İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vahap Aydoğan: … bir yüzleşme yaşıyorum biyografilerde

Kendisini sürrealist biyografi sanatçısı olarak ifade eden sanatçı Vahap Aydoğan ile sanatı, etkilendiği sanatçılar ve hayat üzerine söyleştik…

Vahap Aydoğan Mardinli bir ressam!” Bu cümleyi onu tanıdığımdan beri o kadar çok okudum ki! Sonra bunun üzerine çok konuştuk, neden hiç İstanbullu ya da Fransalı ressam deme ihtiyacı hissetmiyorduk? Bu konuya pek çok farklı açıdan bakabiliriz belki ama onun yerine soru olarak yöneltip kendisinden yanıt aldım. Bu konu bir yana Vahap’a ve sanatına odaklanmak isterim. Çok güzel bir kalbi olduğunu bilmenin yanı sıra resme bakış açısını da seviyorum. Son birkaç yılımı biyografiler, bence portreler, yazarak geçirdim. Vahap’sa biyografik tablolar çiziyor. Her bir tablonun duygusu öyle muhteşem ki, bakmanın ötesine geçip gördüğünüzde gerçek yaşamlarla yüzleşiyor, sonra sanatçının yüzleştiklerine tanık oluyor, onları hissediyor ve bazılarında kendinizden de izler buluyorsunuz. Çünkü hayat birbirimize benzediğimiz yönlerle yaşanır bir hal alıyor. Hani “Bunu bir tek ben yaşamıyorum, yalnız değilim,” deriz ve kaygılarımızı kovarız ya, işte, sanırım Vahap tablolarıyla insana bunu yaşatıyor. Henüz hiç yüz yüze gelmedik ama o ne zaman sosyal medyasında görüş almak istediği bir tablosunu paylaşsa kalbimden geçenleri onunla paylaşıyorum. Yaşamak sanırım böyle bir şey; bir şekilde mesafeler ortadan kalkıyor ve bambaşka duygular düşüncelere dönüşüp akıp gidiyor. Söyleyecek ne çok şeyim varmış, susuyorum. Hadi bir fincan kahveniz hazırsa, başlayalım.

Keyifli okumalar…

BEN GİZEMİ GÖRMEYİ, SÖYLENMEYENİ SÖYLETMEYİ VE ÖZELLİKLE SONSUZLUĞU ARAMAYI AMAÇ EDİNMİŞ BİR YÜZLEŞME YAŞIYORUM BİYOGRAFİLERDE

– Vahap merhaba! Klasik sorumla başlamak istiyorum. İnternette de hakkında bilgilere ulaşmak mümkün. Ancak ben tüm bunların dışında duyguların ve renklerinle kendini anlatmanı istiyorum. Vahap Aydoğan kimdir?

Elbette her insanın dışarıdan dekor olarak kullandığı, etten kemikten var olduğu kimliği dışında bir de içsel dünyası vardır. İçsel olarak ifade etmek zor olacak ama dünyası çok yönlü olan, sanata bağlı, tutkusu ve hedefleri resme evirilmiş net bir çizgideyim. Duygularım konusunda şunu söyleyebilirim: Psikolojik olarak derinliği karmaşık, fikirleri bir potada birleştirmeyi başarmış, öğrenmeye aç, çok renkliliği seven ve gerçek üstü düşünmekten kendisini alamayan bir karakterim.

– Resim yapmaya ne zaman ve nasıl başladın? Hikâyen ne?

 Aslında resim çizmeye herkes gibi bende okulda başladım ama kilden bibloları daha küçük yaşlarda yapardım. Olumsuz olan örgün eğitim hayatımın hiçbir kademesinde resim dersimin olmayışı bir talihsizlikti. Ben sanatı da resim çizmeyi de tam olarak Diyarbakır’daki keçi burcunda açılan sergide keşfettim. Sonrası güzel sanatlar fakültesinde eğitim sürecim, sergiler ve en son halkası ise biyografi çizimlerimdir.

– Pandemi sürecini nasıl yönettin/yönetiyorsun?

Pandemiye nasıl baktığımız çok önemli aslında. İşçi emekçi sanatçı ve tüm meslek gruplarına pandeminin hem ekonomik hem de psikolojik olarak şüphesiz yıpratıcı etkisi olmuştur. Kendim için şunu söyleyebilirim: İçsel dünyamla çokça bir zaman geçirme ve zamanı sorgulama fırsatı bulduğuma inanıyorum. Çalışmalarım noktasındaysa çokça zamanı resim çizerek geçirdim, geçiriyorum. Sergilerden uzak kalmamız daha çok sosyal mecralara yoğunlaşmamıza vesile oldu.

– Biyografi tabloları çizen ressam olarak tanınıyorsun; çizmeye nasıl başladın? Neden biyografik çizimler?

Özellikle biyografi çizeyim ya da bu tabloları sürreal olarak stilize edeyim, diye bir uğraşım olmadı. Ben gizemi görmeyi, söylenmeyeni söyletmeyi ve özellikle sonsuzluğu aramayı amaç edinmiş bir yüzleşme yaşıyorum biyografilerde. Tamamen deneyimlerin sonucunda gelişen bir süreç. Kendimi bildim bileli insan anatomisi ya da bir objeyi deforme etme ve bambaşka bir boyutta göstermek gibi etütlerim vardı. Bu etütler de bugünlere ışık tuttu, diyebilirim. Sanatta olsun başka meslek dallarında olsun insanın beyaz, gri ve siyah bir düzlemde yol aldığına inanıyorum. Henüz gri alanın sonu siyah alanın başında olduğumu düşünüyorum. Deneyim ve zaman bu tarzın oluşmasında en büyük etken. Yaklaşık 22 yıldır sanatla iç içeyim. Çalışmalarımın ve tarzımın olgunlaştığı yol bu oldu. Zaten sanatı ve üslubu tanımlarken hep şu ifadeleri kullanırım: Sanatta karakter ve bir üslup varsa o bir yoldur. Siz o yola girmezsiniz, zaten o yol size aittir ve siz, yolun yolcusu değil, yolun kendisisiniz. Tuvali boş bir levha olarak düşündüğünüzde orayı bir düşünce, bir peyzaj, bir natürmort olarak doldurabilirsiniz, bu size kalmış bir şey. Ama ben o tuvale bir insanın hayat hikâyesini stilize etmekten ve bunu sürreal olarak işlemekten inanılmaz bir haz alıyorum; bu haz ise benim motivasyon kaynağım oluyor.

– Peki, bir biyografinin ortaya çıkma süreci nasıl ilerliyor? İnsanlar sana adeta bir psikologla konuşur gibi kendilerini mi anlatıyor? 

Elbette. Psikoloji olabildiğince karmaşık olduğu gibi olabildiğince de basittir; madalyonun iki yüzü gibidir. Bazen bir fırtınada kopan kavganın tarafı bazen de o fırtınanın dinmesinin mimarı oluveriyorsunuz. Bu yüzden ne karmaşa ne de dinginliğin tarafında oluyorum. Kişinin gerçek karakterine, özüne, benlik duygusunun en derinine sorularla inmeye çalışıyorum. Konuşmadan, düşünmeden, hissetmeden ve içsel süreçlere dem vurmadan kişinin dünyasını anlamadan onu çizmek olanaksızdır ve çalıştığım kişiye ayna tutmak da çalışmanın en temel özelliğidir.

– Bu insanları tanımıyorsun, değil mi?

Evet, biyografisini çizdiğim hiç kimseyi daha önce bilmiyor ve tanımıyorum. İnsanın hiç tanımadığı birine hayatını, hayallerini anlatması hem cesaret hem de büyük bir güven istiyor. Bu güven çerçevesinde kişinin doğduğu günden bugüne ve yarına uzanan hayallerini soru cevap şeklinde imgelerini keşfetmeye çalışıyorum.

YAPTIĞIM İŞİ BİR TANIMLAMA YA DA ETİKETLE İFADE ETMEK YERİNE, BİR TESPİTTE BULUNUYORUM

– Kendini sürrealist portre sanatçısı olarak tanımlıyorsun? Bize bu işi tanımlar mısın? 

Yaptığım işi bir tanımlama ya da etiketle ifade etmek yerine, bir tespitte bulunuyorum. Portreden kastım sanatseverlere başka bir pencere açmamla ilgili bir tanım. Bir manzaraya ya da realist resme bakınca yorumlama biçimimiz çok farklılaşmaz. Ama biyografilerin gerçeküstü stilize edilmesi izleyicide hem merak uyandırır hem de farklı perspektiften bakmalarını sağlamış olurum. İnsanın yaşam hikâyesini sürreal tarzda ele alıp işlemekle alakalı bir yol izliyorum. Tabloların içindeki imgeler ve kişiler tamamen soyut kavramların bileşkesi. Hiçbirinin portresi fiziksel olarak o kişiye benzemez. Tamamen hayal ürünü ve bu tablolarını yaptığım kişilerin aslında içsel dünyalarındaki duygularını bir imgeyle pekişmesinden dolayı sürreal olarak ifade ederim bunu. Hem biyografi çizimlerim hem de bu biyografileri ifade biçimim gerçeküstüdür. Bu yüzden sürreal biyografi kavramını kullanıyorum.

– Bir de sormadan edemeyeceğim; aynı zamanda seni “Mardinli ressam” diye anıyorlar. Biz bu durumu seninle çok konuştuk ama sen şimdi burada bu tanımın sana yansıttığı şeyi anlatmak ister misin?

Ben Mezopotamya’nın gözbebeği Mardin’le anılmaktan ve bu coğrafyanın bir parçası olmaktan ancak minnet ve onur duyarım. Ancak anlatım ya da üslup olarak bazı kelime ve konumların cımbızlanması farklılar oluşturuyor bende. Ben kimlik, memleket, etnik, cinsiyetçi ayrıştırıcı yaklaşımlara ve bu durumun ayrıştırıcı bir etiket olarak sunulmasına karşı tavırlıyım. Bence ne demek istediğimi değerli okurlar da anlıyordur.

– Biyografi çizmek resmin diğer türlerinden nerede ayrılıyor? Özellikleri ne?

Sanat çok zengin bir deryadır, sanatçının kendisi de öyle. Sanat tarihine bakıldığı zaman her akım başka bir akımın önüne geçmiş ya da eleştirel olarak onun üzerine ek yaparak yoluna devam etmiştir. Günümüz çağdaş sanat alanında belli bir kalıp ya da bir ilke yoktur. Bu yüzdendir ki benim yaptığım çalışmaların ayırt edildiği noktalar gerçek insanların hayatlarına ayna tutmamla ilgilidir. Çatlamış duvarlar, küçük minimal gölge insanlar ve sarılmış iplerle özdeşleşmiş iskambil kâğıdı her tabloda olmazsa olmazlarımdandır. İmzamdır, diyebiliriz. Sergi, salon, ev ya da bir galeride sizin tablonuza bakılınca tarz ve çalışma olarak tablonun ressamını biliyorsa insanlar, zaten ayırt edilmiş ve tarzınız imzanızla bütünleşmiştir.

– Peki, nasıl bir çalışma metodun var? Çizim konusunda rutinin var mı?

Dediğim gibi tablolarda olmazsa olmazlarım var. Mimari açıdan bir sağlam inşanız yoksa istediğiniz kadar renk ve ebatlarda değişiklikler yapın, o yapı mutlaka çökecektir. Sanatın içinde ister plastik ister fonetik sanatlarda, kökeni ve temelleri bir yerde kök salmalı ki üzerine koyduğunuz her şey sizi bir adım ileriye götürsün. Çalışmaların olmazsa olmazı çatlamış susuz, hatta suya hasret Anadolu topraklarının izlerini, insan siluetlerini ve gölgelerin tabloda minimal olarak ruh hallerini yansıtması, iskambil kağıtlarının her insandaki sembolü ve sayısı, tuvalin yan kısımlarında iç içe geçmiş halatlarsa bağlılığın ve vazgeçilmezin temsilidir. 

TABLOLARDAKİ KADINLARIN TAMAMI HAYALİDİR

– Etkilendiğin sanatçılar kimler? 

Tarz olarak çocuk yaşlarda resim sanatından etkilendiğim sanatçılar var. Bir de hayat hikâyelerinde verdikleri mücadele içinde sanatı harmanlayıp yaşamlarına anlam katanlar var. Tarz olarak sürrealist ressamları yakın bulurum; Joan Miro ve Salvador Dali gibi. Duygusal olarak resimlerine saatlerce bakıp izleyeceğim bir Van Gogh var ki, hayranlık derecesinde bir bağlılığım var tablolarına. Yaşamı ve aşkı kendi ruhunda harmanlamış bir Frida Kahlo var; kadını ve mücadele ruhunu insanın yüzüne tokat gibi çarparcasına anlatan. Tahiti Adası’nı bu denli güzel bir perspektifte yorumlayan, yaşamdaki radikal kararlarıyla sanata sığınan Paul Gauguin’in yaşam serüveninden, kan çiçeklerine bakıp beste yaptıracak etkiyi yaratan Abidin Dino’ya kadar… Hepsi birbirinden kıymetli ruhları ve yaşamları mücadele içinde geçmiş bu sanatçılardan etkilenmemek ne mümkün…

– @san_artt adlı Instagram hesabını, biyografik çizimlerini paylaşarak yönetiyorsun ve çizdiğin portrelerde hep kadınlar var. Bunun özel bir sebebi var mı?

Öncelikle belirtmem gerekiyor ki tablolardaki kadınların tamamı hayalidir. Kadın olgusunu cinsiyetçi bir yaklaşımın ötesine taşıyor; kadının bir çocuk, bir anne ve bir eş olarak toplumun ya da idarenin kadına biçmiş olduğu rolü kesin çizgilerle yorumlaya çalışıyorum. 

– Storylerinde eserlerine yer verip takipçilerinin yorumlamasını istiyorsun. Gelen yorumları nasıl değerlendiriyorsun?

Bir beyin fırtınası aslında yaptığım iş. Herkesin aynı tabloya yüzlerce farklı yorum getirmesi farklı perspektiften bakamama vesile oluyor. Bir imgeye çok yönlü yaklaşıp bana orada ışık tutan zihinlere de buradan teşekkür etmek isterim. Çünkü vermek istediğiniz mesajın yüzlerce farklı yorumla dönüt olarak sunulması yaptığınız işten ders çıkarmanızı sağlıyor.

– Bunların yanında arkeolojik yaklaşımlı eserlerin de var. Bu da özel ilgi alanın mı?

Arkeoloji tarih süzgecinin en derinidir. Yani bir taşa bakmak ile tarihi kalıntıları değerlendirmek arasında çok fark var. Neye nasıl baktığımızla ilgili aslında. Ben o taşlarla kalıntılara baktığımda insanı sorgularım. Bugünün ruhuyla 12 bin yıllık tarihsel süreçte neler değişmiş neler yapılmış, insanın doğasındaki zenginlikleri ve tarihsel süreçler içindeki kayıpları, kazanımlarını test etmeye çalışırım. Bu bakımdan tarihi dokular ve mekânlar hem ilgimi çeker hem de yaptığım çalışmalarda mutlaka bir nüans olarak bulundurmak isterim.

– Pandemi süreci aksattı belki ama öncesinde sergi süreci vardı. Bize biraz eski sergilerinden söz eder misin? Seni en etkileyen sergin hangisiydi örneğin?

Her sergimin bana kattığı şeyler oldu; bilgi, birikim, bazen çok az da olsa keşkeler ve mutlulukların yanında umduğunu bulamamak gibi kaygılar da yok değildi. Ama bir sergi var ki, hayatımda ilk açtığım sergi… Ne o anın heyecanı ne de o zaman dilimindeki yaşanmışlıkları unutabilirim. Henüz 19 yaşımda bir gençtim. Suriye sınırında Nusaybin’deki açtığım bu dev sergimi diğerlerinden kesinlikle ayrı bir yerde tutarım. Binlerce insanın açık havada ziyaret ettiği bu sergi, benim sanattaki yolculuğumun mihenk taşıydı diyebilirim.

– Peki, yakın gelecekte bir sergi planın var mı? 

Ben kişiye özel olarak çalıştığım için çalışmalarım bittikten sonra kişiyle doğrudan buluşuyor. Ama özellikle Göbeklitepe’nin olduğu açık alanda bir sergi projem var. Hem tarihi arkeolojik tasarımların hem de sürreal tarzda çalışmalarımın yer alacağı bir sergi olacak. Bir de İstanbul başta olmak üzere birkaç yerdeki galerilerle proje çalışmalarımız devam etmekte…

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir