Bazen bir şarkı duyarsınız ve bulunduğunuz yerden uzaklara sürüklenir, hafızanıza kazınan melodiyle günün akışını bambaşka bir perspektife çevirirsiniz. 37 derece sıcakta, hınca hınç kalabalıkta gürültüden uzaklaşıp, denizin keyfini sürmeye çalıştığım bir Heybeliada dönüşümde Spotify’a sığındığımda keşfettiğim Hollandalı Cosmic Crooner, Zorlu PSM’nin düzenlediği Mix Festival kapsamında 3 Kasım tarihinde ilk kez İstanbullu müzikseverlerle buluştu.
Kadife sesini dinlemeye başladığım anda hem melodisi hem de sözleriyle etkisi altına alan ‘Bolero’ parçasıyla tanıştığım sanatçının diğer parçalarına geçtikçe huzur ekseninde gezinmeye başladım. 60’lı 70’li yıllardan eserek bugüne ulaşmış tatta müzikal deneyimler sunan ve bunu tarzına da yansıtan müzisyenin şarkılarına eşlik eden klipleri adeta tablolardan fırlamış sahneleri barındırıyor. İzlerken bir rüya alemindeymişçesine duygular yaşatan her bir klibi, sanatçının biricikleşen tarzını doyasıya hissettiriyor.
Zorlu PSM’de sahneye Deep Down in Jazz şarkısıyla sahneye çıkan Cosmic Crooner, adeta unutulmaz bir şova imza attı. Performansı boyunca dinleyicilerin coşkuyla eşlik ettiği sanatçı, hayranlarına hafızalardan silinmeyecek bir deneyim yaşattı.
Kozmik adam İstanbul’a gelmişken, kartopu gibi kitlesinin genişleyeceğine inandığım sanatçıyı Gazete Sanat okuyucularıyla buluşturmak için merak ettiklerimi sordum.
Bu aralar ruh haliniz ve müzikle ilişkiniz nasıl?
Müziğin bugünlerde giderek daha erişilebilir hale gelmesi hoşuma gidiyor. İstenilen bir şarkıya anında ulaşabilmek bence müthiş bir şey. Tabi bir de bunun dezavantajı var; insanlar artık albüm dinlemeye ayıracak dikkat süresine sahip kalamıyor. Ek olarak daha fazla insanın algoritmaya bağımlı hale gelmesinden de korkuyorum.
Bu kadar duygusal şarkılara imza atmanızı sağlayan ilham kaynaklarınız neler?
İlham kaynağı olan çok konu başlığım var ama en başta müzikten, filmden, edebiyattan ve tabii ki hayatın kendisinden alıyorum. Müzik, sinema ve edebiyat kısmında ise farklı bir yere taşınmayı, hayattan kaçmayı seviyorum. Bir şarkı bana hayattan kaçış imkanı, an’da kalma şansı tanıyorsa o şarkıyı memnuniyetle tekrar tekrar dinlerim. Şu sıralar Jorge Ben Jor’u çok dinliyorum. Adını duymadıysanız lütfen bir göz atın. Mutlaka size de günlük hayatta bir ilham kapısı açacaktır.
Her adımın sıradanlaştığı günümüzde, tarzınızla dinleyicilerinizi daha derin duygulara yönlendiriyorsunuz. Bu anlamda tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Tarzım aslında tamamen ilhamlarımın bir yansımasıdır. Tarif etmesi zor ama deneyeceğim: Dario Argento filmindeki Alain Delon…
Yaşadığınız şehir olan Amsterdam’ın müzik tarzı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu tarihsel birikim müzik tarzınızı etkiledi mi?
Amsterdam yaşamak için harika bir şehir. En sevdiğim günlerim şehri gezmek ve en sevdiğim kafelere gitmekten ibaret. Şarkılarımı yazarken Amsterdam’ın beni etkilediğini elbette söyleyebiliriz. Fakat Amsterdam’ın ‘müzik tarzı’ pek kendime bağdaştırabileceğim bir şey değil. Bildiğiniz üzere Amsterdam’ın elektronik müzik sahnesi oldukça geniş ve bu tarz pek bana göre değil.
Kendi tarzınızı bulma sürecinizi de anlatır mısınız?
Bu süreç halen devam ediyor ve umarım sonsuza kadar devam eder. Ben hayatta her zaman ilham peşindeyim. Hayattan ilham almazsan geriye ne kalır ki? Bu nedenle ilham almak için her zaman elimden gelenin en iyisini yapacağım.
Sizi kitlelere ulaştıran ve ‘o’ dediğiniz parçanız nedir sizce?
Umarım bu benim mizah anlayışım ve müthiş zevkimdir, ama eğer güzel melodilerse memnuniyetle kabul ederim.
Dinlemeyi asla bırakmadığınız sanatçılar kimler?
Aslında çok sayıda sanatçı var ama ilk sıralayabileceklerim; Serge Gainsbourg, David Bowie, The Velvet Underground, The Ronettes, Jorge Ben Jor, Harry Nilsson, Marvin Gaye.
Bir röportajınızda şöyle demiştiniz: ‘Bir filmdeki bir sahne, tıpkı bir şarkının melodisi gibi size duygu verebilir.‘ Ve sizi dinlediğimde, kliplerinizden bağımsız bir filmin içindeymiş gibi hissediyorum. Klipleriniz hakkında bize neler anlatmak istersiniz?
Sinemayı çok seviyorum ve ciddi manada sinemayla ilgileniyorum. Tüm kliplerimi kendim yönetiyorum. Jean Luc Godard, Agnes Varda, Michelangelo Antonioni ve Jean-Pierre Melville’i en sevdiğim yönetmenlerin başında geliyor. Çoğunlukla 60 -70’lerin İtalyan ve Fransız filmlerini tercih ediyorum. Kliplerimin tümü tamamen 16mm filmle çekildi. Kliplerimde yansıttığım her şey gerçekten hoşuma gitti ve film stoğunun size çekebilecekleriniz konusunda sınırlama getirmesi de hoşuma gitti.
Herkesin herkesi taklit ettiği bir dönemde aynı ses ile devam edip kişilik yaratmak mı, yoksa henüz kimsenin keşfetmediği yeni noktalara mı gitmek? Gelecek için planınız nedir?
Planım kimseyi taklit etmek değil hahaha. Zaten ikinci albümümü yazdım ve onu dünyayla paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Sanırım şimdiye kadar yazdıklarımın en iyisi o olacak.
Spotfy’a göre sizin en çok dinlendiğiniz ülke Türkiye. Sizce Türkler sizi neden bu kadar sevdi?
İnanın ben de gerçekten bilmiyorum ve bu konuyu ben de düşündüm. Türk insanının enfes bir zevke sahip olduğunu düşünüyorum. Bu ilgi beni çok mutlu ediyor.
Son olarak İstanbul konserinden bahsedelim. Şehrimizi ve seyirciyi nasıl buldunuz?
Sanırım Türk halkına ve İstanbul’a aşık oldum. Türkiye’de geçirdiğim her anı çok sevdim. Geri gelmek için sabırsızlanıyorum.
İlk yorum yapan siz olun