2007’de, David Lassman adlı muzip bir İngiliz, kitap dosyalarının yayınevleri tarafından sürekli geri çevrilmesini kendi yazdıklarından çok yayınevlerinin aymazlığında aramaya koyulur. Bunu ispatlamak için de, dünya edebiyatının klasik yazarlarından biri olan, “Aşk ve Gurur” ile de çokça tanınan Jane Austen’in üç romanını minimal değişikliklerle kopyalayıp kendi yazmışçasına 18 büyük yayınevine yollar. Yazarı intihal ile suçlayan biri hariç, diğer 17 yayınevi bu romanları yayımlamayı reddeder. Jane Austen’in, dünya edebiyatının klasiklerinden kabul edilen Aşk ve Gurur’unu “İlk İzlenimler” adıyla değiştirip yolladığı kişi, Harry Potter serisiyle ünü yakalayan J. K. Rowling’in temsilcisidir. Bu temsilci yollanan “eserin” herhangi bir yayınevine gönderilebilecek nitelikte olmadığı sonucuna varır. Aşk ve Gurur’un yayın haklarını elinde bulunduran Penguin yayınevi ise, David Lassman’ın gönderdiği ilk bölümlerin okunması ilginç ve orijinal olduğunu söyler, ancak romanın kalan kısmını okumaya niyeti yoktur. Gönderilen diğer yayınevleri de kesin bir dille bu “eseri” reddeder…
Başarı öykülerinin bir parçasının, büyük bir bölümünün, ilk adımlarının başarısızlıklarla dolu olduğunu hatırlayan var mı? Yoksa ışıklı sahnelere hoyratça, bilinçsizce, aklımızı kaybettirircesine davet eden zamanımızın ruhuna kanmaya devam mı edeceğiz? Başarı, bir dizi başarısızlığın getirisi değil midir? O halde, deneme cesaretidir biraz da o. Çünkü denemeden nasıl başarısız olacağız? Ama denemeden, deneyip başarısız olmaktan korkarak da başarılı mı olacağız?
Aşağıdaki listede göreceğiniz isimler de, hayatlarının bir bölümünde ya anlaşılmadı ya çok bekletildi ya da reddedildi. Ancak, edebiyatın o membaından su içmişlerdi bir kere. Yazmak, yazmak ve yazmak istiyorlardı. Bunun içerisinde yalnızca bu büyük ve dinmeyen tutku mu var? Tabii ki hayır. Birçok yazarın zorunluluk nedeniyle, para kazanmak adına yazdığı birçok eser de bugün başyapıtlar arasında. (Bu konu hakkındaki yazım için bu linke tıklayabilirsiniz.) Deneyip başarısız olanlara, denemeyi bilen ve bundan çekinmeyenlere ithafımız olsun o zaman bu içerik. Ne demişti Samuel Beckett? “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” Haydi başlayalım! İşte yayınevlerinden ret üzerine ret yiyen, “Bu kitap beş para etmez.” misali karşılıklar alan, kendi zamanında pek anlaşılmayan ancak büyük eserler vermiş olan yazarlar!
John Steinbeck
Nobel Edebiyat Ödülü, Pulitzer Kurgu Ödülü gibi en prestijli ödüllere sahip Amerikalı yazar John Steinbeck, tam anlamıyla yerin dibinden gelen biriydi. Meşhur eserlerinden, kısa bir roman olan Fareler ve İnsanlar yalnızca iki dostun yol öyküsünü anlatmaz. 1900’lerin Amerikasında işçi sınıfının durumunu, her ay farklı bir çiftlikte çalışan gezgin işçileri anlatır ve daha fazlasını. Bitmeyen Kavga romanı da Amerikan tarım işçilerinin mücadelelerini, örgütlenişlerini anlatır. John Steinbeck ile ilgili en yaygın yorumlardan biri, romanlarında yarattığı bu karakterlerin nasıl bu kadar sahici olabildiğidir. Yanıt basit gibi görünüyor: Vaktiyle kendisi de onlardan biriydi de ondan! Ve tabii ki bunun üzerine gözlem ve yazarlık kabiliyetini de katarsanız tadından yenmez. Yüksek öğrenimini yarıda bırakıp Panama’ya giden ve burada çeşitli işlerde çalışan John Steinbeck, bu Panama günlerini anlattığı bir eser yazar: Cup of Gold. Ancak yayıncıların reddetmesi üzerine bunları yok eder. Gazap Üzümleri ile de ünlenen John Steinbeck, edebiyattan önce çiftliklerin yanı sıra şeker rafinerilerinde, dalyanlarda, dağ evi bekçiliğinde çalışarak günlük ekmeğini çıkarmaya çabalıyordu.
Sylvia Plath
Genç yaşta intihar ederek dünyadan ayrılan Amerikalı şair Sylvia Plath’i bilenler, en meşhur eserinin The Bell Jar (Sırça Fanus) olduğunu da pekala bilirler. Bugünkü bilgilerimiz, erken yaşta kaybettiği babasına ömür boyu nefret beslediği yönündedir. Öyle ki, ilk şiirini de babasını kaybettiği dönemde, 8 yaşında yazar. Manik depresif olduğu da bilinen Sylvia Plath yoğun ruhsal sıkıntılarla boğuşmuş, tutkulu bir yazardı. Meşhur eseri Sırça Fanus’un yayımlanma süreci de, yazarın kendisi gibi dikkat çekicidir. Sylvia Plath ilk kez 0cak 1963’te basılan Sırça Fanus’u yayınevine takma isimle gönderir. Victoria Lucas takma ismiyle yayınevine gönderilen Sırça Fanus’u editör sert bir şekilde eleştirerek reddeder. Eserin Sylvia Plath’e ait olduğunu daha sonra öğrenen editör Sırça Fanus’a tekrar göz atar ancak, yanıtı pek de değişmez: “Plath tarafından yazıldığını aklımda tutarak metni bir daha okudum. Otobiyografik öğeler tek ilginç tarafı. Hâlâ romana benzemiyor.” Yazarın arkadaşlarından Elizabeth Sigmund, Plath’in eserini takma isimle yayımlatmak istemesini şöyle açıklar: “Annesini ve kitapta yer alan diğer insanları üzmek istemedi.” Sırça Fanus bugün, pek çok dile çevrilmiştir. Ne mutlu ki, hiç değilse intiharından bir ay önce eserinin yayımlandığını görebilmiştir Sylvia Plath. Tam da istediği gibi, takma adıyla…
Oğuz Atay
Reddedilen eserlerden biraz çıkıp yayımlandığı halde kıymeti pek de bilinmeyenlere doğru yol alalım. Türk roman, öykü ve oyun yazarı Oğuz Atay bugün hem bizde hem de dış ülkelerde çok rağbet görüyor. Öyle ki, 1970 yılında TRT Roman Ödülü’nü almasına rağmen genel kitlenin fazla ilgi göstermediği Tutunamayanlar 2017’de İngilizceye çevrildi. Üslûbu gereği çevirisinin oldukça zor yapılabildiği eser, Hollanda dili olan Felemenkçe’ye çevrildiğinde de çevirmenine ödül kazandırmıştır. Türk okuyucusunun da bugün çok satan kitaplar listesinden indirmediği Tutunamayanlar, yazarın kendi kuşağı zamanında ilgi görmez. Edebiyata adını, tabiri caizse öldükten sonra yazdırmıştır Oğuz Atay. TRT Roman Ödülü’nden iki yıl sonra, 1972’de basılan Tutunamayanlar, modern hayatta yerini alamayan, “tutunamayan” bir insanın derinlemesine, Atay’a özgü dille incelendiği bir “ağır roman”dır. Eser ancak, 1984’ten sonra büyük bir ilgi görmeye başlamış ve o günden bugüne ilgisini kaybetmemiştir.
George Bernard Shaw
İrlanda asıllı yazar George Bernard Shaw ateşli bir sosyalizm ve kadın hakları savunucusudur. Oyun yazarlığıyla ön plana daha çok çıkan George Bernard Shaw 1925’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. “Genç Bir Bayana Sosyalizm ve Kapitalizm Üzerine Öğütler”, “İbsenciliğin Özü” gibi eserleriyle dilimizde de yaşayan yazar hayattayken edebi şöhrete kavuşmuş isimlerden. Lâkin, yolun başında bırakıp gitseydi, geri çevrilmeler umudunu kırsaydı, sorunun üzerine üzerine gidip inat etmeseydi değil edebî şöhrete, yazarlığa dahi sahip olamayabilirdi. Çünkü, tanınmadan önce yazdığı beş romanı tam 60 yayınevi tarafından geri çevrilmişti.
George Orwell
George ile başladık madem, bir başka George ile devam edelim. Distopik romancılığın demirbaş isimlerinden George Orwell da ileride büyük eserler sınıfına gireceği bir yapıtının ilk başta hor görülmesini tecrübe etmiştir. Hem de kim tarafından? Bir başka yazar T. S. Eliot tarafından! Hikaye şöyle; George Orwell 1944’te, Hayvan Çiftliği eseriyle Faber & Faber müdürü T. S. Eliot’un kapısını çalar. Stalin dönemini hicveden, totaliter rejimleri eleştiren Hayvan Çiftliği için T. S. Eliot şöyle der: “Mevcut durumdaki politik durumu eleştirmek için bunun doğru bir bakış açısı olduğunu düşünmüyoruz.” Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ni tek reddeden Faber & Faber müdürü T. S. Eliot da olmamıştır üstelik. Farklı yayınevleri bu eserin, hayvanların bir çiftliğe el koyup orayı yönettiği ipe sapa gelmez bir fabl olduğunu ileri sürmüştür.
Buket Uzuner
“Kumral Ada Mavi Turna”, “Benim Adım İstanbul”, “New York Seyir Defteri”, “İki Yeşil Su Samuru” gibi eserleri ve kitaplarıyla güncel Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Buket Uzuner de yayınevlerinden reddedilen yazarlar tasnifinde yerini almıştır. Romancı ve hikayeci kimliği kadar gezi yazarlığıyla da bilinen Uzuner’in eserleri günümüzde pek çok dile de çevrilmiştir. Hacettepe Üniversitesi’nden sonra soluğu Amerika’da alan yazar, ODTÜ’de de araştırmacı olarak çalışmıştır. 1996’da ABD’deki Iowa Üniversitesi’nin kendisine layık gördüğü onur üyeliğini, Türkiye’de de ODTÜ senatosunun verdiği takdir belgesi takip etmiştir. Güncel yazarlarımız arasında yolunuzun mutlaka düşmesi gerektiğine inandığım Uzuner reddedilme süreciyle ilgili şunları aktarmıştır: “Yayınevi bulamıyordum – ben, herhalde Türkiye’deki bütün yayınevlerinden reddedilmiş bir yazarım! O konuda rekor kırabilirim. O kadar bunalmıştım ki, o sırada da yurtdışında yaşıyorum. Gidiyordum, geliyordum Nail Güreli dedi ki bizim küçük bir yer var istersen oradan basalım, Buket Hanım rahat edersin. Öyle başladı. O kadar büyüdü ki oraya sığmadı. Reklamı da yapılmamıştı, orada ne kadar sattığını bilmiyoruz.”
Margaret Mitchell
Margaret Mitchell, meşhur eseri “Rüzgâr Gibi Geçti” ile üne kavuşmuş, ödüller almış bir yazardır. Amerikalı yazar, zaman ve mekan olarak Amerikan İç Savaşı’nı seçtiği bu eserinde bir çetrefilli aşk üçgenini ele alır. Savaş çığlıkları eşliğinde aşktan, ölümden, ilişkilerden bahsedilen Rüzgâr Gibi Geçti, yazarına dünyanın prestijli edebiyat ödüllerinden biri olan Pulitzer Kurgu Ödülü’nü kazandırmıştır. Yetmez; aynı yıl, yani 1937’de Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’ne de layık görülen bu eser dönemin yayınevlerinin kifayetsizliği üzerine yaklaşık 40 farklı yayıncı tarafından reddedilmiştir. Sebepse, kimsenin iç savaş okumak istemeyeceğidir. Bugün de popülerliğini koruyan eser, ABD’li bir anket şirketi olan Harris Interactive tarafından yapılan ankete göre, Amerika’da İncil’den sonra en popüler kitap olarak belirlenmiştir.
Gülten Dayıoğlu
Türk roman ve oyun yazarları arasında sağlam bir yere sahip olan, mesleki hayatına öğretmenlikle başlayan ve eserleriyle üç ayrı kuşağın kitaplığında yer edinen Gülten Dayıoğlu’nu daha çok çocuklar ve gençlerin odak noktası olan eserleriyle tanıyoruz. 70’ten fazla kitabını yayımlatmış olan Dayıoğlu’nun en meşhur eserlerinden Fadiş’in başına gelenler de bir dizi talihsizliğe işaret eder. Türkiye’nin ilk çocuk “best-seller”ı olan Fadiş romanı, bir yarışmada ilk on roman arasına girer. Girer ama, yıllarca raflardaki yerini almayı beklemek zorunda kalır. Yapı Kredi Yayınevi tarafından, Çocuk Romanı dalında düzenlenen yarışma için yazılan Fadiş, henüz Gülten Dayıoğlu’nun öğretmen olduğu zamanlarda yazdığı bir eserdir. Romanı temize çekmek için de o dönem daktiloya ihtiyacı olan yazarınsa daktilosu yoktur. Aklına öğretmenlik yaptığı okulun daktilosunu kullanmak gelir. Müdür pek istekli olmasa da, bu tutkulu öğretmeni kırmak istemez ve “Bak kızım, bu devlet malı. Okulun demirbaşı. Aman, başına bir şey gelmesin! Yoksa bana ödetirler.” öğüdüyle daktiloyu hafta sonları evine götürmesine izin verir.
Robert M. Pirsig
Amerikalı yazar Robert M. Pirsig, aynı zamanda önemli bir tefekkür insanıydı. Hatta bir filozof! Minnesota Üniversitesi’nde felsefe, kimya ve gazetecilik eğitimi gördükten sonra Hindistan’da Doğu felsefesi üzerine de öğrenim gördü. Daha sonra ABD’de kompozisyon ve retorik eğitimleri de veren Robert M. Pirsig 1962 sonrasında ağır bir sinir krizi geçirerek elektrik şoku terapisi görmüştür. En meşhur eseri Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, hem bir motor yolcuğunu hem de içsel bir diğer yolculuğu anlatır. Robert M. Pirsig, başlangıçta kısa bir felsefi deneme olarak tasarladığı bu kitabında otobiyografik ögelere sıkça yer verir. Bir motosiklet sürücüsü olan yazar Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı adlı kitabında; iki arkadaşı ve çocuğuyla birlikte çıktığı motosiklet yolcuğunun anlatırken, antik Yunan’dan akılcılığa, modern bilimden Batı düşüncesi serüveninin farklı pek çok noktasına kadar sayısız konuyu tartışmaya açar. Müthiş, müthiş, müthiş bir kitaptır! Özellikle gezginlere tavsiye edebileceğim, tam olarak bir edebi tasnife sığmayan bu kitabın başına gelenleri de bizzat yazar tarafından öğrenelim: “Kitap tam 121 yayımcı tarafından reddedildikten sonra bir yayımcı kitap için standart avans olan 3.000 doları ödemeyi kabul etti. Yayımcı kitabın kendisini niçin yayımcılık yaptığı düşünmeye zorladığını anlatıp kitabı basacağını, ama bu 3.000 doların büyük olasılıkla bundan alacağım son para olacağını, bu yüzden de cesaretimin kırılmaması gerektiğini söyledi. Böyle bir kitapta amaç para değildi.” 1974’te basılan Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı yayımlandıktan sonra tam bir kült kitap olmuştur.
Hazırlayan: Mert Bekçi
İlk yorum yapan siz olun