İnsan bazen dipte hisseder kendini. Çaresiz, kafası karışık, tükenmiş, öfkeli… Öfkesi ise kendine olur genelde. “Böyle şeyler neden hep benim başıma geliyor?”, “Sorunlu insanlar neden hep beni buluyor?”, “Hep böyle mi olacak?”, “Neden bağlanamıyorum kimseye?”, “Hep mi mutsuz olacağım?”, “Hep mi terk edileceğim?”, “Sevgimle boğuyor muyum insanları?”, “Hayat neden bu kadar acımasız?”, “Her şey benim suçum!”… Bu sorular, yargı bildiren acımasız cümleler bitmek bilmez. Oysa asıl ihtiyaç duyduğumuz şey sinirimizi zaten yeterince yıpranmış olan kendimizden çıkarmak değil, kendimize şefkat göstererek ruhumuzu anlamaya çalışmaktır.
“Hayat sandığımız gibi bize sürekli cilve yapmaz aslında. Çoğu zaman psikolojik yapılanmalarımız dahilinde güdülerimizi ve isteklerimizi yaşarız. Sonra da yaşadıklarımız dahilinde kendimizi tekrar tanırız. Bu süreçte bir yabancıyla karşılaşırız çoğu zaman. Yaşadığımız her yeni deneyim ve ilişki biçimi bize henüz tanışmadığımız, karanlıkta kalmış bir kuytu köşemizi hatırlatır.”
Psikiyatrist Dr. Bahar Tezcan, Terapi Odasında İyileşen İlişkiler ile insanın çaresiz hissettiği anlam arayışlarında bir rota sunuyor; kişinin öfkesini kendisine yöneltmesini değil, zaten incinmiş kalbine şefkat göstererek onu anlamaya çalışmasını öneriyor. Çünkü sürekli aynı sorunları yaşıyorsak bunun bir anlamı olabilir. Çocukken tanık olduğumuz tatsız bir olayı farkında olmadan bugünkü ilişkimize yansıtmış olabiliriz. Sürekli aynı sorunlu kişileri seçmemizin, ilişki yaşamak için narsist birini tercih etmemizin, tıkınırcasına yemek yememizin, işimizde belli sorunlar yaşamamızın, tek başımıza hiçbir yere gidemememizin, kendimizi toplumda ifade ederken zorlanmamızın, söyleyecek sözlerimizi hep kendimize saklamamızın, arkadaşlarımızla hep aynı sorunları yaşamamızın hiç tahmin etmediğimiz nedenleri olabilir. Bunları anlamlandırmak ve belki de bir daha aynı şeyleri yaşamamak için yapmamız gereken tek şey; kendimize dönüp içimizde neler olup bittiğine bakmak. Oradan gelen seslere kulağımızı tıkamamak, aksine can kulağıyla dinlemek o sesleri… Ve anlamlandırıp daha bilinçli hareket ettiğimiz, nedenlerini anladığımız hatalarımızı tekrarlamadığımız, ümitli günlere doğru kendimizden emin bir şekilde adım atmak…
“Çocukluk yüklerimiz bizi nasıl da bir ömür ele geçiriyordu… İçimizde sevginin dolduramadığı boşluk hiç susmuyordu, biz de kendimize kaoslar yaratıp acılarımızın içinden geçerken yeniden ve yeniden canlanıyorduk. İnsan sevmeye, sevilmeye, değer görmeye, kabule, onaya aç ve mecbur bir canlıydı; ilişki kurma ve bağlanma üzerine programlıydı. Doyurulmadığımız her mesele, onunla cesurca yüzleşip iyileşene kadar kendini dayatıyordu.”
Terapi Odasında İyileşen İlişkiler de tam da bunu başarıyor aslında. Terapi odasının güvenli alanında okurunun içine mercek tutarak geçmişini, bağlarını anlamasını; yaşadığı sorunların nedenlerini öğrenmesini ve geleceğe ümitle bakmasını sağlıyor. Dalgalı denizler dingin sulara dönüşüyor ve korkulan ne varsa yaşandığında aslında o kadar da yıpratıcı olmadığı gösteriliyor, incinmiş ruhlara şifa oluyor…
İlk yorum yapan siz olun