Koenraad van Lier, Hollanda’da dogan ve orada büyüyen, 7 yıldır ise Istanbul’un Burgazada’sında yaşayan görsel bir sanatçı. Onunla tanışmamıza ikimizin de Madam Martha Koyu’na olan ortak sevdası vesile oldu. Uzun zaman sonra bu yeri ilk ziyaret edişimde koyun ne kadar değiştiğini görüp üzülmüştüm. Değişmeyen tek şey belki de sahili süsleyen spiral bir bahçeydi. Sabahın erken saatlerinde, kıyısında uyuya kaldığım bu esere elinde kovalar ile taşlar taşıyan ve işine son derece odaklanmış görünen Koenraad’ı gördüm…
Merhaba Koenraad! Röportajımıza başlamadan önce okuyucularımıza kendinden bahsetmek ister misin? Nasılsın? Sanat üretiminde motivasyonun ve üretim şeklin nedir?
Merhaba Diren. 2013’ten beri Türkiye’de yaşayan ve çalışan, neredeyse 44 yaşında Hollandalı bir görsel sanatçıyım. İstanbul’a taşınmadan önce dijital sanat ve kültür prodüksiyonları üzerine çalışıyordum ama köklerime geri dönüp tekrar analoga geçmek ve resme odaklanmak istiyordum. Bu yüzden ilk 3 yıl çoğunlukla elmas şeklindeki tuvaller üzerinde farklı yağlı boya teknikleriyle çalıştım. Adaya taşındığımdan beri, sahilde temizlemek istediğim büyük miktardaki inşaat atığı nedeniyle işim daha çevreci bir hale geldi.
Doğa, elementler ve harika manzaralarla bağlantı benim için sonsuz bir ilham kaynağı.
Eminin ki Burgazada bir sanatçı olarak seni besliyor ve ilham veriyordur! Burada geçirdiğin süreç bir inziva/izolasyon gibi mi yoksa ada halkıyla ve ada toplumuyla da iç içe misin? Adalı halk hakkında ne düşünüyorsun?
Kesinlikle ilham veriyor, adada yaşamak bir nimet. Doğa, elementler ve harika manzaralarla bağlantı benim için sonsuz bir ilham kaynağı. Ada mevsimlere göre değişir, en sevdiğim zaman her şeyin çiçek açtığı ve meyve verdiği bahar vakti. Yaz aylarında ada yazlık evleri olan insanlarla veya ziyaret eden turistlerle çok sıcak ve kalabalık olur. Diğer mevsimlerin sessizliğini daha çok tercih ediyorum. Adadaki komşularla ve arkadaşlarla iyi bir ilişki geliştirdim, evim gibi hissettiriyor. Adalıları severim, bu güzel bir karışım ve genel olarak şehir insanlarından daha rahatlar.
Burgazada’nın gidişatını nasıl görmektesin? Ben faytonların kaldırılmasını destekliyorum, ama şimdi de ada yollarının arabalara açılması tartışılıyor… Ayrıca Madam Martha Koyu’da 1. derece sit alanı olmasına rağmen başkalarının mülkiyeti altına geçti ve Yassıada’daki inşaat süreci sebebiyle doğal dokusu tehdit altında…
Umarım insanlarla doğa arasında bir denge kurabilir, ama korkarım yavaş yavaş daha da kentleşecek. Adayı bu kadar özel kılan özelliklerin -yaşlı balıkçılar ve köy yaşamı gibi- yavaş yavaş yok olacağından korkuyorum. Burgazada’daki faytonların durumu, Büyükada’da yaşanan büyük problemlerle kıyaslanamazdı. Örneğin Burgazada’da tüm at sürücüleri Büyükada’dan farklı olarak atlarına çok iyi bakıyorlardı. Sadece yaz aylarında vardiyalı çalışıyorlardı, yılın geri kalanında çoğu at adanın üzerinde, özellikle de tepede serbestçe dolaşıyordu. Tepenin köşesinde dolaşmak ve özgürce yürüyen atları görmek büyülü bir şeydi, şimdi bu gitti ve asla geri gelmeyecek. Artık şehirdeki gibi çok sayıda mini otobüsümüz var. Bildiğim kadarıyla Madam Martha plajı hala vakıflara ait ama kiralık. Halkın son plajıydı ama her santimetresi bir şekilde ticarileştirildi. Daha da ticari bir kalkındırma olur mu bilemiyorum ama bu beni şaşırtmazdı.
Madam Martha Koyu’nda yaptığın “Spiral Beach Garden” adlı Land Art projesi bu konuya nasıl bir farkındalık getirdi? Bu projede kullandığın farklı türden taşların hikayeleri nedir? Burada şahit olduğun doğal yıkım hakkında söylemek istediğin şeyler var mı?
Buna sahil temizleme projesi olarak başladım. Ne yazık ki bu harika kumsal, uzun yıllar boyunca bir uçurumdan denize döktükleri inşaat atıkları (asfalt, beton, kiremit, seramik karo, asbestli beton vb.) ile birlikte ağır bir şekilde kirlenmişti.
Bundan iyi bir şey çıkarmaya çalışmanın güzel olacağını düşündüm, sarmal plaj bahçesi fikri doğdu. Logaritmik spiral, toplanan asfalt parçaları ile inşa edildi ve o zamandan beri çamur ve doğal taşlarla kaplandı.
Bir metre derinliğindeki mikro plastik tabakasını çıkardıktan sonra, yeni kompostlanmış toprağı koyduğum yerde filtre olarak iç kısımdaki kırık kiremitleri kullandım, bu işlemi yıllarca tekrarladım, kurumuş bitki örtüsü ise yeni toprak için kullanılıyor.
Dış duvarın damla şekli, adanın kendisi gibi doğal taşlar ve çamurla inşa edilerek kışın güneybatı fırtınalarında eseri denizden korunur.
Bahçe 3,5 yıldır büyümekte ve gelişmekte olduğundan, artık yabani bir çeşit tarla; çiçek, kaktüs, ot, sebze ve arıların ve böceklerin yolunu bulduğu küçük meyve ağaçlarına ev sahipliği yapmaktadır. Mevsimlere göre değişen, devam etmekte olan sembolik bir çalışma. Umarım gelişmeye devam edebilir.
Uzun süredir emek verdiğin bu projenin permakültüre değinen bir tarafı da var değil mi? Aslında herkese açık bir bahçe gibi, ayrıca verimsiz bir toprağı verimli hale getirerek toplumsal bir fayda da sağlıyorsun. Peki insanların buna tepkisi ne oldu? Bu alanın ziyaretçileri bunu gerçekten anlayabildi mi?
Doğada atık yoktur, kurutulmuş bitki örtüsü ve kompostlanmış mutfak atığımın ilkbaharda çiçeklerin tekrar büyümesi için yeni bir toprak tabakası oluşturduğu permakültür prensibini kullanıyorum. Bir şeyi gübrelemeye ve büyütmeye çalışmak, benim için kirletmenin tersidir. Herkes ne yaptığımı anlıyor mu bilmiyorum ama açıkladığımda takdir ediyorlar.
Yakın zamanda “Dutch Chronicles in Turkey” adlı, Hollandalı sanatçıların konuk olduğu Güler Sanat galerisinde mozaik heykellerin sergilendi. Bu heykellerde kullandığın malzemelerin hikayesi nedir? Madam Martha ile olan bağına nasıl bir açıklama getiriyorlar?
Heykeller, Madam Martha Körfezi’nden toplanan kırık seramik karo ve plaj camından yapılmıştır.
Geleneksel bir mozaik sanatçısının normalde yaptığı gibi fayansları kendim kırmadım, zaten deniz tarafından kırılmışlardı. Bunları kumsaldan topladım ve büyük 3 boyutlu organik bulmacalar olarak bir araya getirdim.
Plajdan bulduğumuz malzemelerle çalışmak, sahili temizler ve atık malzeme olarak kabul edilen şeye yeni bir hayat verir.
Şu sıralar İstanbul’daki Hollanda Konsolosluğu’nun binasına da bu mozaik kaplamaların ile müdehalelerde bulunuyor, renk katıyorsun. Bu mimari üzerinde yaptığın çalışmanın kavramsal temelini açıklayabilir misin? Nasıl izlenimler uyandırdı?
İstanbul’daki Hollanda konsolosluğunun yağmur yolu projesi kapsamında kısa süre önce dev bir mozaik çalışması (toplamda yaklaşık 34 m2) yapmaya başladım.
Konsolosluğun odak noktalarından biri sürdürülebilirliktir ve yağmur yolu projesi yağmur suyunu güzel Palais de Hollande İstiklal Caddesi üzerindeki konumunda toplayacak ve depolayacaktır.
Kaplama bir yamaçta yer alır ve bahçesi de aşağıda. Su en alçak noktaya gittiğinde, yağmur suyunu oradaki bir yer altı depolama biriminde toplamak için mükemmel bir noktadır. Taşma durumunda su, bahçenin ortasındaki bir su giderine akacak.
Yapacağım mozaik tasarım, su yolunu, fıskiyeleri, saklama ünitesini ve su meydanını görsel olarak birbirine bağlamaktır.
Bu özel sürdürülebilir tasarım projesi için yine Madam Martha sahilinden topladığım geri dönüştürülmüş kırık karoları kullanacağım.
Bu proje için mozaik heykeller gibi kırık parçaları birleştirmeyeceğim, fayanslar arasındaki derzleri doldurmak yerine, harikulade organik şekillerine saygı duymak ve vurgulamak için karolar arasındaki mesafeyi koruyacağım. Denize döküldükleri için çoğunun, mozaik sanatçısının çinileri kırdığı geleneksel mozaiklerde gördüğünüz gibi keskin kenarları artık yok. Bu, suyun bir tür küçük delta sistemi gibi akabileceği özel bir görsel efekt veriyor.
Gelelim tablolarına! Farklı disiplinler ile çalışan bir sanatçı olarak sadece enstelasyon değil tablolarla da meşgulsun. Yağlı boya işlerinde genelde soyut esinlenmelerine yada özgün doğa tasvirlerine rastlıyoruz. Bunları hayata geçirmek senin için nasıl bir deneyim oluşturuyor? Bunlarla izleyiciye neleri aktarıyorsun?
Daha önce de söylediğim gibi şu anda resim yapmıyorum ama buluntu malzemelerle çalışmaya başladım. Ama hala resim yaptığım zamanlarda, o an resim yapmayı ve ortaya çıkmasına izin vermeyi çok severdim, eskizler yapmadım, sadece doğa izlenimlerimi bilinçaltı seviyesinden resmetmeye çalıştım.
Anlıyorum… Peki, gelecekteki projelerin ne olacak?
Emin değilim, Herakleitos’un dediği gibi, değişmeyen tek şey değişim, bu yüzden muhtemelen farklı bir şey.
Zaman ayırdığın için teşekkürler!
Rica ederim, röportajınız için teşekkür ederim.
İlk yorum yapan siz olun