Yazan: Sema Güven
Ütopyalarda var olan toplumsal düzenin daha iyi olabileceği tasavvuru Eski Ahit, Sümer, Klasik Yunan ve Latin edebiyatlarında görülmüştür. Geçmişi çok eskiye dayanan ütopya, sonrasında kendi içerisinde distopyayı oluşturur. Öyleyse ütopya ve distopya bizlere ne anlatıyordu ve ne anlatmaktadır?
Ütopya kavramı ilk kez 1516’da İngiliz yazar, hukukçu, devlet adamı Thomas More tarafından ‘Utopia’ adlı eserinde kullanılır. Kökeni Yunancadan gelen ütopya ‘topos’ kelimesiyle birlikte ‘iyi’ anlamındaki ‘eu’ ve ‘yok’ anlamına gelen ‘ou’ ekleriyle oluşturulmuştur. Böylelikle ütopya hem olmayan yer hem de iyi bir yer anlamlarına gelir. Toplumun kültürel ve zihinsel süreçleri sonucunda meydana gelen ütopyalar var olan düzene aykırıdır. İdeal toplumsal düzeni tasarlama düşüncesinin ürünüdür. Ulaşılması istenilen toplum modeli vardır. Dönemin adaletsizliklerini, haksızlıklarını, despotluğunu yani var olan düzeni yeniden biçimlendirme noktasında ütopyalar birer projedir.
Tarihsel süreçte ütopyalar toplumların gelişen ve çöken yanlarına göre hareket etmiştir. Örneğin Platon’un Timaios ve Kritias adlı eserleri Yunan toplumunun sosyal ve siyasal düzeninin sarsıldığı dönemde yazılmıştır. Ortaçağ’a gelindiğinde özünde değişim söz konusudur. Roma’nın çöküşüyle birlikte toplumsal sorunların çoğalması ütopyalara yansımıştır ancak bu yansıma dinsel otoritenin sınırları içerisinde kalmıştır. Bu dönemde ütopyalarda daha fazla dinsel bir yapı mevcuttur. 18. yüzyılda ise ütopyalarda ilerleme fikri yerini alır. 19. yüzyılda ütopyaların özündeki değişim devam eder. Evrensellik düşüncesi ve tekno-ütopya temelleri atılmaya başlanır. Yeni üretim biçimlerinin başlangıcı ve yeni alanların keşfi yeni ütopik eserlerin gelişmesinde öncü rol oynar. 20. yüzyıla gelindiğinde faşizm ve komünizm ütopyaları distopya türüne dönüştürür.
Ütopyaların genel özelliği; her şeyin ortaklaşa paylaşılması ve halkın refahının her şeyden üstün olmasıdır. Toplumun gözü önünde insanlar çalışırlar, dinlenirler ve eğlenirler. Herkes herkesin gözü önündedir. Her şey toplumun yasalarına göre devam eder. Anlaşılacağı üzere ütopyalarda toplumsallık ön plana çıkar, bireysellik sakıncalıdır. Düzenli, buyurgan ve durağandır. Toplumsal yapı katı çizgilerden oluşur. Kadın ve erkek toplumsal cinsiyet adı altında yapılan faaliyetlerde eşittir. Eşitlikçi, demokratik, ortak mülkiyetin esas olduğu, dinin ön plana çıktığı, cemaatçi bir toplum tasavvurudur.
Thomas More ütopya kavramını kullanan ilk kişidir ve ‘Ütopya’ adlı romanı ütopya geleneğinin başlangıcı olarak sayılır. Ütopya adlı eseri dönemin İngiltere’sini konu alır. Sosyo-kültürel ve ekonomik sorunları eserinde aşmaya çalışır. Eşitlikçi bir toplum tasavvurudur. Yöneticilere güvenilir, bundan dolayı demokratik bir ideal kenttir. Özel mülkiyetin olmadığı, demokrasinin yer aldığı, yöneticinin seçimle belirlendiği bir kenttir. Aile önemlidir. Boşanma hakkı vardır. İnsanlar erdemlidir. Sürekli okuyup çaba gösteren bireylerdir.
Tommaso Campanella’nın yaşadığı dönem savaşların ve ayaklanmaların olduğu zamana denk gelir. Engizisyonun baskıları ve yoksulluk İtalya’nın en büyük sorunları arasındadır. Özgür düşüncenin neredeyse yok olduğu bu dönemde Campanella yeni bir toplum tasavvur ederek ‘Güneş Ülkesi’ adlı ideal kent ütopyasını yazar. Toplumun bireyden daha önemli olduğu Güneş Ülkesi bireyleri davranışlarında toplumu esas alır. Genel yarar önemlidir. Mülkiyet ortaktır.
Distopya kavramıysa ilk defa John Stuart Mill tarafından 1868’de kullanılır. Distopyayı ‘kötü bir yer’ olarak tanımlar. Yunanca ‘kötü’ anlamında gelen ‘dys’ ön ekiyle ‘yer’ anlamına gelen ‘topos’ kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Ütopik kurgunun tam tersidir. Malzemesini ütopyadan alır. Ütopya gibi distopya da var olan düzenden beslenir. Yaşanılan dönemdeki düzenin verdiği memnuniyetsizliği ve tehlikeyi göz önüne alır. Distopyalar dönemin teknolojik, sosyal ve siyasal düzenindeki sorunları ele alarak toplumu bekleyen karamsar gelecek kurgusudur.
Büyük imparatorlukların çöküş süreci, iki büyük savaşın hayatı altüst etmesi distopyaların kendine özgü bir yazın türü olmasında önemli rol oynar. Aynı şekilde Sanayi Devrimi’yle birlikte üretim tarzlarının ve toplumsal sınıfların değişime uğraması, devletlerin yayılmacı politika izlemesi karamsarlığın kökenini başlatan olaylar arasındadır. Kentlerde üretim araçlarının yoğunlaşması sonucu ortaya çıkan kentleşme, seri üretime geçilmesi, işçilerin uzun saatler çalışarak emeklerinin karşılığı ücretleri alamamaları ve sömürgeciliğin toplumlarda sınıflanmalara yol açması da sorunlar arasındadır. Aydınlanma düşüncesi kriz yaratır. Bilimin refahı arttıracağı ve akılcı düşüncenin insanların zincirlerini kıracağı vaatleri nükleer bomba, militarizm gibi sonuçlara sebep olarak vaatleri tam tersine çevirmiştir.
Distopyalar sağlık, eğitim, beslenme yani temel ihtiyaçların karşılanmadığı bir yer tasviridir. Temel ihtiyaçların karşılanmadığı gibi küçük bir azınlığın kaynakları olabildiğince tükettiği bir yerdir. Korkunun, ihanetin, eşitlikçi olmayan, totoliter, kötümser, acımasız, özel mülkiyet esaslı, devletçi, toplumsal yapıların ön plana çıktığı bir kent ütopyasıdır.
1929’daki Büyük Dünya Bunalımı’ndan 3 yıl sonra yazılan Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sında bunalımın etkileri görülmektedir. Fordizmden etkilenir. Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi adı altında üretim bantlarının olduğu, insanların sınıflandırıldığı, duyguların körleştirildiği, kadınların elinden annelik duygusunun alındığı bir dünya tasviridir. Yapay rahimlerde uygun sınıflara göre insan üretimi vardır. Sosyal sınıflara göre üretimin olduğu Vahşi Bölge haricinde toplumun denetlendiği, nüfusun dengede tutulduğu bir sosyal distopya olarak karşımıza çıkar.
1924 yılında Yevgeni Zamyatin tarafından yazılan ‘Biz’ isimli kitap, distopya türünün en belirgin özelliği ve ilk gerçek modern distopya olarak kabul edilir. Tek Devlet’in toplumsal düzeninin en kötüleştirilmiş halini konu alır. Biz’deki insanlar sadece Numara’dır. Sürekli denetim altında yaşarlar. İnsanın makineleştirilmesini en kötüleştirilmiş olarak sunar. Herkesin aynı saatte kalktığı, aynı anda çalışmaya başladığı, aynı anda durduğu, aynı anda yemek yedikleri, aynı anda uyudukları ideal bir toplumsal düzeni anlatır. Aslında insanlar nâm-ı diğer Numara’lar makinenin birer parçalarıdır. Duygu bir kusurdur, düşünceleri yoktur, itaatkâr olmak bir erdemdir. Toplumsallığın ne denli önemli olduğu Zamyatin’in eserinde yer alan ‘Biz Tanrı’dan, Ben ise Şeytan’dan gelir’ sözlerinden anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak bir yanda iyi bir kent tasarımı olan ütopyalar diğer yanda kötümser bir kent tasarımı olan distopyalar aslında bizim hikâyemizdir. Ütopya- distopya hızla değişen dünyada asla kavuşamayacağımız özlemlerimizin, korkularımızın dile getirilişidir.
Teşekkürler Sema, yayım hayatınızda başarılar.
distopya konusu çok derin bir konu üzerine bol bol araştırma yapmak lazım. Paylaşım için teşekkür ederim.