İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sevmenin ve Sevilmenin Yükü: İkame Aşklar Üzerine

Bazen birini sevmek, geçmişten devraldığımız boşlukları doldurmak mıdır? Jan Devrim’in İkame Aşklar‘ı, tam da bu sorunun etrafında şekilleniyor. Aşk, bazen bir teselli, bazen kaçış, bazen de kendimizi baştan yaratmanın en güzel bahanesi olabilir. Ama gerçekten ikame edilebilir mi?

Hikâyenin merkezinde, kalbinde eski yaralar taşıyan iki insan, Selman ve Banu var. Söyledikleri, kalplerinden geçenler kadar yoğun değil hiçbir zaman. Hiç görmediğimiz bu insanların içinden geçenleri, ağızlarından çıkanlardan daha rahat algılayabilmemiz karakterlerin sessiz çığlıklarını en doğru notalarda attıklarını gösteriyor bize. Kendi çığlıkları arasından sıyrılıp her ikisi de birbirinin sessizliğini ortaya çıkarmak için daha yüksek notalara çıkmaya çalışıyorlar adeta ve belki de eksik parçaları tamamlayabileceklerine inanıyorlar. Ancak, başkasının yerine birini koyarak gerçekten sevebilir miyiz? Yoksa bu, sadece kendimizi kandırmanın romantik bir yolu mu?

Devrim, hikâyesini klasik bir aşk anlatısından çok, insanın kendini keşfetme sürecine dönüştürüyor. Karakterlerin iç çatışmaları, neyi neden yaptıklarını sorgulamalarına yol açıyor ki, bu da biz okurları sadece okumaktan alıkoyup hikâyenin içerisindeki parçaları bir araya getirmemiz için adeta fişekliyor.

Yazarın dili zaman zaman melankolik, yer yer şiirsel ama asla yapay değil. Gündelik hayatta sıkça kulağımıza gelebilecek cümlelerden telefon kilidimizi açtığımızda ilk gözümüze çarpan uygulamalara dek her birimizin en az birkaç kez “Aynı ben bu ya!” diyerek sayfaları bitirebileceği alanlar oldukça fazla. Gerçekçi diyaloglar, karakterleri daha da sahici kılıyor. Bazı bölümlerde yazar fazlasıyla içsel yolculuğa dalıyor olsa da bu detaylar karakterleri daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.

Belki de bunu yapması karakterlerin aşırı olmayıp, her beş evden belki de ikisinde bulunabilecek duygu hallerinde olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Bu sadelik ve dolayısıyla okura yansıtılan yakınlık hissi, söz konusu olayları daha rahat bir şekilde tezahür edebilmemizi sağlıyor. Karakterlerin hiçbirinde aşırılık olmamasına rağmen her birinin içinde hissettiklerini tuhaftır ki sanki gözümüze sokuluyormuşçasına içselleştirebiliyoruz.

Bir şeyi göze sokmanın en iyi yolu olan örtbas etmek eylemini Devrim bu kitapta harikulade bir şekilde karakterlerin lehine çeviriyor olsa gerek ki şu an baş ağrıtan betimlemelerden uzak, sade ama bir o kadar da süslü dizelerle bezenmiş bir kitaptan söz edebiliyoruz. Kitabı dolgunlaştıran asıl işçilik, olaylar ve kişiler her ne kadar gündelik hayattanmış gibi gelse de hisler ve dışa vurulamayan olgular bir o kadar yoğun.

Kişilerin birbirlerine söyleyemedikleri, çekinceleri, ukteleri, heyecanları, sarhoşlukları, korkuları, yaşadıkları her bir anının onda oluşturduğu alışkanlıkları ve takıntıları öylesine tatlı ve ayarında yer alıyor ki, karakter ne yaparsa yapsın “Hakkıdır ama.” dedirtmeyi başarıyor okura. Olayların gösterişi fiziki boyutu çoktan aşmış, duyumsal bir çerçevede yakalıyor bizi. Yıllar önce aldatılan, aldatan, terk edilen ya eden bir adam veyahut bir kadın nasıl giyinirse Selman da Neşe de Banu da bundan hep çok daha “az”ı.

Bu sadeliğin içerisinde Devrim, kelimeleri bir ressamın fırçası gibi kullanarak ve tabi ki soyadının da hakkını vererek alışılagelmiş olarak aşkın yalnızca bir ilişki değil, bir varoluş meselesi olduğunu gözler önüne seriyor. Edebi derinliği olan, duygusal yoğunluğu yüksek bir roman okumak isteyenler için İkame Aşklar’ın sade ama oldukça etkili bir kitap olduğu görüşündeyim. Birini sevmek mi daha zor, yoksa gerçekten sevilmek mi? Belki de bu kitabın en büyük sorusu budur.

Satın Almak İçin Tıklayın.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir