“Sanat, gereksiz olanın dışlanmasıdır” diyen Carl Andre, Minimalizm’in kısa bir özetini bize sunar. Sanatın soyutlaştığı ve giderek karmaşıklaştığı bir dönemde Minimalizm, sanatı parçalarına ayırarak, imaları ortadan kaldırıp temel düşünceyi ön plana çıkarır. Bir başka ifadeyle sanatı en çıplak haliyle ortaya koyar.
Örgütlü bir hareket olmamasına rağmen kavramsal sanatın da popüler olduğu 1960’lı yıllarda Minimalizm güç kazanmıştır. Dadaistleri takip eden minimalistlerin hazır nesneleri genellikle inşaat sektöründe kullanılan alüminyum, çelik, tuğla gibi malzemelerdir. Carl Andre de hazır nesne kullanarak yaptığı heykellerle akımın dikkat çeken sanatçıları içinde yer alır.
Minimalist heykeltraş Carl Andre, eserlerini kavramsal temelli sanat olarak görenler ve her bir parçanın bir fikrin gerçekleşmesini simgelediğini söyleyenlere katılmaz. Andre için seçtiği her nesnenin özellikleri, şekli ve konumu sanatın özünü oluşturur. Kullandığı malzemelerin hiçbirini değiştirmeyen sanatçı, onları ham hallerinde kullanarak yeniden düzenler. Andre, heykelde kaideyi ortadan kaldırarak yer heykelini geliştirmiştir. Kaidesiz heykeller mekanda bir değişim etkisi yaratır.
Sanatın hiçbir şeyin taklidi olmaksızın kendi öz kimliğini koruması gerektiğini savunan Minimalistler, çalışmalarını basit geometrik şekillere dayandırarak renk, çizgi ve şekillere kişisel bir ifade katma ihtimaline karşı sınırlandırdılar. “Gördüğünüz şey, gördüğünüz şeydir” diyen sanatçı Frank Stella resimlerini duygusal ya da fiziksel herhangi bir şeyin temsili olmadığı yalnızca bir obje olduğunu savunur. Bir resmin “üzerinde boya olan bir zemin dışında başka bir şey olmadığını” belirtir. Stella, sanatı kendi öz değerleri içinde yarattığını dolayısıyla temel düşünceyi ön plana çıkardığını söylemektedir. Sanatın altına yüklenen anlamlarını siler ve gördüğümüz şey sanatın kendisi olur.
Minimalist sanatçılardan Dan Flavin, eserlerini floresan lambalarla yapar. Sanatçı, üretim malzemesi olarak seçtiği floresan lambalarını sanat aracı haline getirmesini “Işığın gerçek bir malzeme olmadığını düşünenler olabilir. Ben olduğunu düşünüyorum. Söylediğim gibi, sanatsal olarak ışıktan daha sade, açık ve dolaysızını bulamazsınız” sözleriyle açıklar. Flavin, ışığın mekandaki perspektif algısını nasıl etkilediğini gösterdiği çalışmalarının yanı sıra ışık, renk ve şekil üzerine sanatsal araştırmalar da yapmıştır.
1960’lı yıllarda Kavramsal Sanatın sıklıkla eleştirdiği kapitalizm ve tüketim çılgınlığı, reklamlar aracılığıyla insanların daha fazla alışverişe yönlendirildiği dönemde Minimal Sanat, yaşam felsefesi olmaya aday bir akım halini aldı. Günümüzde de fazlasıyla ilgi gören minimalizm sadeleşmek üzerine önemli dipnotlara sahip. Az ama öz sloganıyla sade yaşamı savunan minimalizm, davranışların temelinde yatan dürtülere değinerek hayatı neden kalabalıklaştırdığımızı bize açıklar.
İnsan hayatına dahil ettiği her şeyin az ya da çok zihnini oyalamasına izin verir. Sosyalleşmek için kullanılan uygulamaların tamamı kişisel alanların yok olmasına neden olur. Moda, reklamlar ve kapitalizm, bireyi ihtiyacı olmadığı şeyleri almaya yönlendirirken tüketim çılgınlığına sebebiyet verir. Medyanın yansıttığı kusursuz yaşamlar insanın kendi gerçekliğini sorgulamasıyla sonlanır.
Moda, tüketimde sürekliliği sağlar. Dolayısıyla düzenli olarak değişime uğraması gerekir. Teknoloji de aynı etkiyi yaratmakta. X bir telefonun elimizde iyi durumda olan 6sı varken yeni çıkan 7yi almak için 6yı satıyoruz. İyi ama buna ihtiyacımız var mı? Sadeleş Rahatla kitabının yazarı Fumio Sasaki alma ve saklama alışkanlıklarına yönelik iki düşünceden bahseder. İlki insanın kendini bir başkasına onaylatma istediğidir. Moda ve güzellik uğruna yapılan her şeyi bu kategoriye almak mümkün. İkincisi iyi eşyaların statü göstergesi olduğuna yönelik düşüncedir. İyi bir ev, iyi bir iş, iyi bir takım elbise, iyi marka bir telefon kişinin toplum içindeki statüsünü yükseltir. Bu olumlu etki insanı durmadan almaya yönlendirir ve almak, mutlu hissettirir. Dolayısıyla alma dürtüsünün güçlenmesine neden olur. Oysa Chuck Palahniuk, aldığımız ve sahip olduğumuz her eşyanın sonunda bize sahip olduğunu söyler.
Sasaki, mutlu olmaktan değil, mutlu “hissetmekten” bahseder. Azalma kişinin zihnini rahatlatırken gerçekte ne istediğini fark etmesini de sağlar.
Karantinadan dolayı eve kapanan insanlar daha az tüketiyor , daha az sosyalleşiyor. Kapitalizm büyük bir yara almış diyebilir miyiz? Bu dönemde tüketme alışkanlıklarımız değişecek mi ? Frank Stella diyalektik materyalizme de inanıyor muydu ?
Merhabalar, 16. yüzyıldan bu yana var olan kapitalizm I. ve II. Dünya Savaşları, kıtlık ve ispanyol gribi gibi birçok badire atlattı. Bu süreç içerisinde üretim ve tüketim kısmen sekteye uğrasa da uzun vadede kazanan kapitalizm oldu. Kısacası Covid-19’un kapitalizme zarar verdiğini düşünmüyorum. Değişen çağ ile birlikte insanın tüketim alışkanlıkları düzenli olarak değişmektedir. Covid-19, hem tüketim şeklini hem de tüketim alışkanlıklarını geçici olarak değiştirmiştir. İstilacı türler arasında yer alan insanın en önemli özelliklerinden biri uyumdur. Günümüzde evden hiç çıkmayan bir insan, internet aracılığıyla birgün içerisinde kredi kartı limitini dolduracak kadar alışveriş yapabilir. Gün sonunda kişi borcu olur ancak kapitalizm zafer kazanır. Üçüncü sorunuza cevaben ise Frank Stella hakkında okuduğum kitaplarda kendisinin Diyalektik Materyalizm’e inandığına dair herhangi bir bilgiye rastlamamış olmakla birlikte internet kaynaklarından birinde inandığı yönünde bir yazı okuduğumu belirteyim. Ancak benim gözüm internet bilgilerinin doğruluğu şüphelidir, kitaplarda rastlamadığım sürece inanmadığını varsayıyorum.