İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İyilerin Mutlaka Kazanacağı Bir Dünya Temennisi: Şevrole Belayir

Bugün elimde bir ilk roman var. Sanem Gonzalez’in Nemesis Kitap etiketiyle çıkan romanı Şevrole Belayir’den söz ediyorum. Kitaplarla aramdaki bağı bilenler artık biliyor; isimleriyle beni kendilerine efsunlu bir şekilde çekebilirler. Yine öyle bir etki oldu işte. Arabalardan pek anlamam şimdilerde. Ama çocukken yoldan geçen arabaların markası ve rengini saymaca oynarmışız babamla. Pek hatırlamıyorum ben. Sanırım bu anıyla birlikte detayları da silinmiş. Zaman geçip ben büyümeyi keşfettikçe eski araba merakı hasıl oldu. Sanırım bu ilk roman beni tam da bu büyümekle çocuk kalmak isteyen arafımdan yakaladı. Chevrolet en sevdiğim eski araba markalarından biridir ve Şevrole Belayir’i bir kitap üzerinde okumak beni işte böyle aldı bir salıncağa oturttu. Okurken de sallanıp durdum. Evet, ta kendisiydi çünkü. Gonzalez, romanında Şevrole’yi baş köşeye oturtmuş ve başka alanda bir klasikten, Rüzgâr Gibi Geçti’den alıntılayarak onu Scarlet ismiyle taltif etmiş. Romanın başkahramanı Tanju, arabasına Scarlet adını takmış. A bu arada, romandaki tek ünlü Chevrolet değil; bir Ayhan Işık geçiyor, bir Clark Gable… Daha kimler kimler…

Adından da anlaşılacağı üzere, muzip bir roman Şevrole Belayir. Kırk üç bölümden oluşan romanda Gonzalez’in matrak kaleminden çıkan bütün olaylar; büroda çaptan düşmüş, ha bire tüm ayak işlerine sürülen, turuncu saçlarından sebep herkesin alay ettiği beceriksiz bir polis memurunun etrafında gelişiyor. Her şey hem tanıdık hem yepyeni hissi veriyor. Nostalji fonu açıldığında İstanbul’a özlem, aşk, ihanet ve tabii yine mizahi bir dille örülü bu polisiye, okuru ilk sayfalarda kendine çekiverip son ana kadar bırakmıyor. Bir tarafta Rüzgâr Gibi Geçti, bir tarafta CSI Miami ile Şevrole akıyor jenerikte ve zaman tüneline giriyorsunuz. Roman boyunca zamanda yolculuk yapmak, başka bir hoşluğun içine, ince bir sızının kollarına bırakıyor cümleleri bir bir…

60’lardaki damalı dolmuş seferi yapan Şevrole etrafında tanıyoruz Albay Tanju’yu. Gonzalez, karakterini şöyle tanıtıyor bize:

Tanju yakası kolalı, kırmızı, ipek gömleği, iyice briyantinlenmiş saçları ve Clark Gable bıyığıyla bir Yeşilçam artistini andırıyordu. Kazandığını pavyonlarda, gazinolarda yediğinden, gece hayatında ve de sokaklarda tanınırdı. İyi dövüşmesi ve içmesiyle de ünlüydü.” (Sayfa 14)

Aynı durakta çalışan sıska Bektaş’ı, değnekçi Hayri’yi, tabii bizim Tanju’da gönlü olan Suzan’ı tanıyoruz sonra. Tanju’yla Suzan’ın platonik aşkı, Tanju’nun bir başka kadınla ilişki yaşaması sonucu sekteye uğruyor ve Suzan Ada’ya yerleşiyor. Sayfalar ilerledikçe yeni karakterler de giriyor romana. Yeşilçam filmlerinde yaşanabilecek olaylar ile yıllara meydan okuyan aşk, ihanet ve intikam hisleri çemberinde derinleşiyor roman. Bir yanda 60’lı yıllarda Tanju’nun aşkı uğruna sosyetik ve zengin çevreden koparak evden kaçan hamile Melike, bir yanda günümüze döndüğümüzde, pısırık polis Engin ve çözmesi gereken önemli bir dosya…

Yıllar içinde Melike’nin kızı Leman’ı ve torunu Cem’i tanıyoruz. Onların dahil olduğu olaylar tabii ki Chevrolet etrafında gelişirken, çetrefilleşiyor ve içinden çıkılmaz bir çile yumağına dönüşüyor. Aslında çözümün çok yakınında yaşanan gelişmeler, bir bakıyoruz bizim şaşkın ve obsesif polis memuru Engin ve yardımcısı Serra’yı da yakınlaştırarak birer kahramana dönüştürüyor.

“Bazen karışık görünen işler aslında karışık değildir, neyse odur. Bazı şeyler gerçekten tesadüftür.” (Sayfa 172)

Romanla birlikte 60’ların İstanbul’unda, Suadiye’de, Moda’da gezinirken şimdilerde hiç kalmayan gazino sokaklarını, mafyaların dünyasını ve gece alemlerini de tanıyoruz. Kirli ilişkilerde yitip giden hayatlar gözümüzün önünde. Satın alınan gazetecilerin yanında bürokratlar duruyor. Paranın iktidarını yaşayanların hayatlarına, onların çocuklarına sundukları yaşam alanlarına ve onları aşk uğruna terk eden çocuklarının yaşamak zorunda oldukları hayatlara sayfa sayfa, bölüm bölüm tanıklık ediyoruz. Kendini sokakta var eden insanların edindikleri güçle kurdukları sevgi yoksunu hayatlara bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Michel Ende’nin ünlü kitabı Dilek Şurubu’nda olduğu gibi iyilerin mutlaka kazanacağı bir dünya temennisi yerleşiyor sona doğru. Kalbim şöyle bir son mırıldanıyor Ende’den:

“Denir ki… Michael Ende’nin hayal dünyasına girebilen kişi, onun sihirli çekim gücüne karşı koyamazmış; üstelik hayallerin iyileştirici bir etkisi olduğu da iddia edilir.”

*

KÜNYE:

Şevrole Belayir

Sanem Gonzales

Nemesis Kitap/ Polisiye

208 Sayfa

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir