1994 yılında İstanbul’da dünyaya gelen oyuncu Umutcan Ütebay, Tarabya’da başarılı bir öğrencilik dönemiyle geçen çocukluk yıllarının ardından soluğu tiyatroda almaya karar veriyor. Öyle ki, lise yıllarının ardından, üniversite sınavından iyi bir puan almasına rağmen şansını ertesi sene tekrar deneme kararı alıyor. Yirmilere gelmeden hemen önce, oyunculuk, daha spesifik bir forma sokmak gerekirse tiyatro onun hayallerini süslemeye başlıyor. Bu nedenle konservatuvara tekrar hazırlanma kararı alıyor. Zor ve meşakkatli bir süreç de böylece başlıyor. Sınavı geçmesini sağlayacak eğitimi almalı, onu birkaç adım daha ileriye taşıyacak tiyatro mekanlarını ve isimlerini arayıp bulmalıdır. Öyle de yapıyor. Bu kararlılığı ona 2014 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Tiyatro Anadalı’nı kazanmak olarak dönüyor. Türkiye’deki tiyatro eğitiminin en köklü kurumlarından biri olan İ.Ü Devlet Konservatuvarı’nda aldığı 4 yıllık eğitim ona pek çok hocayla tanışma, “mektepli olma”, Zorlu Performans Sanatları Merkezi, DOT Tiyatro gibi farklı sahnelerde tiyatro oyunculuğu sergileme fırsatı tanıyor. Ardından televizyona da sıçrayan Umutcan Ütebay, soluğu Kanal D’de yayımlanan popüler bir dizinin eğlenceli karakterini oynamakta alıyor. Umutcan ile röportajımızı okumak için aşağıya inebilirsiniz.
Umutcan hoş geldin. Önce bize kendini kısaca tanıtır mısın?
Hoş buldum. 1994 yılında İstanbul’da doğdum. Mahallemdeki ilkokul ve liseye gittikten sonra İ.Ü. Devlet Konservatuvarı’nı kazanıp bitirdim. Şu sıralarda oyunculuk yapmaya çalışan ve hayat ne gösterir bilemeyiz tabii ama önümüzdeki senelerde de oyunculuk yapmaya çalışacak biriyim.
Tiyatro aşkı sende ne zaman, nasıl filizlendi?
Bu soruya verilen çok anlamlı, çok romantik cevaplar duydum ama bendeki öyle değil. Tiyatro 16 yaşıma kadar aklımın kıyısında bile olmayan bir meslekti. Okula çok büyük saygı duyan biriyim. O zamanlar da öyleydim. Ancak özellikle liseyle beraber öğrenci olmak benim için nedense zorlaşmaya başladı. Yıllardır gördüğüm derslerin uzağında bir şeyler öğrenmek istedim ve üniversite için alternatif aramaya başladım ve konservatuvar fikri aklıma kazındı. Hikayenin başlangıcı bu. Ancak şu an bu kadar sığ değil. Tiyatroyla tanıştıkça, bu mesleğin kendimi ifade etmemde, bir kimlik oluşturmamda, benim bir başka, belki de en önemli yaşam alanım olduğunu fark ettim. Hızla, bir alternatif olmaktan çıkıp, hayatımı üzerine kuracağım bir üstün amaç haline geldi.
Bize biraz okuduğun okuldan bahseder misin? İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın, nam-ı diğer Darülbedayi’nin nasıl bir geçmişi var?
Konservatuvarı İstanbul’da okumak istiyordum. Sanırım doğma büyüme buralı olduğumdan. Esasında sadece konservatuvar okumak istiyordum, ama direkt seçme şansım olsaydı da bizim okulu seçerdim. Bunda muhteşem bir manzarası oluşu da bir etkendir. Aslında dışarıdan bakıldığında çok da estetik durmayan, içeri girildiğinde de dışardaki hissin pek değişmediği bi yer. Yıllar onu da yıpratmış. Ama şu söyleyeceğim çok benlik olmasa da, o kadar önemli insanın orada adım attıklarını, o trabzanı tutarak merdivenden çıktıklarını, o pencereden aynı manzaraya baktıklarını biliyorsun ki, o ruh sana hiçbir şey yapmasan da bir şey veriyor. Ne verdiği elbette senin neyi ne kadar alabildiğinle ilgilidir ama kesinlikle eli boş göndermiyor. 1900’lerin hemen hemen başında kurulan bir okul. Bu yaşanmışlık, bu hatıralar bence önemli bir yer tutuyor okulum için.
Konservatuvarlı olmak nasıl bir duygu?
Aslında konservatuvarlı olmak tek başına ne bir şey ifade ediyor ne de bir duygu hissettiriyor. Bir okulu kazanmak, okumak, bitirmek yalnızca bir etiketten ibaret. Okul elbette, ister istemez bir yol açıp yürüyebileceğin yere ışık tutuyor. Gerisi kişiye kalmış. Disk halinde yüklenmiyor hiçbir şey. Özverili olup, yılmadan, yorulmadan, pes etmeden çabalayan insanların okul okusalar da okumasalar da hedefledikleri yere ama erken ama geç geleceklerini düşünüyorum. Okullar yalnızca bu özveriyi sağlayabilenlerin yüklerini hafifletiyor.
Konservatuvar sınavına nasıl hazırlandın? Sınavda karşına neler çıktı?
Bu soruya önceden daha spesifik cevap veriyordum ancak bu çokça değişkenlik gösterebileceğinden, önceki yanıtlarımın artık doğru olduğunu düşünmüyorum. Naçizane söyleyebileceğim hedefe yüzde yüz kanalize olarak onunla ilgilenmek. İlgili olmak, hayatının merkezine koymak anahtar kelimelermiş gibi geliyor. Ben dahil birçok insanda “Nereden başlamalıyım?” hissi çokça yaşanıyor. Zamana güvenerek, acele etmeden, istisnasız her gün hedeflediğin şeyle ilgilenmek bir zaman sonra kişide bir bakış açısının oluşmasını sağlıyor. İleride ilk başta seninle hedefin arasında bir bağ oluşmasını sağlayan şeyler yanlışsa onu değiştirme şansın oluyor. Ancak en başta, doğru ya da yanlış o bağın kalın düğümlerle atılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Niteliksiz, önüne her gelen şeyden bir şeyler almak olarak algılanmasını istemem bu söylediklerimin, yalnızca şartlar dahilindeki en iyi, en yararlı şeylerle işe başlamamak geri dönülemez bir hata değil, demek istiyorum. Eğer o şeyler o kalın düğümleri atmakta işe yarayacaksa, kullanılmalı. Sınavda okuldan okula adayın karşısına çıkan şeyler değişkenlik gösterebiliyor. Ben eğer değişmediyse sadece kendi okulum için konuşabilirim. Birinci aşamada bir komedi, bir dram tiradı ve bir şiir isteniyor. İkinci aşamadaysa bir analitik sınav, bir şan sınavı ve tekrar parçalarınızı oynayabileceğiniz, tekrar şan sınavına girebileceğiniz, tekrar şiirinizi okuyabileceğiniz, size hayattan, sanattan soruların gelebileceği neredeyse tüm hocaların orada olduğu bir mülakat var.
Okulda ne tür eğitimler aldın?
Okuldaki eğitim baktığın zaman kapsamlı. Oyunculuk dışında diksiyon, müzik bilgisi, solfej, estetik, tiyatro tarihi, tiyatro edebiyatı, sinema, dans gibi birçok alana yayılmış. Bunların hepsinden yüksek verim almak bana kalırsa zor. Kişiye, hocaya ve müfredata bağlı.
Bugüne kadar nerelerde sahneye çıktın?
Okuldaki mezuniyet oyununu birkaç farklı sahnede oynadıktan sonra mektepten mezun oldum. 2018-2019 yılında DOTkanyonda’da “Çıkışa Gel” adlı oyunda oynadım. 2019 yılında da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde DOT ve Zorlu ortak yapımı olan Bırak İçeri Gireyim’de oynadım.
Okuldan sonra Kanal D’de bir dizide de gördük seni. Tiyatro ve dizi oyunculuğunu biraz mukayese eder misin?
İşin özünde keskin farklar olduğunu düşünmüyorum. Belli bir matematikle kurduğun rolü oynarken yaptığın şey oyunculuk. Nerede olduğu önemli değil. Ancak işin içine şartlar, kişiler, yer, mekan, zaman, insan ilişkileri gibi etkenler girdikçe farklılıklar ortaya çıkıyor. Tiyatronun devamlılığı, o an meydana gelmesi elbette çok özel bir durum. Aynı oyunu sonsuza kadar oynadığında bile sonsuz farklı oyun çıkıyor ortaya. Performansın canlı olması işi her bakımdan daha cazip kılıyor. Kamera önündeyse durum daha farklı. Tiyatroda işi sabitlemek için birkaç ay boyunca yaptığın prova özellikle diziler için pek mümkün değil. Ancak orada da kesip tekrar oynama fırsatın var. İkisinin de çok sevdiğim ve hiç sevmediğim yanları var. Başta dediğim gibi salt oyunculuktan bahsedeceksek benim için büyük farklar yok ortada.
Ülkemizdeki tiyatroların repertuarlarını nasıl buluyorsun?
Bu konuda beni sevindiren ve endişelendiren iki başlık var aslında. Son yıllarda, giderek tiyatro üretiminin artması her şeye rağmen olumlu bir durum. Maddi koşullara, elverişsiz mekanlara, giderek artan baskıya rağmen hala bir şeyler üretmeye çalışan, bir de buna nitelik katma gayretinde olan her kişi veya topluluk müthiş saygı duyulası bir özveri koyuyor ortaya. Endişelendiren kısımsa son cümlede bahsettiğim nitelik kelimesi. Büyük ya da küçük fark etmez her topluluk ya da sahnenin ilk hedeflerinden biri para kazanmak. Bu çok doğal ve anlaşılır. Ancak bu hedef diğer tüm hedefleri örtüyor, yok sayıyor, alaşağı ediyorsa orada tiyatro sanatından bahsedemeyiz. Yapılan şey alelade bir oyundan başka bir şey olamaz. Derinlik katmadan, sığ bir tabakada, yalnızca daha fazla seyirci, daha fazla para mantığıyla kurulan bir sistem, yapılan bir oyun günü kurtarmaktan ileriye gidemez.
İyi bir roman okuru olarak tiyatro ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki kuruyorsun?
Oyunculuğu en geniş tanımıyla bir anlatıcı olarak görmekteyim. En azından hayatımın bu döneminde. Aslında sanat adına bir şeyler üreten herkesin derinlerde bile olsa bir anlatma ihtiyacı hissettiğini düşünüyorum. Oyunculuğun kendi başına bir sanat olup olmadığı başka bir tartışma konusu, ancak diğer sanat alanlarıyla olan ilişkinin -ki özellikle edebiyatın- oyunculukta belli bir yetkinliğe erişmede büyük pay sahibi olduğunu görüyorum. Özellikle bu söylediklerim tamamen subjektif çıkarımlar. En ufak entelektüel bir birikim gerekli midir oyunculukta bilmiyorum. Ancak benim tarafımda, yaşamımda tanık olma ihtimalimin neredeyse olmadığı olayları, bir ilişki kurma ihtimalimin neredeyse bulunmadığı kişileri edebiyatla tanımam ve hatta bende iz bırakan yaşantılara tanık olmam daha iyi bir anlatıcı olma yolunda ilerlememi sağlıyor gibi hissediyorum.
Sence tiyatro oyunculuğu nasıl olmalı? Girilen her rol içselleştirilmeli mi mesela? Yoksa sahnen geldiğinde layıkıyla oynayıp sonra hayatına devam mı etmelisin?
Aslında iki soruya da “Evet öyle olmalı.” diyebilirim. Oyunculuk “hissedebilirim” kumarı oynanmayacak kadar teknik bir iş aslında. Bu kumar provalarda oynanabilir. Bir sahneyi onlarca, yüzlerce farklı biçimde deneyip nihayetinde bir karar verildiğinde artık iş onu sabitlemekten geçiyor. Bir matematik denklemi gibi ne hissettiğini, neyi tercih ettiğini, oraya nasıl ulaştığını bilip defalarca tekrar etmelisin ki oyun sırasında sen de, oyun da sallanıp flûlaşmayın. Yani rolü elbette içselleştirmeli elbette, anlamalı ancak bir o kadar da role uzaktan bakmalı.
Sohbet için teşekkür ediyorum. Eklemek istediğin bir şeyler var mı?
Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar.
Böyle genç sanatçıların sanat için azımsanmayacak özverileriyle mücadele vermeleri, “bizden geçti” diyenler için bile hayatın heyecanını geri getiriyor. Teşekkürler onu bize tanıttığınız için..