“Benim bir politik görüşüm var, dünyayla ilgili görüşlerim var. Ama bunlar bana şarkı yazdıran şeyler değil. Yani diyelim ki sosyal bir tema nedeniyle ben bir konser verebilirim ki verdim zamanında. Bu da (Hasankeyf konserini kastediyor) öyle nedenlerle verilmiş bir konser aslında. Ve kendi içimde düşündüğüm, nedenini bulduğum sosyal şeylerim var benim. Ama onlar tam anlamıyla bana şarkı yazdırmıyor. Benim uykularımı kaçıran şeyler genellikle aşk temaları falan oluyor. Yine şarkıları yazdıran şeyler keyifli değil de keyifsiz şeyler oluyor. Kendimle ilgili dertler oluyor. Daha bireysel şeyler oluyor.”
Böyle söylüyor Teoman, 2004 Hasankeyf konserinde. O günlerden bugüne geçen zamanda da şarkılarında aslında benzer temaları görmekteyiz. Bir genellemeye gitmeyi denersek; Teoman’ın şarkılarında aşkın yanı sıra şu temaları da çok sık görürüz: Geçmişteki bir zamana duyulan özlem, yalnızlık, ayrılık, kendinden hoşnut olmayan adam vs. Ve bu temalarla örülü şarkıların birçoğunda da şöyle ya da böyle aşkın izlerini bulmak mümkün. Sanatçı, kendi ismini taşıyan, 1997 tarihli ilk albümüyle de bunu doğruluyor aslında. Baştan söylemem gerekir ki; Teoman’ın rock müzikteki yerini, ses rengini, sahnedeki büyüsünü herkes şöyle ya da böyle bilir. Ancak belki üzerinde daha az durulan özelliği onun muhteşem bir şarkı sözü yazarı olması. “Teoman” adlı ilk albümünde hemen bunu görürüz:
“Ne ekmek ne de su
Sensizlik korkusu
İstemem yeter ki sen
Yanımda ol yeter”
Edebiyatla da en başından beri içli dışlı olan, Milan Kundera’yı çok seven Teoman’ın kafiye ve redifleri, dize formunda yazdığı sözler sıkı kalem oynattığını da gösteriyor. Müzisyenin kült olmuş, efsaneleşmiş, herkesin hafızalarına kazınan pek çok şarkısı var ve bunlar hep farklı farklı albümlerden. Bunlardan biri yine ilk albümünde karşılıyor bizi: Papatya. Bir yerde çaldığında herkesin kolayca tanıdığı bu şarkı da ta 1997’den sesleniyor bize.
“Zaman mı değişti yoksa ben mi
Geride kaldı o günler
Aklım belli karışmış
Yüzümde gölgeler
Senin için saklayıp, sana getirip
Anlattığım her şey
Artık çok boş geliyor
Yalan tüm kelimeler”
Daha ilk albümüyle geçmişte yitip giden bir şeyin kafasını kurcaladığını belli eder Teoman. Öyle ki, 2002’deki bir açıklamasında şunları söylüyor: “Konsere çıkmazsam mutsuz olurum. Hatta parasını almayayım ama konsere gideyim. Benim oraya çıkmaya ihtiyacım var. Ben o şarkıları söyleyince bir sürü şey birbirine bağlanıyor. Çünkü o şarkılarda gerçekten kendimi anlatıyorum. Anlatırken o yazdığım zamanı hatırlıyorum. O yazdığım zamanı hatırlarken daha önceki çocukluğuma dönüyorum. O gitar çaldığım zamanı hatırlıyorum. Onların hepsinin bende güzel yükleri var. Onların hepsi birdenbire film şeridi gibi önümden geçiyorlar.” Geçmişe dönüp bakma hali, şarkılarından öte, hayatının diğer alanlarında da var belli ki.
İlk albümü çıktıktan sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyemeyen Teoman, 1998 senesinde de ikinci albümüyle Türk rock müziğine büyük katkı sunmaya devam ediyor. Dünden bugüne herkesin aşina olduğu birkaç Teoman şarkısını bu ikinci albümde de bulabiliyoruz. Albümün adı: “O”. Albüme adını veren şarkı klasikleşmiş bir Teoman şarkısıdır tabii:
“O her şeyi kendi yanından görüp
Almak istediğini alır
Başka şey düşünmez
Beni unuturdu”
Ben müzisyenin tüm albümlerini sırasıyla dinledikten sonra fark ettim ki, Teoman’ın neredeyse tüm şarkıları efsaneleşmiş halde. Bu nasıl oluyor anlamıyorum. Hani bir müzisyeni, şarkıcıyı seversiniz. Çıkarttığı bir albümünde 3, 4 ya da 5 tane favori parçanız olur. Ama Teoman’ın şarkıları bu anlamda çok az ıska geçti benim için. Üstelik dediğim gibi, geçmişten bugüne klasik haline gelen şarkıları da hep bambaşka albümlerinden. Yine “O” adlı ikinci albümünde bizi “Bazı Yalanlar”, “Gemiler” gibi şarkılar karşılıyor. Tabii “Gemiler”, Teoman’a ait değil. Ancak bu şarkılar da internette basit bir “Teoman” araması yaptığınızda karşınıza hemen çıkacak şarkılardan. Teoman’ın etkileyici bir şarkı sözü yazarı olduğunu Bazı Yalanlar’ın sözleriyle de görmek mümkün:
“Yalanlarımız güzel, inanması zevkli
Bir şey sevmeye değerse ölmeye de değer mi?
Birkaç uyku hapı
Birkaç kıskançlık krizi
Elimizde bunlar var
Mutlu olmaya yetmez ki”
Bu ikinci albümden dikkat çekmek istediğim iki şarkı daha var. Birincisi Ahmet Erhan’ın “Oğul” şiirinin şarkısı. Teoman, edebiyatla geçmişten bu yana içli dışlı olduğunu daha ikinci albümünde gösteriyor. 2013’te yitirdiğimiz şair ve öykü yazarı Ahmet Erhan’ın “Oğul” şiiri, Teoman’ın müthiş sesi ve yorumuyla, sözlerin de biraz değişmesiyle benim için unutulmazlar arasında yerini aldı:
“Anne ben geldim
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın…”
Teoman’ın şarkılarında anne ve baba figürleri de oldukça önemli aslında. Çok küçük yaşta babasını kaybeden müzisyen, annesi ve anneannesiyle büyüyor. Çocukluğunda ve belki ileriki yıllarında da bir baba figürü aradığını tahmin etmek zor değil. Dikkat çekmek istediğim ikinci bir şarkı da yine geçmişe dönüp bakan bir adamın portesini çiziyor: “Kişisel Bir Şey” şarkısı.
“Bilirim geri gelmezler ama
En güzel günleriydi onlar hayatımın
Bazen bir fısıltı çıkar
Bağırmaya çalışınca
Tek bir umut bile yok mu
İnsan geçmişle yaşayınca
Son kez inan yalan olsa da
Bazen bir rüya yeter
Kendimi kandırabilirim
İkimiz de görürsek eğer”
Aradan iki sene geçer. Teoman artık büyük çapta bir şöhrete ulaşmıştır. Çocukluğundaki Kiss, Deep Purple hayranlığıyla başlayan rock yıldızı olma, beğenilme arzusuna sahiptir artık. 2000 yılında çıkan “17” albümü bu şöhretini pekiştirdiği gibi, oldukça maharetli bir şarkı sözü yazarı olduğunu da ispatlar. Bu albüm de, klasikleşen pek çok şarkının olduğu bir albümdür. En meşhur şarkılarından “Paramparça” da bu albümdedir:
“Bugün benim doğum günüm
Hem sarhoşum hem yastayım
Bir bar taburesi üstünde
Babamın öldüğü yaştayım”
Bar, alkol, keder, erken yaşta kaybedilen baba… Bu şarkıyla çizilen adamın portresi de kabaca bunlardır. Ve garip ki bu şarkı da, sanki daha yeni çıkmış gibi hala herkesin ezberinde. Şarkı yalnızca babasının öldüğü yaşa giren bir adamdan bahsetmez. Sanatçının diğer pek çok şarkısında görebileceğimiz üzere, kadınlar bu parçada da vardır:
“Takatim yok, yine de telefona sarıldım
Son bir özür için, tüm sevdiğim kadınlardan
Aradım, mesajlar çıktı kapattım
Telesekretere konuşamayanlardanım”
2000 yılında çıkan bu “17” albümünde kült haline gelmiş daha hangi şarkılar yok ki? “Zamparanın Ölümü,” “Uykusuz Her Gece”, Şebnem Ferah’ın da müthiş sesiyle eşlik ettiği “İki Yabancı” yine bu albümde yer alan parçalardan. Albüme adını veren çok meşhur parça 17 ise, büyük olasılıkla Erdal Eren’e yazıldı. 12 Eylül 1980 mahkemelerinde idamına karar verilen 17 yaşındaki Erdal Eren, bilindiği üzere idama yaşı tutmadığı için 18 yaşında olarak gösterilmişti. Ayrıca Erdal Eren, Teoman’ın akrabasıdır. Teoman’ın amcasının eşinin yeğeni olan Erdal Eren, Türkiye yakın tarihinin de en önemli figürlerinden biridir. Müzisyen, şarkılarında fazla politik temalar belirlememiş olsa dahi, 17 parçasını belki yalnızca bir akrabasının başına gelenlere duyduğu üzüntüden yazdı, ancak bahsi geçen kişi politik olduğundan, şarkı da ister istemez politiktir:
“Oyundan kalkmak isterken
Kağıtlar dağıtılmış
Bu hava boşluğunda
Artık her şey satılıkmış
Trafikte akmayan
Hep onun şeridiyken
Söylediği son şarkı
Elveda zalim dünyaymış
Daha on yedi on yedi on yedi 17’ymiş”
Oldukça üretken bir şarkıcı olan Teoman, 2001 yılında da “Gönülçelen” albümüyle müzik piyasasına damga vurur. Bir edebiyat sevdalısı olan müzisyen, bu albümün adını da J.D. Salinger’in romanı “Gönülçelen”den (Çavdar Tarlasında Çocuklar) alır. Artık bıkkınlık getirmiş olabilirim ama, bu albüm de klasikleşmiş pek çok Teoman parçasının olduğu bir albümdür. Dediğim gibi, neredeyse hiçbir albümünde bu konuda ıska geçmemiş kendisi. Bu albümde de önemli iki cover görüyoruz: “Anlıyorsun Değil mi?” ve “Sevdim Seni Bir Kere”. Teoman, bu iki şarkıyı çocukluğundan beri çok severmiş. Aynı albümde “İstanbul’da Sonbahar” şarkısını görüyoruz. Çocukluk, geçmiş zaman, anne, İstanbul gibi temalar hakim bu şarkıya:
“Mevsim rüzgarları, ne zaman eserse
O zaman hatırlarım, çocukluk rüyalarım
Şeytan uçurtmalarım
Öper beni annem, yanaklarımdan
Güzel bir rüyada, sanki sevdiklerim
Hayattalarken hala”
Bir başka önemli parça da “İstasyon İnsanları”. Şarkı “Ruhi’dir benim adım, hiç çıkamam evimden” diye başlar. Buradaki Ruhi, Teoman’ın küçük yaşta kaybettiği babasının lakabıdır. Asıl adı Hasan Bahri olan babaya, fazla duygusal olduğundan memleketinde “Ruhi” denilirmiş. Ve Teoman, 2001 yılında albümü üzerine verdiği bir röportajda “Ruhi karakteri benim alter egom.” diyor. Muhtemel ki bu keşfi bir hekimle beraber yaptı. Neden, derseniz Gönülçelen albümünde “Doktor” diye bir parça da var. Ve Teoman’ın bizzat doktora gidip gelmeleri bu parçayı önemli ölçüde oluşturdu. Teoman’a “Teoman Bey, içinizdeki boşluk o kadar büyük ki ne koysanız dolmuyor.” diyen bir doktoru varmış vakti zamanında. Eh, şarkının başındaki “Öyle büyük ki inan doktor içimdeki boşluğum/ Ne koyarsam koyayım hiç dolmuyor” sözlerini buradan aldığını anlamak zor olmasa gerek.
Veee Zamparanın Ölümü İkinci ve Son Bölüm adlı parça da bu albümde yerini alıyor. Parçanın açılışında, rock ve elektronik müziğin özgün ismi Pamela Spence’yi görüyoruz:
“Galiba kendinizi pek enteresan sanıyorsunuz
Büyümeyen adam sendromu bu ama yaşlanıyorsunuz
Küstah taklidi yapan erkekler familyasından
Milyarlarca zavallı adam midemi kaldıran”
Şarkı müthiş bir karşılık atışma, desek yeridir. Bir önceki albümde zampara tek başına bir şeyler anlatıyorken bu ikinci şarkıda kadının bakış açısı da veriliyor. Üstelik müthiş sarkastik, çarpıcı ve nokta atışı ifadelerle. Aradan iki yıl daha geçiyor ki, 2003 yıllı “Teo” albümü piyasaya sürülüyor.
Burada en az parça kadar klibiyle de meşhur olan “Kupa Kızı ve Sinek Valesi” var ve herkesi müthiş etkiliyor. Türk rock müzik grupları arasında en sevilen isimlerden Vega’nın bir parçası olan bu şarkı, Teoman’ın sözler üzerinde biraz oynamasıyla son halini alıyor. Bir animasyon klip çekilen bu şarkı, Teoman’ın en efsane parçalarından biri. Yayımlandığı günden bugüne de bu değerini hiç yitirmedi, desek yeridir. Eminim ki sözleri okurken bile parçanın melodileri ve Teoman’ın sesi kafanızda çınlayacak:
“Saçların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak dedim
Senin için rüzgarda hep yağmur mu var
Gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan
Hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?”
Müthiş bir aşk, ayrılık, hüzün şarkısı olan bu parça da Teoman’ın sık kullandığı temalara sahip. Ünlü rock şarkıcısı bu albümde de eskilere bir selam çakıyor: Kol Düğmeleri ve Resimdeki Gözyaşları “Teo” albümünde, sanatçının yorumladığı parçalar arasında. Albümde bir başka “unutulmayan aşk” parçası da var ve bu da, Teoman’ı Teoman yapan parçalardan olsa gerek:
“Sıkı bir yağmur yağsa şimdi, beni de oluklardan akıtsa
Sonra denize karışsam eğer o beni çağırırsa
Yalnızım uçurum kıyısında, hayat ve ölüm arasında
Tüm hayatım akıp geçiyor ayaklarımın altında
Daha kaç vücut gerekli, benim seni unutmama”
2004’e geliyoruz. Milenyum çağına gireli 4 sene olmuş. Ancak internet, telefon hala daha o kadar yaygın değil. Girmekle iyi mi ettik kötü mü ettik bilinmeyen bu milenyum çağında Teo, bize yine harika parçalar sunmaya devam ediyor. 2004, onun “En Güzel Hikayem” albümüyle boy gösterdiği yıl. Benim için de en sert parçalarının yer aldığı albümlerinden biri. Sertlikten kastım gitarın, baterinin sertliğinden ziyade sözlerin azameti. Hayatın bir boşluk, anlamsızlık olduğuna dair düşünceleri daha da güçlenmiş gibidir bu albümüyle. Her şeyin gelip geçiciliği, kötülerin kötülük yapıp dünyadan gitmesi, hiçbir fikrin, kavramın, görüşün sabit bir güçle hep aynı yerde kalamaması vurur yüzümüze adeta Güzel Bir Gün’de:
“Suç yok, suçlu yok
Hayat böyle anladım
Aşk yok, artık yok
Ama zamanla alıştım.”
Ve bu hiçlik, bu nihilizm nakaratta zirve noktasına ulaşır:
“Sorma neden, niçin
Her şey yalnızlıktan
Bak bak bak güzel bir gün ölmek için”
Albümün en “uçlarda gezinen” şarkılarından biri bu, benim için. Aynı uçlarda gezinme hali “Bugün” şarkısında da keskin bir şekilde devam eder:
“Hayat koyu bir bardak
Sert bir pornoydu dün
Bir tuzağa kaptırmıştım kendimi
Ama eminim Tanrı var bugün”
Burada çizilen adamın portresinde de kararsızlıklar, gel gitler, çelişkiler, kafa karışıklığı oldukça hakimdir. Onun üstüne bir varoluş sancısı da bitmek bitmez ve her geçen gün daha da şiddetli bir şekilde adamı ele geçirir. Türk rock müzik tarihinde, hatta belki Türk müziğinde en erotik şarkı sözlerinin olduğu parçalardan biri de bana göre bu albümde yer alıyor: “Duş”, aslında adıyla da temasına dair biraz ipucu verir gibidir. Hele parçanın sahibi Teoman olunca… Tümüyle seksüel bir birleşimin anlatıldığı bu şarkıda, hazzın doruklarına varan bir adamın artık kafasını karıştıran her şeyden uzaklaştığı, hiçbir şeyi umursamadığı anlatılır:
“Eğildim, öptüm dudaklarından
Saç telin vücudundan
Küvete aktığında
İçindeyim, içimdesin anladım
Aşk kanımda, kasıklarımda
Çok mutluyum şu anda
Ellerim vücudunda
Umurumda değil artık dünya”
Cinselliği şarkılarına ustalıklı bir şekilde yediren müzisyen, şarkı sözü yazabilme yeteneğiyle de bu özelliğini iyiden iyiye konuşturur. Teoman artık en çok aranılan, çokça konser veren, müzik programlarında videoları sık sık dönen, arzu duyulan bir rock yıldızı olmuştur bile. Çocukken hayalini kurduğu şeyleri elde etmiştir. 2006’da yeni albümü “Renkli Rüyalar Oteli” ile bize yepyeni dizeler, besteler, parçalar getirmiştir.
Albüme adını veren şarkıyla başlayalım önce. Teoman’ın hemen her konserinde söyleyip çalmayı sürdürdüğü Renkli Rüyalar Oteli de yine geçmişe bakan bir adamın portresini çizer. Teoman’ın şarkılarında “-di’li geçmiş zaman eki”ni bolca görebilirsiniz. Bu parça da adeta hasreti çekilen bir kadına yazılmış gibidir:
“Arabayı sen kullan demiştim içkiliyim
Boş ver yutalım şeritleri bas gaza dedin
Bu otel güzel, adını sevdim
Orda öyle yerlerime dokun
Dokunmadığı kimsenin
Sarhoş olsak ya
Kimiz unutsak ya
Bulut olup iç içe
Bardaktan boşalsak ya”
Parça, açılış cümlelerinden itibaren dünyayı unutup sarhoşluğun ve cinselliğin avutucu dünyasına açılır gibidir. Özellikle de “Sarhoş olsak ya/ Kimiz unutsak ya” dizeleri, bana Fransız şair Charles Baudelaire’in Paris Sıkıntısı’ndaki şu sözlerini anımsatır: “Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda. Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun…”
Aynı albümde, Erdal Eren’e ve aslında 12 Eylül 1980 Darbesi’nin mağdurlarına yine bir selam çakma vardır. “İki Çocuk”, 12 Eylül’ü anlatan haberlerin ses kayıtlarıyla açılır. Erdal Eren ismini yine duyarız. Ve ardından Teo başlar:
“El sallamıştı annesine
Bayram izni dönüşünde
Hissetmiş miydi oğlunu
Kurşun kalbi deldiğine
Kan revan içinde
Yan yana aynı köprüde
Annelerinin rüyalarında
Öldükleri yaşlarıyla
Ateşi harlı delikanlılar
Ne şehit ne kahramanlar
Düşmansız bir savaşta
Düştüler kalkmayacaklar”
12 Eylül 1980’in üzerinden 29 yıl geçmiş. Artık dijitalleşme tüm dünyayı etkisi altına almaya başlamış. Yıl 2009. Teoman aynı Teoman. Yer yer kayboluş hisleri, yer yer eski İstanbul sokaklarında avare gezintiler, sarhoşluk, kadınlar, geçmişe özlem, geleceğe karamsar bir bakış… “İnsanlık Halleri” albümü çıkıyor bu yıl. 11 şarkılık albümde neler yok ki…
Bir yanıyla asi bir kadını, bir yanıyla ufak ve kırılgan bir kız çocuğunu anlattığı Uçurtmalar herkesin kulaklarında. Üstelik, Teoman’ın daha önceki bazı şarkılarında da görebileceğimiz üzere; alışılageldik bir rock formunda değil bu parça. Tüm şarkıya piyano hakim adeta. Ve atonal bir parça bu. Teoman, kimi şarkılarında şiir okur gibi boy gösterir. Uçurtmalar da öyle bir şarkı:
“En sevdiği renk mor olan kadın
En sevdiği kelime asi
En sevdiği oyun incitmek beni
Hıncı çocukluktan kalma yara izi
Zamanı, yaralarla ölçen kadın
Geçmişiyle kavgalı
Tanrı’ya sığınan kız çocuğu geceleri
İsyankar gündüzleri”
Teoman’ın müthiş sesi, çıktığı tizler, büyülü sesi tüm görkemiyle bu parçada dinleyeni içine alıyor. Bize “Kim bu şarkıdaki kadın?” dedirtiyor adeta. O kadına duyulan özlem, gitmek gerekliliği, gidememenin hüznü, yerleşik olmaktan kaçış hali… Şarkının nakaratında ne ararsan var:
“İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben”
Teoman yıllar yılı gece hayatında aktif bir isimdi. Sansasyonel olaylarıyla da magazin dünyasında çok duyuldu ismi. Onun böyle bir amacı olduğunu düşünmedim hiç. Ancak kameralar her yerdeydi. O, Cihangir’deki, Karaköy’deki, Beyoğlu’ndaki mekanlarda sık sık görülürdü. Sabahın ilk ışıkları evine yeni gittiği saatlerdi onun. Bir keresinde bir muhabir “Beyoğlu’nu neden bu kadar seviyorsunuz?” demişti. Teoman alkollü ve sarhoş şekilde yanıt vermişti: “O olmadan İstanbul olmaz.” Şarkılarında İstanbul’u gerek semt adlarıyla gerek “köprü” gibi isimlerle sık görürüz. Bu albümde de “Galata’da Rıhtımda” parçası vardır:
“Ne yazık demiştin
Sevgi yok hiç gözlerinde
Yıldızların altında
Boş ver demiştin konuşma
Galata’da rıhtımda”
İstanbul, Teo’nun birçok parçasında bir arka fon olarak durur. Mekanlarsa hemen her zaman tarihi yarımada ya da diğer adıyla suriçi İstanbul’dur. Gitarın çıkardığı seslerden Teoman’ın ses hareketlerine, sözlere kadar oldukça protest diyebileceğiniz bir başka şarkı da var bu albümde: Fahişe. Üniversitede kadınlar üzerinde tez hazırlamış olan Teoman, bu parçasında da toplumsal cinsiyeti, seks işçiliğini vs. bir arada masaya yatırır gibidir. Ölümden çok korkan müzisyeni, şarkısında adeta bu korkusuna da baş kaldırmışa benzer:
“Herkes dedi merak içinde, ölümden sonra hayat var mı diye?
Boşuna düşünürler, sanki hayat varmış gibi ölümden önce”
Ve parçanın en çarpıcı, en dik kafalı, en protest diyebileceğimiz kısımlarını kim unutabilir? Kimse unutmamış olacak ki, Teo konserlerinde parçanın bu kısmını söylediğinde, dinleyiciler de genelde alkış tutar:
“Sordum niye sattın diye yoksulluğunu?
Dedi elimdeki sadece oydu, niye sattın vücudunu?
Daha mı kötü dedi satmaktan ruhumu?”
Şarkının sonlarında da suçu fahişeye değil dünyaya bağlar Teoman. Aşağıdaki alıntının ilk cümlesi bana ayrıca varoluşçuların görüşlerini hatırlatır. “Tek başıma, bu vücutla, fırlatıldım bu dünyaya.” Varoluşçu anlayışta da insanın dünyaya fırlatıldığı ve bu boşlukta yaşadığı çok yaygın bir görüştür.
“Tek başıma, bu vücutla, fırlatıldım bu dünyaya
Aşk da basit, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
Şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe”
Teoman’ın röportajlarına, katıldığı programlarda ettiği laflara baktığınızda onda bir farklılık görmek oldukça kolay. Aslında bu farklılık açık sözlülüğünden ileri geliyor. Yaşam tarzını, şarkı sözlerini seversiniz sevmezsiniz orası ayrı ama açık sözlülüğü, aslında pek çok kişinin içinden geçen hisleri gerek şarkılarında gerek söyleşilerinde hiç dolanmadan söylemesi, belki de Teoman’ın en özgün yanlarından biri. Bu açık sözlülüğünü aynı albümdeki “Ruhun Sarışın” şarkısında da görüyoruz. Hoş, Fahişe şarkısı için toplumsal cinsiyete varan yorumlarda bulunmuş olsam da, bu parçada Teo “sarışın”ın oldukça cinsiyetçi anlamını kullanır:
“Acıtıyor güzelliğin, farkında mısın?
Tenin esmer, ruhun sarışın
Çağırıyorsun günaha, sen şeytan mısın?
Tenin sıcak, tenin kıvrak, ruhun sarışın”
2011’e sürüyoruz arabaları. Milenyuma geçişin üzerinden 11 sene geçmiş. O yıl doğanlar şimdi 11 yaşında olmuş. O yıl üniversite okuyanların birçoğu şimdi işe girmiş, iş kurmuş, batmış, çıkmış, evlenmiş, boşanmış, çocuk sahibi olmuş. Teoman ise, kendisinin de deyimiyle 12 yaşındaki bir çocukla yetişkin bir adamın aklına sahiptir hala. Ve kafası müzik dışında birçok konuda hala çok karışıktır. 2011’de çıkardığı Aşk & Gurur albümü, isim itibarıyla size bir şeyi anımsattı mı? 18. yüzyılda yaşamış olan, İngiliz yazar Jane Austen tarafından kaleme alınan “Aşk ve Gurur” romanını? Muhtemel ki Teo, albüm ismini bu romanın adından almıştır.
Albümde yine aynı, benzer bir adamın birbirinden farklı ruh hallerini görmek mümkün. Geçip giden yılların izini süren bir adam, mazi, nostalji… Klibiyle de büyük sükse yapmış olan “Tek Başına Dans” şarkısı örneğin:
“Bu yağmur bu deniz bu kumsal
Bu yıldızlar geçen yıllar
Bu sarhoşlar bu yalnızlar
Kalbi kırık eski dostlar
Belki önümüz yaz
Gideriz bi yerlere
Belki dans edersin
Kumsalda yalnız başına”
Yine “Kalbimi söktüm, seni kazıyayım derken” gibi müthiş mecazların yer aldığı “İstanbul’da” şarkısı da enfestir. Tabii bu parçanın melodisi, Calogero adlı şarkıcının “Passage des Cyclones” şarkısıyla birebir aynıdır. Sadece ve sadece 7 notanın olduğu şu koskoca dünyada, müzisyenler de birbirlerinin bestelerinden, müziklerinden etkilenirler. “Sample” dediğimiz olay da zaten, bir şarkıdaki bir bölümün aynen ya da biraz değiştirilerek bir başka parçada kullanılması anlamına gelir.
Evet! Artık 2014’e girdik. Her şey çoktan dijitalleşti bile. Herkesin elinde akıllı telefonlar var. Herkesin önüne cazip fırsatların sunulduğu reklamlar çıkıyor. Kaçınılmaz geleceğe geldik. Teoman’sa, eski albümlerinde yer alan toplam 17 şarkısını yeniden yorumlayıp “Yavaş Yavaş” albümüyle sunuyor.
Albümün adı neyi kastediyor olabilir? Yavaş yavaş hayatın sonuna doğru gelmeyi mi? Bu albümde Martılar’dan Çoban Yıldızı’na, Gündüz Düşü’nden Aşk Kırıntıları’na, Renkli Rüyalar Oteli’nden Rapsodi İstanbul’a kadar pek çok parça var. Ayrıca Teoman’ın albümün çıkmasından yaklaşık 2 sene önce, Aralık 2012’de de bir evlilik geçiyor başından. Bir yandan gece karanlığının içerisinde, eski İstanbul’un sokaklarında sarhoşlukla tüm kederleri unutmayı deneyen adam, bir yandan da düzenli bir hayat kurmayı deniyor kendine. Gel gitler tüm hızıyla sürüyor. Çift 2015’te ise boşanıyor. Bu evliliklerinden ise bir kız çocuğu sahibi oluyorlar. Allah bağışlasın. Teoman artık bir baba. Kendi gençliğinde çok dik kafalı olduğunu, annesini üzdüğünü belirten sanatçı, kendi kızının daha makul olacağını umuyor bu sefer. Çocuk sahibi olunduğunda, ihtiyat en hızlımızın bile sahip olmaya başladığı bir huy galiba.
Boşandığı yıl, yani 2015’te bir albümle daha etrafı kasıp kavuruyor Teoman. Şahsi fikrim; bu albümdeki parçaların sözleri, eski Teoman’ı aratıyor. Daha basit yazılmış sözleri andırıyor birçok parça. Örneğin, herkesin kendinden bir şeyler bulduğunu sandığı “Serseri” şarkısı. Başından bir evlilik geçen Teoman, bu şarkısında “Ne yazık ki tek tabanca/ Serseri doğdum, serseri ölceem” diyor. Ancak yine de sözler fazla basit geldi bana önceki albümlerine kıyasla. “N’apim Tabiatım Böyle” şarkısında ise artık sürekli arayışta, oradan oraya gidip duran adamın kendini kabullenişini, kendiyle ilgili birtakım gerçekleri öğrendiğini görüyor gibiyiz:
“Şişeleri açarım
Alkole koşarım
Bu bomboş dünyada
Bir mana ararım
Yanarım bir sigara gibi
Küllerim dağılır
Sönerim çünkü ateşim
İzmarite dayanır
N’apim tabiatım böyle”
Aa unutmadan… Bu albümün adı ne biliyor muyuz? “Eski Bir Rüya Uğruna”
Teoman, yine geçmişe dönük şarkılar, parçalar, albüm isimlerinden vazgeçmiyor burada da. Şahsen bu albümdeki bazı parçaların sözlerinin pek özenilmemiş olduğunu düşünsem de, sahne büyüsü, kendine has sesi, tarzı, yüz ifadeleriyle Teoman bu albümüyle de pek çok barda amatör gruplarca çalınmayı, sayısız insanın favori müzik listesinde yer almayı, konserlerde dinleyenleri coşturmayı başarıyor.
Ve 2018! 2 yıl geçti daha. Tabii o zaman, 2 sene sonra insanların sokaklarda maske ile dolaşacağını söyleseler herkes kalayı basardı. O sene çıkardığı albümün adı da çok manidar: “Koyu Antoloji”
Albümün kapağında da bir matem havası var zaten. Teoman siyah bir perdenin önünde siyah gömleğiyle. Üstelik yarı karanlık bir ortam… Ve bir cenaze izlenimini veren çiçekler. Sanatçı bu albümde de, eski albümlerinden bazı parçaları derleyip yeni bir formda söylüyor. Üstelik albümün adı gibi, parçaların yeni yorumları da oldukça koyu. Pek hareketlilik yok. Ağır ağır ilerliyor tüm şarkılar. Konserde herkesi coşturan o Güzel Bir Gün var mesela bu albümde. Ancak oldukça ağır bir ritimde. Dans etmeniz mümkün değil. Renkli Rüyalar Oteli’nden Fahişe’ye, Paramparça’dan Duş’a kadar yine klasikleşmiş Teoman şarkıları yer alıyor bu albümde. Çok uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda bir yas ve olgunluk sürecini çağrıştırdı bana bu albüm. Birkaç hafta önce, yani 2020’nin şu Eylül ayında kameralara yakalanıyor Teo. Maskeli. Şortlu. Eve dönüyor. 1.5 sene içerisinde yeni bir albüm çıkaracağını, onun için çalıştığını söylüyor. Bakalım 2020 sonrasında bizi ne bekleyecek? Belki kızına bir şarkı yapar… Her şey bir yana, yavaş yavaş sona gelirken; iyi ki varsın Teoman! Kalbime dokunmayan bir şarkın yok, desem abartmış sayılmam. Çalışırken de, boş boş yürürken de, üzülürken ya da heyecanlanırken de senin şarkıların hep yanımdaydı. Klişeye kaçmak istemem ama; şarkıların sanırım birkaç nesli büyüttü, büyütüyor, büyütmeye devam edecek. İyi ki varsın serseri!
İlk yorum yapan siz olun