Fransız şair Baudelaire, 1821’de bugün doğmuştu. Çok şeyi yenilemişti: Şiiri, sanat eleştirisini, estetik kuramlarını… Oysa kısacık yaşadı, 47 yaşını göremeden, felçli ve aklını yitirmiş halde bir hastane köşesinde öldü. Antal Szerb’in onun için söylediği haklıdır: “Bir ozanın yaratısı sadece şiirlerinden oluşmaz, çoğu kez, şiiri gibi uzun uzadıya, özenle işlediği kişiliğinden de ibarettir.”
Kedi âşığıydı, yakın arkadaşlarından yazar Gautier onu dev bir kediye benzetmişti. Nedir, uyuklamaktan çok tırnak gösteren bir kediydi. En ünlü şiirlerinden Albatros’ta kullandığı imgeyi Baudelaire’e de uyarlamak mümkündür: Öyle ihtişamlı kanatları vardı ki, sadece uçmaya yarıyor, yürümeye kalktığında ona ayakbağı oluyorlardı.
İlk bakışta Baudelaire’e bohem sıfatını yaraştırmak kolaydır ama bohem değildir. Aşikâr bir mirasyedidir, hatta en şımarık olanlarından. Bunun pekâlâ farkındadır, bu yüzden durmaksızın kendi kendisine ilenir. Toplum ona sövdüğünde Baudelaire’in maksadı hâsıl olmuştur.
Çok şeyi yenilemiştir ama yeninin ilk temsilcisi olmadığının da farkındadır, tam tersine, eskinin son temsilcisidir: çürümenin temsilcisi. Ondan önce hiçbir şair Bir Leş başlıklı bir şiir yazamazdı.
Başlık demişken, şiirlerini topladığı kitaba verdiği ad, Kötülük Çiçekleri modern şiirin bayrağıdır ama içerikten önce başlık olarak. Bu adı kendisinin bulmadığını, kafası dumanlı bir arkadaşının önerdiğini gönül rahatlığıyla söylemiştir – Türkçedeki ilk çevirilerde bu ad Elem Çiçekleri’dir.
Modern sanata katkısı, belki Kötülük Çiçekleri’nden çok, 1863’te yayınladığı Modern Yaşamın Ressamı adlı kitabıdır. Herkes burun kıvırırken, Parisli İzlenimcilerin arkasındaki zihinsel destek Baudelaire olmuştu. Delacroix’ya, “Senin yapıtın bir şiirdir!” deyip yüreklendirmişti. Manet ve Wagner’i keşfeden, Balzac’ın yapıtını gerçek boyutlarıyla ilk gören hep Baudelaire’di. Modern estetiğe katkısı, nedendir bilmem, hâlâ yeterince önemsenmez.
Ressamlara yaptığı öneri zihin açıcıydı: Sanatçı geçmişi değil modern yaşamı konu edinmelidir. Mademki 19. yüzyıl burjuvaların çağı, efsaneleri boş vermeli, yeni yükselen sınıfın resmini yapmalı. Ama burjuva yaşamı betimlemek için, o yaşamın işleyişi denli hızlı çalışmak şart. Baudelaire’in önerdikleri, fırça darbelerinden klasik atölye çalışmasının reddine uzanan bir yenilik yelpazesiydi.
Ne var ki, şiir için tam tersini öneriyordu: Bir şair ilk dizeyi yazarken son dizeyi göz önünde tutmalıdır!
Türkçeye çevirmesi imkânsız denecek denli güç: Baudelaire, ister ressam olsun ister şair, sanatçının flâneur olmasını istiyordu. Serseri denemez flâneur için, belki avare daha uygundur. Kastettiği, sanatçının gözlemci bir filozof/sanatçı olarak kalabalık arasında yitip gitmesiydi.
Benjamin’in Pasajlar kitabına uzanan yol, flâneur olma kavramıyla açıldı. Her ikisi de, Baudelaire ve Benjamin, geçmişi başka türlü algıladılar. Buradan Benjamin’e uzanan bir yazı da borcum olsun…
İlk yorum yapan siz olun