2017 Yılı Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nün sahibi Şair Devrim Horlu ile İthaki’den çıkan yeni kitabı ‘Taştaki Dikiş İzi’ hakkında konuştuk.
Merhabalar Devrim Bey, öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Sanırım söyleşilerde en zorlandığım soru bu. İnsan kendini ne kadar tanırsa tanısın iş anlatmaya gelince bocalıyor biraz. “1988 yılında İstanbul’da doğdum,” diye bir söz ediş olmasın bu öyleyse. İnsanı biraz da yapamadığı ya da bilmediği şeyler oluşturur gibi geliyor bana. Biraz onlardan söz etmek istedim. Hiç elma şekeri yemedim, sevmeyeceğimi düşündüğümden değil, fırsat olmadı. Araba kullanmayı bilmiyorum, yurt dışına çıkmadım mesela. Hiç ata binmedim, kalabalık yerde uyumayı sevmediğim için yurtta kalmadım, askere de gitmedim. (Tabii onun sebebi başka) Yüksek bir yerden suya atlamadım. Jack London’un tüm kitaplarını, ilk okuduğumda aldığım haz yerinde dursun diye okumadım. Daha bir sürü şey sayabilirim yapmadığım şeylerle ilgili. Okuyanlar “Hiçbir şey yaşamamışsın,” diyebilir ama öyle değil tabii. Saydığım tüm şeyler yapılabilir. Her şeyi hızla tüketmeyi sevmiyorum. Her şey zamanı gelince güzel diye düşünüyorum. Bir de şey var, şiirlerim henüz yeterince okunmadı.
Şiir yazmaya nasıl başladınız?
Çocukken yaşadığım mahalleye o zamana kadar görmediğim kadar güzel bir kız taşınmıştı. Sarı saçlı, mavi gözlü, adı da Deniz. Tam o sıralarda, yani henüz ilkokul çağlarımda evde Ahmed Arif kaseti buldum bir tane. Tabii tanımıyorum kimdir, necidir. Bir yandan onu dinliyorum diğer yandan Deniz’i düşünüyorum. O dönemde yazmaya başladım bir şeyler ama şiir denemez tabii. Şiir bilinci zamanla gelişiyor. Eli yüzü düzgün, şiir diyebileceğim şeyleri yirmili yaşların başlarında yazmaya başladım. Öte yandan ilk kitabım Gölgeler Çürürken‘de on altı yaşımda yazdığım şiirler de var. Onların kitapta olmasını kendi şiir yolculuğumu gözlemleyebilmek için özellikle tercih ettim.
Ödüllü bir şair olarak yola çıkmak size avantaj sağladı mı?
Türkiye’de abartarak söylemek gerekirse şair sayısından fazla ödül var. Ödül almanın çok zor olduğunu düşünmüyorum. Ortalama bir şiiri olan çoğu insan ödül alabilir gibi geliyor bana. Öte yandan özellikle yaşı genç olanların aldığı zaman dikkatleri üstlerine çekebilecekleri bir iki ödül var. Bunlardan biri Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri. Benim Varlık Yayınları gibi köklü bir geçmişi olan bu derginin ödülünü almış olmam mutlaka şiir okurlarının adımı duyması bağlamında avantajdı. Öte yandan bunun tek başına yeterli olmadığı bir gerçek. Varlığınızı yazdıklarınızın niteliği ile sürdürebiliyorsunuz. Çeşitli ödüller alıp adını sanını bir daha duymadığımız çok isim var. Neticede bir işaret etme biçimi olarak avantaj sağlar kıymet verilen bir ödül almak. Ancak bu kadar… Sonrası sizinle ve ortaya koyduğunuz eserlerle ilgili.
Yeni kitabınız ‘Taştaki Dikiş İzi’ nin yazım süreci nasıl gelişti?
İnsan şiir yazarken “Dur kitap için bir şiir yazayım,” diye düşünmüyor elbette. Zaman içinde yazdığım kimi şiirlerin hem muhteva olarak hem de biçimsel yapıları itibariyle daha bütünlüklü olduğunu gördüm. Bunları toparlamaya başlayınca oluştu dosya. Öte yandan Taştaki Dikiş İzi‘nin ilk kitabım olan Gölgeler Çürürken‘den farklı olmasını istiyordum. İlk kitap sadece lirizmi önceleyerek yazdığım şiirlerden oluşuyordu. Elbette lirizmi bir kenara itmedim ama başka bir söyleyişe ulaştım Taştaki Dikiş İzi‘nde. Hem somut şiirin hem de avangart şiirin imkânlarından yararlanmaya çalıştım. Kitabın bütünlüğü açısından aynı ya da benzer kelimeleri daha sık kullandım. Bu hem kişisel olanla hem de kamusal olanla ilgili. Söz gelimi, bir gözümün bozuk olması, bir kulağımın duymuyor olması da var şiirlerde. Politik bir gönderme olarak “az bıyık” diye bir tabir kullanıyorum bazı şiirlerde söz gelimi. Taş metaforu da kitabın geneline bir şekilde yayılmış durumda. Bir de son dönemde “gibi” kullanımı oldukça eleştiriliyor. Bunun üzerine özellikle gitmeye çalıştım bu kitapta. Artık klişeleşmiş sayılan şeylerin iyi olduğunu düşündüğünüz örneklerinden sırf eleştiriliyor diye vazgeçerseniz başkanlarının şiirini yazarsınız gibi geliyor bana. Yani şiirler yazıldıktan sonra bu ortaklıkları toparlamaya çalıştım. Kitap bu şekilde son hâlini aldı.
İlk geri dönüşler nasıl?
Kitap 5 Haziran’da çıktı ve o günden bu yana çok kıymet verdiğim insanlardan beni gönendiren şeyler işittim. Türkiye herkesin şair olduğu ama kimsenin şiir okumadığı bir memleket… Buna rağmen insanların Taştaki Dikiş İzi‘ne olan ilgisi hayli mutlu ediyor beni. Yayın sektörünün içinde olduğum için ilginin nasıl olduğunu daha somut görebiliyorum. Onun dışında sosyal medya herkesin herkese ulaşabildiği bir mecra biliyorsunuz. Oradan da sağ olsunlar çokça paylaşıyor okurlar. Şu kısa süreçte kitabın gördüğü ilgiden memnunum diyebilirim.
Son olarak şiir yazmak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
İlk önerim tez canlı olmamaları yönünde olur. Edebiyat çok tuhaf bir alandır. Ortaya koyduğunuz eser ölünceye dek sizinle yürür. On sekiz yaşını geçtiğiniz gibi kitap çıkarmaya çalışırsanız muhtemelen pişman olursunuz. En önemli tavsiyemse çok okumak dışında kendilerini tanımaya çalışmaları. Neleri sevdiğini, nelerden hoşlanmadığını, neye karşı mücadele etmesi gerektiğini bilmeli yazan bir insan. Kendini tanımayan başkalarını da tanıyamıyor. İnsan bilmediği şeyler hakkında nasıl yazar zaten.
Röportaj: Lavinya Ay
İlk yorum yapan siz olun