Seslenen Adam olarak kazandığı kimlikle şiirlere ruh üfleyen Engin Dal ile şiir kokan bir söyleşi bu. Kelimelerin nabzından yakalayan şiiri masaya birlikte yatırıyoruz…
Bu, benim öykülerimin yanında Gazetesanat için hazırladığım ilk röportaj. Sevdiğim isimlerden biriyle yapıyor olmak çok keyifli. Sesinde hüznü gizleyen, evrenin sesine kulak veren, yolunu şiirlerle başlatıp şiirden geçiren, sonunu hep şiirle umut eden bir kalp sevgili Engin Dal; nam-ı diğer Seslenen Adam. Kendine kazandırdığı bu kimliği, şiirin yaşamına düşen gölgeleri üzerinden konuştuk. Sesini, soluğunu tanımak isteyene nefis bir dost sohbeti. Umarım siz de öyle hissedersiniz.
Keyifli okumalar…
Seslenen Adam, duygularımın suç ortağı
– Engin, bize kısaca seni özetleyen kelimeleri söyler misin?
Tutkulu, amatör ruh profesyonel bakış açısına sahip, net olan, tevafuka inanan, ışığın arkasında komplike olanı seven, hümanist, şiire bulanmış.
– Seslenen Adam hayatının neresinde?
Duygularımın suç ortağı. Belki de Engin Dal’ın varlığının en iyi ayna yansıması. Hakkını teslim etmek adına hep yüzde 51 derim. Sesim yaratıcımın bahşettiği bir özellik. Ve ben bu özelliği nasıl geliştirebilirim, nasıl olgunlaştırabilirim sorumluluk bilincindeki bir ebeveyn gibi ele aldım. Daha önce belirttiğim gibi dizelerin sesli ABC’si aslında Seslenen Adam. Hülasa kalp gözüyle duyabilene, çiçeğin soluma sesi, karanlığın sesi, inancın adım sesi, rengin sesi, taşların sesi, esaretten kurtulan bir kuşun sesi…
– Hangi yazar tarafından hayatının yazılmasını isterdin?
Tek bir isim Halil Cibran. Belki yanına derinlemesine anlatım için Sabahattin Ali diyebilirdim; ama yine de Halil Cibran derdim.
– Peki neden?
Ressam, şair ve filozof. Bu üçünün sentezinde malumunuz tasvir lügatının iklimi safi çiçek bahçesi. Kalemiyle üslubumu mayaladığım, coğrafyama deniz feneri başka bir isim düşünemiyorum.
– Şiirli bir başlangıç yapmışken bizimle sevgili Şükrü Erbaş’ın, Ömür Hanım şiirini okumanı ve bununla birlikte gelişenleri paylaşır mısın?
Yüzde 100 doğaçlama yaşamayı seven birisi olarak parçalar birkaç saat içerisinde birleşti. Ortaya çıkan sonuç malumunuz ve ağzımın suyunu akıtan lezzetteydi. Kalemiyle üslubumu mayaladığım diye bahsedebileceğim yegane azizim. Ki böyle bir sonucu bi tık üzerine taşıyarak Kınay Production etiketiyle ve sevgili Burcu Durmaz’ın şiir gibi sesiyle sentezleyerek bir çalışma içerisinde olduğumuz bilgisini ayrıca ilk kez vermek isterim size. Silsileyi fark ettiniz mi : )
– Müthiş bir etki. Telefonundaki en havalı isim şimdi Şükrü Erbaş o zaman, değil mi? Onu arayıp bir şeyler danışabilmek nasıl hissettiriyor?
Paha biçilemez büyük bir lüks. Direkt temas kurabilme özelliği, fikrine, zikrine başvurabilme özeli özel kılan birisi hissiyatı yaratıyor. Özü, sözü bir olmak, kalp ehli olmaktır bana göre. Kalp ehli olan insanın hali de net oluyor, karmaşıklıktan uzak ve berrak. Kalbimle sarıldığım Mir’im Şükrü Erbaş’ın şiiri, duygusu, ruhu şarkının makamında Sercan Çelik ve bizim aramızda kopmayacak, örümcek hassasiyetiyle örülmüş bir bağ kurdu. Sözüme, telefonda ya da yazarken Mir’im diye başlarım kendisine. Bulandığın, duygularını harmanların satırların sahibinden övgüyle bahsedilmek nasip olanın en yücesi. Koşulsuz, maskesiz yüreğe dokunduğunuzda hayata parantez açmak gibi domino etkisi yaratıyor.
İlla, kata yine şiir derim
– Şiir senin için ne ifade ediyor desem?
Yalanın, riyanın barınamadığı tek yer derdim. Hayatımızın izdüşümlerini ne anlatabilir dediğimde diğer sanat dallarını da ekleyebilirim; lakin ‘şiir’in metaforu, duygu geçişinden dolayı ‘şiir’in dansına kavalye oluyorsunuz. Ve bu sizi, dansın şiirine eşlik ederken bulduruyor.
– Bizim için örneklesene seni dansa davet eden o şiirleri…
“Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir,
Beni konuşmaya zorlama ne olur.”
(Şükrü Erbaş)
*
“Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum beyaz bir kağıtta seviyorum.”
(Cemal Süreya)
*
“Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
(Jorge Luis Borges)
*
“Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki…
(Küçük İskender)
*
“Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm.
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına kokundu,
Bedenimi saran o ince buğu.”
(Ahmet Erhan)
Şimdi ben sorarım size bir kaç kelime içinde dünyaları barındıran hangi roman, hangi sanat dalı bu kadar sığdırabilir?
– Öyle ya, doğru diyorsun. Her bir kelime bir başka duyguya çıkıyor…
O yüzden hücrelerime zerk etmiş gerçeklikten, söze dönüştürerek yeniden kurduğum bir gerçeklikten kendimi ayrı tutamam demeye çalışıyorum. İlla, kata yine şiir derim. Şiir gibi bakan adamları, şiirden anlayan kadınlar sevmeli. Sevmeli ki ziyan olmasın o satırlar. Yanına öfkeyi, merhameti, adalet duygusunu, emeği, aşkı, özgürlük tutkusunu ve toplumsal barışı da katarak elbette…
Dün bitti, yarın bir ihtimal, o yüzden bugündeyim, ‘an’dayım
– Engin Dal yani Seslenen Adam, geleceği nasıl şekillendiriyor?
Güzel bir soru! Dün bitti, yarın bir ihtimal, o yüzden bugündeyim, ‘an’dayım. Zihnimin bir bahçe, düşüncelerimin tohum olduğunu bilerek. Bahçemin çiçekleri de, yabani otları da benim tohumlarım. Virajı aldığımdan beri yabani otları minimize ederek fermente etmeye çalışıyorum. Tanrı bilinci, evren, çekim yasası üçlemesi.
– Nedir bu üçlemeden doğan bakış açın, paylaşır mısın?
Bana göre çekim yasasına en basit bakış sekli şu: Kendimi bir mıknatıs gibi düşünürsem; biliriz ki mıknatısın bir çekim gücü vardır. Burada bir düşünce düzeyinden bahsediyoruz. Benim yaptığım istediklerimi düşünmeyi öğrenmek, istediğimizi zihnimizde netleştirmek. Ve bu noktadan sonra evrenin en güçlü yasası işlemeye başlar; çekim yasası. En çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz! Düşündüğünüz şey, elinize geçer. Her düşüncenin bir frekansı vardır gerçeği ve prensibi üç basit kelimeyle açıklanabilir. Düşünceler nesnelere dönüşür! Konuyu bağlayacak olursam, iyimser, ama aptal bir iyimserlik değil, pozitif, teşekkürle ve şükürle. O zaman yapmak istediklerim, hayatımda olmasını istediğim insanlar dahil oluyor. Doğanın hızını benimsiyorum. Onun sırrı sabırda 🙂
– Gördüğüm kadarıyla kendini iyi olana adamış, hakkını vermeye çalışan biri olarak tanımlıyorum seni. Felsefi olarak kendine rol model aldığın insanların ışığında bir yol haritası çizdiğini düşünerek güncel olarak yaptığın ve olmasını istediğin şeyler neler?
Bir önceki sorunun cevabıyla paralel, hayatımı 2019 öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıyorum. Zamanı düşlerimde düşlerken, hakikat kadar kaygan kanaatine varıyorum. Balığın pulları gibi. Tuttum, yakaladım sanıyorsun, elinden kayıp gidiyor. Ardından izlerine bakakalıyorsun. Bir yalnızlık senfonisi ya da şarkısı gibi, bir değersizlik hissi. Sen o küçük hayat sandalında, bırakıldığın o koca ummanın ortasında şaşkın haldeyken, dün aniden tarihe karışıyor. Tarih, aniden bugün. Geçmiş, şimdi ve gelecek birbirine saplanıyor. Çekim yasasıyla ilgili kaliteli yaşam arasında ince bir çizgi olduğunun kanaatine varıyorsun. Beraberinde olması gereken insanlar hayatına dahil oluyor. Yapmak istediklerin, teknik imkânlar, şartlar bir bakmışsın hızlı bir şekilde tepsiyle sunulmuş 🙂
– Peki ne bu imkânlar? Neler yapıyorsun şu sıralar? Yine birbiri ucuna bağlayarak anlatsana bize…
Kınay Production – Murat Kınay, Çok şey yapan adam Production – Mert Güner yol arkadaşlığında Kınay Production Youtube kanalında kendine özgün röportajlar serisi, beraberinde yine aynı yol arkadaşlarımla birlikte buğulu ses diye nitelendirdiğim sevgili Burcu Durmaz, menajeri Didem Memikoğlu ile caz tınıları taşıyan şiirin ve şarkının senteziyle buluştuğu single-albüm-sahne üçlemesinin olduğu, köşe yazarlığı, Murat Gülen önderliğinde Sayfa89Dergi yazarlığı, kendimi şanslı gördüğüm ve emanet ettiğim Bourz Communications – Bengü Arslan yol arkadaşlığı. Ve gizli yarenim dediğim bir isim daha var 🙂 Her şeyin toplamında yaratım her an, sürekli devam ediyor. Her anın kendi düşüncesi ya da sürekli bir kuantsal düşünce şekli var. Çekim yasası ‘Ne istersen değil, neysen onu çekersin!’ der. Sözün özü kata unutmayacağım insanlar da var, kapısını kapattığım, asla anahtar deliğinden bakmadığım insanlar da…
Şiir, kelimelerin nabzından yakalıyor beni
– Şiir seni nereden yakalıyor? Hangi kalemleri daha çok seviyorsun?
Kelimelerin nabzından. Ahmet Erhan’ın Gülşiir’i girdabı beni içine çekiyor, Halil Cibran’ın şiirselliği, Mir’im Şükrü Erbaş’ın çocukluğu, aynalardan ne kadar korksa da Jorge Luis Borges’in yaşama dem vurması, Nilgün Marmara’nın veda mektubu, Nazım Hikmet Ran’ın aşka olan aşkı, Vera’sı, dili, dimağı, damağı, kulağı, ayağı, her şeyiyle zerk ediyor ruhuma. İki dalganın birbirine geçmesi gibi ‘sen’im derim hep.
– Son olarak sesinin tınısında melankolik değil; ama bir hüzün barındırıyor. Bu konuda neler söylersin?
Hep söylediğim ve sesime dair tek tanımlayacağım cümle. Sesim, kalbimin, bedenimin ve şiirimin uzantısı. Akıllı insanların duygusuzluğuna, duygusal insanların etkisizliğine, etkili insanların akılsızlığına bi’ rayiha, bi’ neşve, bi’ sesleniş.
Damla Karakuş: Kendim ve okurlarımız adına teşekkür ediyorum.
Seslenen Adam: Gazete Sanat’a sade bir teşekkür cılız kalacağından tüm övgülerimi sığdırarak iletmek isterim. Sanata, sanatçıya katkılarınızda yolunuz suyun ayak sesleri eşliğinde hep çiçekli bahçelere çıksın. Kalbimle kucaklıyorum…
sesinden öptüm
iyiki tanıdıklarım arasında yer alan isim.sesine kalemine bakışlarına.güzel adam
aurası,bakışları,derinliği,şiirlere sesiyle ruh üflemesi.Allah şiir için yaratmış bahşetmiş.her dinlediğimde tüylerim diken diken oluyor.yaradılış işte.eksik olma seslenen adam.ayağında taş sesine zeval gelmesi.
Sesin den öpeyim