İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sandro Botticelli ve Venüs’ün Doğuşu Üzerine

Bir söylenceye göre Kronos’un annesi Gaia, oğlunu babası Uranus’u devirmesi için cesaretlendirdi ve bir gece Kronos babası Uranus’a saldırdı, babasının cinsel organını kesip denize attı. Böylece deniz fertilize oldu ve bir güzelin doğuşuna sebep oldu. Batı yeli Zephyrus denizin aheste dalgaları arasında uyuyan bu güzeli yavaş yavaş Kıbrıs adasına taşıyordu. Güneş ışığı güzelin al yanaklarından yavaşça süzülüyor; örülmüş, uzun, altın gibi saçları dalgalarla, ahenkle dans ediyordu. Gözleri gökyüzünün mavisi gibi bir tatlılığa sahipti. Dudaklarındaki hafif tebessüm bir bahar esintisi gibi huzur veriyordu. Ayakları kızgın kumlara değen güzel, onu bir an olsun bırakmak istemeyen dalgalara veda ederek karaya adımını attı. Saçlarını düzeltti, omuzlarındaki köpükleri silkeledi ve güneş altında tüm ihtişamıyla dimdik durdu. İhtiyar  yeryüzünün gördüğü işte bu mükemmel varlık, aşk ve güzellik tanrıçası Venüs’ten başkası değildi.

Bu olayı en güzel sahneleyen sanatçılardan biri asıl ismi Alessandro di Mariano Filipepi olan 1445 yılında Floransa’da doğan Sandro Botticellidir. Sandro onun takma adı olup Botticelli ise onu sanatla tanıştıran ve yanında çıraklığını yaptığı kuyumcu ustasının adıdır. Da Vinci’nin resim sanatına dair notlarında çağdaşı olarak ismiyle bahsettiği tek sanatçıdır. Dönemindeki sanatçıların maceralı ve hareketli bir yaşantısı varken onun hayatı oldukça sadedir ve bu sadelik resimlerine de yansımıştır. Botticelli, ele aldığı soyut konuyu ve duyguyu; çizgileri, renkleri ve şairane üslubu yardımıyla zihnimizde ve kalbimizde somutlaştırmıştır. Botticelli’nin eserlerinde ışık ve renkler donuktur; bize adeta güneşin bulutlar ardında saklandığı dingin bir gündoğumunu yaşatır. Buna birkez alışırsanız diğer sanatçıların gün ışıkları gözlerinizi kamaştırabilir!

Sanatçının ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı tablosu dönemine göre yenilikler taşımaktadır. Dönemindeki ressamların tercihi ahşap zemin iken Botticelli tuval üzerine tempera tercih etmiştir. Bu tabloda Roma imparatorluğunun çöküşünden beri ilk defa bir kadın çıplak halde resmedilmiştir. Tablonun merkezinde bulunan ve büyük bir deniz kabuğunun üzerinde karaya çıkan Venüs, rüzgarda savrulan ve bedenine dolanan saçlarıyla mahrem yerlerini utangaçça örtmektedir. Onun deniz kabuğundan doğması, pozlaması ve tavrı antik Roma sanatındaki Venüs ile benzerlikler taşımaktadır.

Botticellinin bu tabloyu Floransada dönemin güçlü isimlerinden Lorenzo de Medici( Muhteşem Lorenzo) veya kardeşi Giuliano için yaptığı düşünülmektedir. Buradaki Venüs figürünün ise Simonetta Cattaneo Vespucci olduğuna inanılmaktadır. Güzelliği dillere destan Simonetta, Marco Vespucciyle (Amerika kıtasına adını veren ve aynı zamanda Medici ailesiyle yakın ilişkisi olan denizci Amerigo Vespucci’nin kuzeni) Floransa’da evlenmiştir. Bu evlilikten sonra Simonetta’nın güzelliği ve ünü tüm Floransa’ya yayılmıştır. Giuliano Medici ve Boticelli’nin de bu kadına aşık oldukları rivayet edilmektedir. Simonetta erken yaşta (22) tüberküloz sebebiyle vefat etmiş, bundan 34 sene sonra da Botticelli kendi vasiyeti üzerine Ognissanti Kilisesine Simonetta’nın ayaklarının dibine gömülmüştür.

Mitolojiye göre batı yeli Zephyrus yeryüzüne inerek bir orman perisi olan Chloris ile zorla birlikte olmuştur. Bu birliktelikten sonra Chloris çiçeklerin tanrıçası Flora’ya dönüşmüştür. Bu olay Botticelli’nin bir diğer eseri La Primavera’da (İlkbahar) tasvir edilmiştir. Venüs’ün Doğuşu tablosunda da yine kollarında sevgilisi Chloris‘i taşımakta olan batı yeli Zephyrus’u görmekteyiz. Zephyrus üflediği rüzgarla Venüs’ü kıyıya doğru taşımaktadır. Öte yandan ise bir Horae (mevsim tanrıçası) onu üzerinde çiçek desenleri olan bir elbiseyle nazikçe karşılamaktadır.Horae’nin arkasındaki ağaçlar ise defne ağaçlarıdır. Defnenin İtalyanca ve Latince’deki telaffuzlarının Lorenzo ile benzerlik göstermesi dikkat çekicidir. Ayrıca resimdeki birçok çicek, çiçekler şehri olarak bilinen Floransa’yı işaret etmektedir. Böylece sanatçı, aşk ve güzelliği Lorenzo Medici ve Floransayla ilişkilendirmiş olabilir.

Dönemindeki eserler doğaya, atmosfere, gölgelere ve detaylı bir manzaraya önem verirken Botticelli’nin eserlerinde bu ögeler daha zayıf kalmaktadır. Peki sanatçının bu tarzı resmin konusuna ve esasına katkı sağlamakta mıdır? Sanatçının burada doğayı olduğu gibi yansıtmadığını, bir hikayeyi kafanızda canlandırmayı amaçladığını düşünürsek, bazı noktaların bizim hayal gücümüze bırakılmış olması konunun önemini ve güzelliğini daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.

The New Yorker (1992 and 2014)

Botticelli’nin bu eseri günümüzde de bir ikon olarak yeniden yorumlanmış, müzik kliplerinde, duvar afişlerinde ve dergi kapaklarında kendine yer bulmuştur.

Yazan: Furkan Tontu

2 Yorum

  1. Kadir Yeşildal Kadir Yeşildal 02/08/2019

    Kaleminize sağlık, muhteşem bir yazı olmuş..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir