İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Eğitim ve Sanat Dolu 65 Sene

Akademik kariyerin ve sanatın iç içe olduğu 65 yıllık yaşantısı boyunca pek çok başarıya imza atan Acıbadem Üniversitesi Rektör Yardımcısı, akademisyen, mühendis, besteci ve söz yazarı Prof. Dr. İrfan Güney ile samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.

Röportaj: İdil Güney Şimşek

İdil Güney Şimşek: Akademik kariyer ve sanat dolu bir yolculuğunuz var. Okuyucularımızın sizi daha yakından tanıması için bize kendinizden bahsedebilir misiniz?  Ve de sizin kendinizi üç kelime ile tanıtmanızı istesem bu kelimeler neler olurdu?

İrfan Güney: Kâmil Rifat İrfan. (Gülüşmeler) 12.04.1957 İstanbul’da Zeynep Kâmil Hastanesinde doğdum. O yüzden İrfan ismimin önüne Kâmil gelmiş. Komşumuzun çocuğu olmuyormuş annemden Rıfat ismini koymasını istemiş oradan da Rıfat ismi gelmiş. Nüfus memuru da Rıfat yerine Rifat yazınca Kâmil Rifat İrfan olarak ismim kayıtlara geçmiş. Üç isim yüzünden hele bu noktalı Rifat yüzünden başıma çok iş geldiği için üç kelimeyle kendimi tanıtmamı istediğinizde bu hikâyeyi anlatmasam olmazdı.

O halde hemen küçüklüğünüze dönmek ve şu soruyu sormak istiyorum. Nasıl bir çocuktunuz? Sanata ilginizi aileniz mi keşfetti?

Yerinde duramayan çok enerjik bir çocuktum. Hep değişik fikirler üretmeyi severdim. Mandolinle başlattılar beni müziğe. Fakat hocamı ve mandolini sevemedim. Çok küçük geliyordu bana. Sonra melodika aldılar, daha sonra gitar. Müziğe olan yeteneğimi abim keşfetti. Bunun üzerine öncelikle Belediye Konservatuarı Piyano Bölümüne yarı zamanlı öğrenci olarak başlamıştım ama evimizin Pendik’te olmasından kaynaklanan ulaşım sorunu ve piyano alabilecek imkânımızın olmaması nedeniyle bırakmıştım. Bir dönem dersler aldım. Lise birdeydim, yıl başında gitar çalmıştım. O zamanın parasıyla 100 TL vermişlerdi. Benim için büyük paraydı gidip kendime 12 liraya bir kasa Çamlıca gazozu almıştım. Üstüne hala param vardı.

Lise son sınıftayken abim İtalya’dan ilk orgum Tiger’ı getirdi. Gece yarısı haberim yokken eve gelmiş, kurmuş ve beni uyandırmıştı. Orgu görünce gözlerime inanamamış, sabaha kadar başından kalkamamıştım. O zamanlar gümrük mevzuatı nedeniyle elektronik eşyalar yurda çok zor ve kısıtlı geliyordu. Daha sonra abim gene yurt dışında Farfisa Vip 600 orgumu ve synthesizer’ımı getirmişti. Müziğe başlamamda en büyük teşvik, hekim abim Cengiz Güney’den gelmiştir.

Sanat sizin için ne ifade ediyor? Peki ya müzik?

Sanat insanların duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde ifade etmesine aracılık eden, bireylerin yaratıcılığını ortaya çıkaran ve bir toplumun gelişmesinde en büyük rol oynayan etkenlerden birisidir. Darwin’e ithaf edilen bir söz vardır: “Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı iyi kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.” Çok doğru. Gelişmiş toplumların sanata verdiği önem ortadadır.

Sanatın içinde müzik ise bana göre daha evrensel bir lisandır. İnsanlara ortak duyguları yaşatabilir. İnsanlar sözlerini anlamasalar bile müziği dinlerken melodilerle anlık bile olsa duygular yaşar. Bütün sanat dalları çok güzel ama müzik toplumun daha büyük bir kesimine hitap ediyor diye düşünüyorum.

Profesyonel müzik yıllarınız ve akademik hayatınız nasıl ilerledi?

Elektrik Mühendisliği Bölümünde okuyorken ilk olarak Nişantaşı’nda açılan şimdi İTÜ’ye bağlanan Türk Musikisi Devlet Konservatuarının sınavlarına girdim. Temel Bilimler Bölümünü birincilikle kazandım ama mevzuata göre aynı anda iki üniversiteye gidilemediğinden ve mühendislik fakültesi 3. sınıfta olduğumdan tercihimi mühendis olmaktan yana kullandım. Ancak bu süreçte müzikten hiç kopmadım. Çeşitli gruplarda gitar ve klavyeli çalgılar çaldım. Daha sonra Tülay Özer ve Ozanlar grubuyla çalıştım. Film ve jingle müzikleri yaptık. 1976 yılı yapımı İstasyon filminin orijinal soundtrack müziği Ozanlar grubuna aittir. En romantik ilk 10 Türk film müziği arasında yer almıştır. Sonra kendi bestelerimi yapmaya başladım ve ilk single’ım Rıhtımda ile Eurovizyon şarkı yarışmasına katıldım. Bu arada akademik hayatım devam ediyordu. Sonra doktoram bitti doçentlik, yurt dışına gidiş, profesörlük tekrar yurt dışı, bunların yanında bir sürü idari görev derken gün geldi; uzun yıllarımı verdiğim Marmara Üniversitesinde Rektör adayı oldum. Kazanamayınca ayrılıp vakıf üniversitesinde çalışmaya başladım. 2002 senesinden beri Marmara Üniversitesinde Fakülte Dekanlığı ile başlayan Rektör yardımcılığı görevime önce Okan Üniversitesinde, ardından 2008 yılında kuruluş çalışmalarından itibaren başladığım Acıbadem Üniversitesinde devam ediyorum. Rektör yardımcılığından ikinci kez emekli olacağım. (Gülüşmeler)

Ozanlar

Sanatçı kimliğinizle beraber geldiğiniz noktada idari görevlerinizle ve sosyal sorumluluk projelerinizle pek çok alanda başarılara imza attınız. Sanat ve eğitim ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal sorumluluk projeleri benim olmazsa olmazım. Bir basamak yukarı çıkan herkesin aşağıda kalanlara elini vererek onları da yukarı çıkarması gerektiğine inanıyorum. Marmara Üniversitesinde öğrenci butiği diye başlattığımız ilk sosyal sorumluluk projesi daha sonra farklı isimlerle devam etti. “Kitaplar Müziğe, Müzik Geleceğe Dönüşüyor” projesiyle Güneydoğu Anadolu’daki yirminin üzerinde okulun kitap, kırtasiye ve diğer eğitim gereçlerini karşıladık. Aynı şekilde “Bir Işık da Acıbadem’den” projesini yürüttük. Şiddet mağduru kadınlara ve çocuklara destek amacıyla “Sessizlerin Çığlığı” konserlerini başlatmıştık ki araya pandemi girdi. Pandeminin bitmesini bekliyoruz. Sanat ve eğitim bir kuşun iki kanadı gibi, iyi bir eğitimin yanında sanatçı olabilmek çok büyük ayrıcalık kazandırıyor. Eğitimden kastettiğim öğrenim derecelerini belirleyen diplomalar değil tabii ki…

Profesyonel müzikten akademiye geçiş sürecinizde “Keşke” leriniz, “İyi ki” leriniz var mı?

Her insan gibi benim de keşke’lerim sınırlı da olsa vardır. Ama ben müzikten akademiye geçmedim. Zaten sektörde elektrik mühendisi olarak çalışıyordum. İTÜ’den tez hocam senin yerin üniversite dediği için akademik hayata atıldım. İyi ki de onun sözünü dinlemişim. Ülkemizin öğrenim görmüş, iyi eğitimli ve donanımlı insana çok fazla ihtiyacı var. Katkım olduğu için manevi olarak huzurluyum. Profesyonel müzik hayatımı eşimle evlenince sonlandırdım. Eşimin de bana gösterdiği yolun doğru bir tercih olduğunu yıllar sonra da olsa çok daha iyi bir şekilde anladım.

Müzikten hiç kopmadınız. Gerçekleştirmiş olduğunuz albüm ve single çalışmalarınızla beraber konuk olduğunuz çeşitli radyo ve televizyon programları mevcut. Biraz bahseder misiniz?

2016 yılında kızımın ısrarıyla ilk albümüm olan “Senin İçin” i çıkardım. Düzenlemeleri sevgili dostum Turhan Yükseler ’in yaptığı 8 şarkım bu albümde yer almaktadır. Albüme ismini veren “Senin İçin” isimli şarkı Fatih Erkoç tarafından da seslendirildi. Sonrasında single olarak yaptığım kayıtlar çıktı. Sana Hasretim, Aşkın Büyüsü, Nasılsın, İsimsiz Şarkılar. “Nasılsın” isimli şarkım Eser Taşkıran’ın yaptığı düzenlemeyle tenor Berk Özbek tarafından seslendirildi. Pandemi döneminde stüdyo çalışmaları riskli olacağı için bazı enstrümantal parçalarımın kayıtlarını aldım. “Kelebeğin Dansı, Umudu Beklerken, Konuşan Fotoğraflar” bazıları.TV ve Radyo programlarına gelince, ilk olarak TRT Türk’te, sonra TRT’de Zerrin Özer’in “Anılarınla Gel” program konuğu oldum. Albümden sonra TRT Müzik Gündem Programına konuk olarak davet edildim. TV 8’de Magazin Extra ve 8’de Bugün Haber Programlarına katıldım. TRT FM’de Michael Kuyucunun, TRT İstanbul Radyosunda ise Fatih Mühürdar’ın konuğu olarak pek çok güzel anı biriktirdim.

Çok sayıda besteniz var. “En sevdiğim” dediğiniz bir eseriniz var mı? Yoksa her birinin yeri ayrı mı?

Her birinin yeri ayrı olmakla beraber çalarken keyif aldığım şarkılar var. Ama bütün besteler belli bir süre sonra adeta çocuğunuz gibi olur.

Hem besteci hem söz yazarısınız. İlk bestenizin hikayesini paylaşmak ister misiniz?

İlk bestem Türk Sanat Müziği tarzında bir parçaydı. Fırsatım olursa onu da bir gün, gün yüzüne çıkaracağım. Çocuklarım doğmamıştı ve eşimin rahatsızlığı nedeniyle gittiğimiz jinekolog bazı tahliller istemişti. Tahlil sonuçlarını götürdüğümüzde rapor kâğıdını adeta fırlatırcasına eşimi yargılar bir tonda, boşuna uğraşmayın, çocuğunuz olmaz demişti. Bir kadın doktorun bu şekilde davranmasını çok yadırgamıştım. İki ay sonra eşim ilk çocuğumuza hamile kaldı. Bu sefer hamile raporunu ben ona götürdüm ve söylediklerini hatırlattım. Çok mahcup olmuştu. İnsan ilişkilerinde kırmadan dökmeden yaşamayı, empati yapmayı hep ilke edindim. Nihavend bir parça, kızım İrem için yazmıştım. Yağmur Damlası ismindeydi.

Sizin için iyi beste, iyi müzik nedir? Özellikle efsane dönemleri, 80’leri de yaşamış biri olarak 2021’den o zamana baktığınızda müzik piyasası için ne söylersiniz? Günümüzde değişen değerlere yaklaşımınız nedir?

Bir şarkının müziği bedense sözleri ruhudur. Söz ve müziği birbiriyle uyumlu ve anlamlı olan bestecinin duygularını anlayabileceğim, ticari kaygıdan uzak parçalar bana göre iyi bestedir. Günümüzdeki müziği takip etmek istemiyorum. Sadece ticari amaçla yapılan, kalıcılığı olmayan, günlük, mevsimlik parçalar var ne yazık ki. Ama hala 70’li 80’li yılların müziği dinleniyor. O dönemlerde gazino kültürü vardı. Aileler sanatçıları gider gazinolarda izlerdi. Dolaysıyla ailelerin müzik anlayışı da farklıydı.  

Müzik yaşamınızda sizi etkileyen en önemli kişi ve olaylar nelerdi? Sevdiğiniz müzik türü, örnek aldığınız sanatçılar var mı?

Ağırlıklı olarak hafif batı müziği, pop, rock and roll, klasik müzik tercihlerim arasındadır. Bir de tabii beni en çok etkileyen 70’li 80’li yılların Türkçe pop müziği. Her sanatçının tarzı ve ürettikleri beni etkilemiştir. Bir sanatçıyı veya grubu örnek aldığınızda genellikle o sanatçının fazlasıyla etkisinde kalıp benzer şarkılar üretiyoruz. Bu nedenle pek çok sanatçıyı ve grubu dinledim. Ama hala Beatles, Deep Purple, Pink Floyd, Rolling Stones dinlemek ayrı bir keyif veriyor bana.

Peki, ilham kaynağınız nedir? Üretim süreciniz nasıl gerçekleşiyor?

Herkes bunu çok merak eder. Bestecilik içten gelen bir yetenektir. Hadi bugün beste yapayım diye enstrümanın başına hiçbir zaman geçmedim. Duygularımın yoğun olduğu zamanda, zaten onlar notalara yansıyor ve besteleriniz ortaya çıkıyor. Beste yapmak, bir enstrümanı çok iyi çalmak, aranjörlük yapmak, şarkıyı seslendirmek bunların hepsi çok farklı şeyler. Birçok enstrümanı iyi çalabilirsiniz ama bu sizin çok iyi beste yapacağınız anlamına gelmez. Bestelerimin çoğunda kendi yaşanmışlıklarım var. Zaten şairler şiirlerinde kendi yaşadıklarını anlatıyormuş. Besteciler de müzikle kendi yaşadıklarını anlatır bana göre.

Şair demişken… Aynı zamanda şiir de yazıyorsunuz. Yazmak ve çalmak eylemini kendi açınızdan değerlendirmenizi istesem nasıl ifade edersiniz?

Yazarken duygularınız kelimelere dökülüyor, müzikte ise notalara dökülüp melodi oluyor. Şiir yazmayı da çok seviyorum. İlk şiir kitabım “Penceremden Gördüklerim” 2013 yılında basıldı. Şarkılarımın da sözlerini hep kendim yazmayı tercih ediyorum. İyi bir şarkıcı olmasam da şarkıyı en iyi seslendirenin bestecisi olduğu düşüncesindeyim. 

Klavye, synthesizer, gitar… En sevdiğiniz enstrüman hangisi? Size hissettirdiği nedir?

Enstrümanlarınızı severseniz onlar da sizi sever hepsinin yeri bana göre ayrı ama en çok piyano çalmaktan hoşlanıyorum. Hem armoni ve hem de melodiyi yapabilme imkânınız olduğundan daha bir zenginlik veriyor. Ama bazen de gitar çalıp söylemek hoş geliyor. Enstrümanla baş başa kaldığımda ruhumla bütünleşiyorum gibi geliyor. Özellikle beste yaparken enstrümanım sanki içimden geçenleri anlıyor ve kendiliğinden parmaklarımı notalara yönlendiriyor gibi bir hisse kapılıyorum.

Geçtiğimiz günlerde 65. yaşınıza girdiniz. Sağlıklı, mutlu yaşlar dileriz. Bir gün emekli olduğunuzda projelerinize devam etmeyi düşünüyor musunuz? Gerçekleştirilmeyi bekleyen bir hayaliniz var mı?

Devam ettirmeyi düşündüğüm tek şey sosyal sorumluluk projeleri ve sanatı bu projeler için aracı olarak kullanmak. Sanat özellikle müzik kitlelere hitap ediyor. Çok ciddi bir sinerji elde edilerek çok büyük şeyler yapılabilir. Aklımda sanatla yapılabilecek ve dezavantajlı gruplara sürekli gelir getirecek bazı projeler var. Hatta bunların bir kısmını pandemi döneminde hayata geçirmek üzere bir yıl önce yerel yönetime sunduk ve hala cevap bekliyoruz.

Okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı? Ya da eklemek istediğiniz bir duygunuz, düşünceniz?

Hayatın çok kısa olduğunu, kırmadan, dökmeden, hırslarımızı ve egolarımızı aklımızın önüne geçirmeden, başkalarının da hayatına dokunarak haklarına saygı göstererek yaşayabilmenin bir yaşama sanatı olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Hepsinin yaşam defterlerinin okundukça kıymeti anlaşılan sanat eseri gibi olmasını diliyorum. Selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Ben teşekkür ederim.

Prof. Dr. İrfan Güney’in “Kelebeğin Dansı” isimli enstrümantal parçasıyla siz, değerli okuyucularımıza keyifli dinlemeler dileriz!

İdil Güney Şimşek

6 Yorum

  1. İrfan Güney İrfan Güney 13/04/2021

    Köşenizde bana yer verdiğiniz için size ve Gazete Sanat’a çok teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım

    • İdil Güney Şimşek İdil Güney Şimşek 28/04/2021

      🙏

  2. Selim Ay Selim Ay 13/04/2021

    Güzel söyleşiyi bir solukta okudum.

    • İdil Güney Şimşek İdil Güney Şimşek 28/04/2021

      Teşekkürler.

  3. Neslihan Doldurucu Neslihan Doldurucu 13/04/2021

    İdil’ciğim; genç nesillere, kendilerine örnek alabilecekleri başarılı bir hayat hikayesini anlatan, çok güzel bir söyleşi olmuş, ellerine sağlık. Bu arada hepimizin çok sevdiği, değerli arkadaşım İrfan’a da sağlık, mutluluk ve başarılarla dolu nice yıllar diliyorum.

    • İdil Güney Şimşek İdil Güney Şimşek 28/04/2021

      Çok teşekkür ederiz. Sevgilerle.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir