten, evrensel sanattan haberi olması gerekir.
Sanata önem verme ve sonuçlarını hızlıca görme esasen toplumsal boyutta gerçekleştirilebilir. Bu da toplumu yönetenlerin sanata değer veren bir sistem oluşturmasıyla olabilir. İyi düşünülmüş, üzerine tartışılmış, sanat dalının önde gelen ustalarına danışılmış ve uzun dönem için planlanmış bir sistem gerektirir.
Koronavirüs’ün hayatımızı alt üst ettiği bu dönemde kimi sanatçıların yaratıcılıklarını besleyebildikleri kimileri içinse bir duraksama dönemi olarak yaşadığımız bu sürecin sanatsal üretimi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz ?
Bu soru sanatçılara çokça soruldu. Cevaplar çok çeşitli, kimi sanatçı kendini kısıtlanmış ve baskı altında hissediyor ve sanatsal bir üretim yapamıyor. Fakat bazı sanatçılar da üretkenleştiklerini, normal hayatta konsantrasyon bozucu birçok etkenin ortadan kalktığını belirtiyor ya da sayfiye yerlerine giderek kışı geçirmek için bir fırsat ve dingin bir köşede çok verimli olabildiklerini ifade ediyorlar. Sanatın neresinde hangi dalında ve hangi bölümünde olduğunuzla ve sanatçının kendi ruh hali ile çok ilgili bir durum. Tiyatro oyuncusuysanız ve internet üzerinden yeni bir oyun ya da bir yenilik tasarlamadıysanız çok sıkıcı bir dönem geçiriyor olabilirsiniz. Tabii yakınları hastalanan, ya da kaybettikleri olan birçok müzisyen ve oyuncu tanıdığım var. Onların da böyle bir dönemde üretmesi çok zor.
Bu arada araştırma yapanlar, eski ya da hiç çalınmamış eserleri yeniden keşfetme, çalışmalarını sürdürenler ya da besteciler ve kimi yazarlar bu dönemde daha güzel üretiyor olabilirler.
Bazen de durmak gerekebilir bir sanatçı için, hiçbir şey yapmamak, bu dönemi böyle bir avantaja çevirebilenler için de olumlu sonuçlar doğurabilir bu zorlu dönem.
Son olarak okuyucularımıza bir mesajınız var mı ?
Değerli sanatseverler, bir an önce sağlıkla bu zor dönemi atlatalım. Sonrasında sevdiklerinize konser randevuları verin. Bir süre daha mesafelerimizi koruyarak olsa bile konserler buluşma nedeniniz olsun. Müziğin iyileştirici yönünden faydalanın. Alman şair Heinrich Hein’in dediği gibi; “Müzik ilginç bir şeydir. Neredeyse bir mucize olduğunu söyleyebilirim. Çünkü düşünce ile olgunun, ruh ile maddenin orta yerindedir. Bir arabulucu gibidir.”
Dolu dolu ve müzikle karılmış bir yaşam. Organizasyon, tanıtım, iletişim gibi zorlu bir alan. Kendisini sürekli geliştiren, öğrenen bir kadın. Yoğun, uzun, doyumlu, tadımlı bir söyleşi olmuş.
E mail adresim: sema.gulez@gmail.com olacaktı. Pardon
Sevgili Sema Gülez, ne güzel yorumlar, çok teşekkürler. Sizin gibi sanatseverlere ulaşmak büyük mutluluk! Sevgilerimle
Tebrik ederim. çok keyifle okudum. Son cümlenizde belirttiğiniz gibi müzik kesinlikle uluslararası anlamda da bir arabulucu gibi farklı dil, din, ırk ve coğrafyalarda yaşayan insanları bir araya getirebilmektedir.
Teşekkürler, iyi ki müzik var!