İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çağlar Tağcı: Bir bez parçası içerisinde, kaybolduğum veya kendimi bulduğum yeni diyarlar keşfediyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında pek çok sergiye katılan Çağlar Tağcı ile sanatının çıkış noktaları ve eserleri üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Elif Patan: Merhabalar Çağlar Bey, resim hayatınız nasıl başladı ve bu süreçten bahseder misiniz?

Çağlar Tağcı: Merhabalar Elif Hanım. Sorularınızı cevaplandırmadan önce sanata ve sanatçıya göstermiş olduğunuz ilgi ve değerden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Resim çocukluğumdan beri hayatımın önemli bir parçasıdır. Resim sanatına gönül vermiş pek çok kişi gibi ben de çocukluk yıllarımda resim yapmaya başladım. Yetenekli bir abiye sahip olmak ve onu izlemek bu yolun başlangıcı oldu. Keşfettiğim resim yeteneğimi alacağım eğitimlerle güçlendirmek istedim. 2009 yılında Ressam Kemal Yenidede’den aldığım resim eğitiminin ardından akademik eğitim almak için gittiğim şehirden sağlık sorunları sebebiyle geri dönmek zorunda kaldım. Hastalık sürecimi, kendi konfor alanımın dışına çıkmadan resim çalışmalarıma devam ederek geçirdim. Yaşadığım şehir olan Denizli’de iki farklı usta hocadan ( Ressam Kemal Yenidede – Ressam Celal Günaydın) farklı tekniklerde resim eğitimi aldım. Eğitim sürelerini bilinçli olarak kısa tuttum. Yalnız çalışmayı ve üretmeyi seviyorum. Bir ustanın devamı olmak değil özgür bir sanatçı olarak özgün eserler üretmek istiyordum. Bu nedenle 2017 yılında Denizli’de çalışmalarımı yürüttüğüm sanat atölyemi açtım. Yurt içi-yurt dışı sergiler, fuarlar ve farklı sanat projelerinde yer alarak sanat hayatıma devam ediyorum.

“The Prophecy Of Raven” Tüab, 90×90, 2020

Portre çalışmalarınızda kullandığınız renk tonları ve figürlerin yüz ifadeleri, insan zihninde derin duygular uyandırıyor. Siz portre çalışmalarınızı nasıl yorumluyorsunuz?

Benim portrelerim anlık ve genel duygularımın bir yansımasıdır. Bazen insanların içinde yatan iyiye ve kötüye bazen de yaşanan olumsuz olaylara, hastalıklara ve kaçınılmaz son olan ölüme odaklanıyorum. Ne hissediyorsam ne görüyorsam o. Bu duyguları, kullandığım renkler, oluşturduğum dokular ve ifadelerle aktarmaya çalışıyorum. Portrelerimle izleyiciye dokunup bir tür yüzleşme hedefliyorum.

Portrelerle birlikte çok sayıda soyut resimleriniz bulunuyor. Soyut çalışmalarınızı üretirken sizi etkileyen unsurlar nelerdir?

Çocukluk merakım olan bir uzay konusu var. Yaz aylarında açık havada yıldızları seyrederek uyurdum. O merak ve heyecan araştırmalarımla birlikte her zaman artarak devam etti. Tuval üzerinde renklerle oluşturduğum düzenlemeler, var olduğuna veya var olacağına inandığım görüntülerdir. Boyaları akıttığımda bazen kendiliğinden oluşan görüntüleri seviyorum, bu bana: uzayın derinliklerindeki bulutsuları, patlamaları, yıldızların doğuşunu canlandırmış oluyor. Bir bez parçası içerisinde, kaybolduğum veya kendimi bulduğum yeni diyarlar keşfediyorum. Bazen de akışa ve renklere hükmederek zihnimde oluşturduğum görüntüleri tuvale aktarıyorum. Soyut sanata yakın gerçekleştirdiğim bu resimler tamamen içimdeki çocuğun heyecanı ve duygularıyla gerçekleştirdiğim işlerdir.

“The Firs Breath” Tüab, 80×120, 2019

Sanat, sizin de dış dünyayla kurduğunuz bir iletişim aracı mıdır?

İlkokul yıllarımda derslere ilgisiz olduğum ve sürekli hayal kurduğum için okul düzenine ayak uyduramayan bir çocuktum. Yaşıtlarıma göre daha güzel resim yapabildiğimi keşfedince özgüvenim arttı ve kendimi ispat edebileceğim güzel bir alan bulmuş oldum. Artık çevremle iletişim kurabileceğim bir dilim vardı: Resim! Bugün kendimi sözlü olarak iyi ifade edebilsem de bir kitap dolusu kelimeyle anlatamayacağım duygularımı küçük bir bez parçasındaki renkler ve görüntülerle anlatabiliyorum.

2016 yılında ilk kişisel serginizi gerçekleştirdiniz. 2019 yılında ise “Cosmos” adlı ikinci kişisel serginizi yaptınız. Süreçten biraz bahseder misiniz?

İlk sergimi açtığımda genellikle suluboya tekniği ile çalışıyordum. Disiplinli ve yoğun bir çalışma döneminin ardından eserlerimi sergileme kararı almıştım. İlk sergimde yoğun bir ilgiyle karşılaştım ve usta hocaların yorumlarıyla motive bir şekilde tamamladım o macerayı. İlk sergi kendimi değerlendirmek açısından önemliydi. Daha derine inmek, daha çok araştırmak ve çalışmak gerekiyordu. Yeni teknikler üzerinde çalışmaya ve keşfetmeye başladım. Çalışmalarım sonucunda 2019 yılında uzay temalı soyut eserlerimin yer aldığı ‘’Cosmos’’ adlı ikinci kişisel sergimi açtım. Denizli Turan Bahadır Sergi Salonu’nda iki kişisel sergi açtım ve birçok karma sergide yer aldım. Şehrin genç sanatçısı olarak yaşadığım yerde yeni bir soluk olmak, özgün eserler paylaşmak, yenilik ve değişimin bir parçası olmak önemliydi.

“The Great Humanity” Tüab, 98×120, 2020

İlerleyen dönemlerde sizi hangi projeler içerisinde göreceğiz?

Farklı şehirlerde ve yurt dışında kişisel sergi planlarım ve çeşitli sanat projelerim var. İlerleyen dönemlerde daha somut adımlar attığımda detaylıca bahsedeceğim bunlardan. Güncel olarak İstanbul ve Ankara’da kişisel sergi açma planlarım vardı. Çalışmalarımı tamamlamış olsam da Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 sebebiyle sergi planlarımı ertelemek durumunda kaldım. Bir de uzun bir süre yayın yönetiminde yer aldığım ve sanat danışmanlığını yaptığım Delikliçınar Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi’nden sanat projelerim için uzak kalmıştım. Dergi çalışmalarıma kaldığım yerden devam etmek istiyorum.

Son olarak Türkiye’de sanatın sahip olduğu konum üzerine ne düşünüyorsunuz?

Yaşadığım şehri anlatınca Türkiye için genel bir eleştiri olacağını düşünüyorum. Denizli’de sanat hayatımı sürdürüyorum, birçok şeyden mahrum şekilde… Denizli büyük şehir olmasına rağmen sanat galerilerine, sanat müzelerine sahip değil. Herhangi bir koleksiyonerle bağ kuramıyorsunuz çünkü şehirde koleksiyoner de yok.  Sanat adına ne yapılacaksa kendi başınıza yapmak zorundasınız. Sanatla uğraşmak istiyorsan ‘’İstanbul’a göçmelisin’’ diyorlar. Koca ülkede her durumda tek bir şehre yüklenilmesini de doğru bulmuyorum. Sanatın kalbi İstanbul’da atabilir bu elbette normal bir durum fakat diğer şehirlerimizde de sanat adına iyi şeyler olmalı. Anormal bir şekilde geri kalmış durumdayız. ‘’Büyük Şehir’’ sıfatını almış şehirlerden bile bu eksikliklerle bahsediyoruz, köy ve kasabalara sıra gelmiyor bile. Şehirleri büyük şehir, köyleri mahalle yapıyoruz ancak içerikleri aynı kalıyor. İnsan hayatı yalnızca toprak yollara taş döşeyerek ve asfalt dökerek gelişmiyor. Sanatla uğraşmak isteyen bir çocuğa, bir gence güzel bir ortam sunamamak, iyi şartlar gösterememek üzücü. Umarım ilerleyen dönemlerde bu durum değişir. ‘’Umutsuz yaşanmıyor’’

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir