İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hitler’in Stefan Zweig’a Boyun Eğdiği Opera: Die schweigsame Frau

‘’20. asrın umutsuz münevveri’’ Kimi yazılarda onun –Stefan Zweig’ın- hakkında böyle söylenir. Zaten tüm bu kelimeleri bir yapbozun parçaları kıvamında düşünürsek yapboz da tamamlanmıyor mu? 20. yüzyıl, umutsuzluk ve münevverler (aydınlar). İki dünya savaşını da görmüş bu neslin bir diğer ismi, İrlanda asıllı yazar F. Scott Fitzgerald da savaş sırasında yetişen kendi nesli için şöyle demiyor muydu: ‘’Kayıp Kuşak’’ Neden peki? Cihan harplerini yaşayanlar bilirler ve derler ki: Savaş her zaman insanın kötü yönlerini ortaya çıkarır. Akabinde derin bir umutsuzluk da peyda olur. Avusturyalı romancı, biyografi ve oyun yazarı, denemeci, şair Stefan Zweig da Avrupa aydınlanmasının müjdelediği ‘’akıl, bilim, barış, özgürlük’’ gibi kavramların savaşlarla beraber yalnızca birer kelimeye dönüşmesine daha fazla tahammül edemez. İnandığı değerlerin yok oluşuna iki dünya savaşı dolayısıyla iki defa, çok ağır bir biçimde tanık olması, onun insanlık için artık sona geldiğimizi düşünmesine sebep olur. Oysa 1881’de Avusturya’nın başkenti Viyana’da dünyaya geldiğinde her şey ne kadar da berraktır, su nasıl da temiz akar, lise ve üniversite yıllarında nasıl da heyecanlıdır.

Stefan Zweig

Bildiğiniz gibi Zweig; ünlü Satranç eserinin yazarıdır. Amok Koşucusu ve Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu da onun en popüler yapıtlarının arasında sayılır. Beri yandan ‘’Dünya Fikir Mimarları’’ dizisiyle Dostoyevski’den Nietzsche’ye, Tolstoy’dan Stendhal’a pek çok yazar – çizerin de yaşam öykülerini ustaca aktarır. Yaşadığı dönem eserleri tüm dünyada çok satılmaya başlanan, hatta edebiyatta bir otorite olarak kabul edilen yazarın kitapları Nazi Almanya’sında ise yasaklanır, yakılır. Farklı ülkelerin dillerinde sayısız okuruyla buluşmanın sevinci ve kendi dilinde yayımlanan yapıtlarının imha edilmesinin kederi arasındadır. İşbu nedenlerle 22 Şubat 1942’de karısıyla beraber Brezilya’da yaşamını sonlandırdığında intihar notunda şu cümleler yer alır: ‘’(…) ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi.’’

İyi bir eğitim alan, varlıklı ve kültürlü bir Yahudi aileden gelen Zweig dünya savaşlarının yarattığı yıkımı, bu savaşlardan önce Avrupa’daki umutlu tabloyu ve savaşlardan sonraki vaziyeti de ‘’Dünün Dünyası’’ adlı kitabında anlatır. Bu kitap 20. yüzyılı anlamak açısından da çok önemlidir. Araştırmamız neticesinde içeriğimize konu olan ‘’opera’’ konusunda Türkçe bir kaynak bulamadık ama Zweig bahsettiğimiz bu kitabında Die schweigsame Frau (Susan Kadın) adlı operaya yazdığı librettoyu ve Hitler Almanya’sında sergilenirken afişte nasıl da kendi adının geçtiğini anlatır.

İlkin 1934’te yazılan bu operanın sahibi, Richard Strauss (1864 – 1949) hakkında kısaca bilgi verelim. Alman romantik döneminin önemli bir bestecisi olan Richard Strauss uzun şiirleri ve operaları ile ünlüdür. Dünün Dünyası adlı kitabında Zweig, besteci hakkında şunları söyler: ‘’Hayatımda pek çok büyük sanatçıyla karşılaştım ama kendisine karşı böylesine objektif davranabilen birini hiç görmedim. (…) Gerçi operanın bir sanat biçimi olarak güncelliğini kaybettiğini biliyordu. Dediğine göre, Wagner bu alanda en yüksek zirveye ulaşmıştı, hiç kimse onu aşamazdı. Bütün yüzüne yansıyan o Bavyeralı gülüşüyle, ‘Ama,’ diye ekledi, ‘ben onun çevresinden dolaşarak kendi kendime bir yol çizmeyi başardım.’ ‘’

Richard Strauss

Gelelim Hitler Almanya’sında kitapları yakılan Zweig’in aynı Almanya’da, bir operanın afişinde isminin nasıl yer aldığına. Stefan Zweig’a editörü aracılığıyla haber gönderen Richard Strauss yeni bir opera hazırladığını, bunun librettosunu da Zweig’ın yazıp yazamayacağını sorar. Yazar bu teklif üzerine Dünün Dünyası’nda şunları belirtir: ‘’Handel, Bach, Beethoven ve Brahms’dan günümüze kadar uzanan büyük Alman müzisyenler kuşağının sonuncusu olan Strauss gibi çağımızın en üretken müzik ustasına yardım etmeye elbette hazırdım. Ona hemen evet dedim ve Strauss’la daha ilk karşılaşmamızda, tasarladığı operanın teması olarak Ben Johnson’un The Silent Women [Sessiz Kadın] operasını örnek almasını önerdim.’’

Böylece uzun yıllardır müzisyenlerle içli dışlı olan Zweig kolları sıvar. Salzburg’a döner dönmez işe koyulan yazarın, yazdığı tüm librettolar Strauss tarafından çok beğenilir ve neredeyse hiçbir değişiklik yapılmaz. Arada birbirlerine gidip gelerek de sürdürdükleri bu çalışmayla ilgili Dünün Dünyası’ndan bir alıntı daha yapalım: ‘’Hitlerin iktidara geldiği 1933 yılının Ocak ayında, bizim Die Schuweigsame [Susan Kadın] operamızın partisyonu hemen hemen bitmiş ve ilk perdenin enstrümantasyonu da aşağı yukarı hazırlanmıştı. Birkaç hafta sonra Ari ırkından olmayanların ya da soylarında herhangi bir şekilde Yahudilik bulunanların eserlerinin Alman sahnelerinde oynanması şiddetle yasaklandı.’’

Bu yasakla beraber Strauss’un kendisiyle çalışmayı bırakacağını düşünen yazarsa yanılır ve ikilinin çalışmaları devam eder. Strauss ayrıca, oğlunun Yahudi bir kızla evlenmesi ve yayımcısının Yahudi olması gibi nedenlerle Nazi Almanya’sına karşı kritik önlemler alır. Nazilerin siyasî bir kuruluşu olan Reich Oda Müziği Başkanlığı’na kendisini tayin ettirmesi buna bir örnektir. Bu işlere pek istekli olmasa da zorunda olduğunu belirtir. Gelgelelim tüm bu ilişkiler Stefan Zweig gibi Yahudi birinin katkısının olduğu bir operanın Almanya’da sergilenmesi için yeterli değildir. Nasyonal sosyalistlerin Yazarlar Odası ve Propaganda Bakanlığı bu operada kendileri için bir suç unsuru bulmak adına her şeyi didik didik eder. Die schweigsame Frau (Sessiz Kadın) adlı bu operada suç teşkil edebilecek herhangi bir şey bulamayan Hitler Almanya’sı, bu defa Zweig’ın kitaplarını araştırır. Ancak orada da Almanya’ya ve bir başka ulusa karşı küçük düşürücü hiçbir şey bulamaz. Zweig bu noktada Dünün Dünyası’nda şunları aktarır: ‘’Parti müziğinin bayrağını kendi elleriyle teslim ettikleri yaşlı ustayı tüm dünyanın gözünde haksız duruma düşürüp operasını oynatmayacaklardı ya da Strauss’un librettosunun yazarı olarak belirtilmesinde ısrar ettiği Stefan Zweig adı pek çok kez olduğu gibi Alman tiyatro afişlerini bir kez daha kirletmiş olacaktı.’’

Nazi partisinin karar almaktaki çekingenliği 1934’ün başına dek sürer ancak o tarihten itibaren artık ertelenemeyecek bir durum oluşur. Zira tüm roller dağıtılır, oyuncular rollerini ezberler, piyano partisyonu ve librettolar da çoktan basılır. Yetkililerden hiçbiri bir karar alamadığından konu Hitler’in kişisel tercihine kalır. Kitaplarını yakma kararı verdiği Yahudi bir yazarın librettosunu okumak zorunda kalan Hitler’se konuyu neticelendirir. Bu kısmı Zweig’ın Dünün Dünyası’ndan dinleyelim: ‘’Karar vermesi hiç kolay olmamıştı. Sonraları değişik yollardan öğrendiğime göre, bir sürü konferans serisi düzenlenmişti. Richard Strauss sonunda majestelerinin karşısına çıkarılmış ve Hitler, yeni Alman Reich’ının bütün yasalarına aykırı olmakla birlikte operasının temsiline bu seferliğine izin verdiğini bizzat bildirmişti; bu, Stalin ve Molotov’la imzaladığı antlaşma gibi muhtemelen isteksiz ve ahlaksızca verdiği bir karardı.’’

Böylece rejimin kitaplarını yaktığı Stefan Zweig adı, operanın bütün ilan ve afişlerinde yer alır. Temsilde elbette bulunmayan yazar, operanın büyük bir beğeni kazandığını, hatta Berlin, Hamburg, Frankfurt ve Münih’teki Alman tiyatrolarının operayı bir sonraki sezon sahneye koyacağını belirtir. Zweig’ın librettosunu yazdığı opera iki temsilden sonra iptal edilse de, tarih ‘’Hitler’in ve rejimin nefret ettiği Stefan Zweig adının afişlerde yer aldığını’’ yazar.

Alman bir bas bariton olan Thomas Quasthoff tarafından seslendirilen operayı dinleyebilirsiniz.

Kaynakça: 1

Hazırlayan: Mert Bekçi

2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir