Erkek egemenliğinin günden güne kaybolduğu polisiye türünde Türkiye’nin önde gelen kadın yazarlarından biri Elçin Poyrazlar. Üstelik romanlarında kadınlara, kadın dostluğuna, kadın cinayetlerine ve erkek egemen bir dünyada kadın olarak var olmaya sıklıkla değiniyor. Elçin Poyrazlar’la yeni çıkan romanı Ecel Çiçekleri vesilesiyle buluştuk ve keyifli bir sohbet ettik.
Röportaj: Ece Karaağaç
Merhaba Elçin, görüşmeyeli nasılsın?
Çok teşekkürler Ece. Seninle yeniden bir kitap sayesinde buluşmak çok güzel. İlginç bir yıl oldu benim için.
Mantolu Kadın 2018’de yayımlanmıştı. O günden bugüne hayat nasıl ilerledi senin için?
Mantolu Kadın’ın çıkışından bir süre sonra iş icabı Londra’dan Madrid’e taşındık. Brexit İngiltere’si oldukça zorlamaya başlamıştı bizi. Hem kıta Avrupası’nda yaşamak, çocukların yeni bir dil öğrenmesi hem de biraz tempoyu düşürmek için buna karar verdik. Ancak hiç beklenmedik bir şey oldu ve tüm dünya salgına tutuldu. Salgına Avrupa’da en kötü durumdaki ülkelerin başındaki İspanya’da girdik. Neredeyse 6 ay boyunca yüksek ölüm haberleri ve çok katı bir sıkıyönetim altında yaşadık.
Pandemi şartlarında, hepimiz evlerimize kapanmışken pek çok kişi yaşadıkları motivasyon kaybından ve verimsizliklerinden şikayetçiydi. Sense yepyeni bir kitapla çıktın ortaya: Ecel Çiçekleri. Nasıl oldu bu? Nasıl ortaya çıktı Ecel Çiçekleri?
Ben hiçbir kitabımı kolay koşullarda yazmadım. Tam zamanlı gazetecilik yaparken, hamileyken, annelik izninde ya da hayatımda ufak tefek felaketler yaşarken de yazmayı sürdürdüm. Kadınların zaman ve mekan açısından yazmak için pek şansları ya da imtiyazları yok. Elime ne fırsat geçerse onu değerlendirmeye çalıştım hep.
Pandemi bir bakıma benim için bir tür meydan okuma demekti. Kitabı yazamamam için devasa bir engel, kocaman bir bahane. Kalabalık ve gürültülü bir evde yazar olarak var olmaya çalışmak. Yazmak bazen öyle zorlaşıyordu ki evin bodrum katındaki dolap büyüklüğünde odaya saklanıp çalışıyordum. Ecel Çiçekleri dünyanın, Türkiye’nin, hayatımın dalgalı bir döneminde ortaya çıktı.
Yeni romanın Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Yeni roman, yeni yayınevi. Nasıl gerçekleşti bu buluşma? Neler hissediyorsun?
Çok heyecanlıyım. Sağlam bir yayınevi olmasının yanı sıra iyi polisiyeler basan bir yer Doğan Kitap. Benim için polisiye metinleri anlayan editörlerle çalışmak da son derece önemli. Doğan Kitap’tan Hülya Balcı ile çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Polisiyeyi hem çok iyi bilen hem de seven biri Hülya. Kitabı onun emin ellerine bıraktım ve daha güçlü bir metin çıktı ortaya.
Mantolu Kadın’da olayın merkezinde bir kadın cinayeti vardı, Ecel Çiçekleri’nde ise her ne kadar maktuller erkek olsa da romanın merkezinde yine kadın cinayetleri var. Bu seçiminin altında yatan nedenlerden bahsedebilir misin biraz?
Ben tarihi, absürt ya da mizahi polisiye yazmıyorum. Günün polisiyesini yazıyorum. Beslendiğim yer Türkiye olunca da, arka plan arayışlarımda öne çıkan konuların başında kadın cinayetleri geliyor. Mantolu Kadın iki kadının birbirini şiddet sarmalından kurtarma çabasını konu ediyordu. Henüz kendini çözememiş, ne istediğinden emin olmayan kadınlardı bunlar. Ecel Çiçekleri’nde ise bilinçli bir tercih ve öfke var. Türkiye’de pek çok kadının yaşadığı, her cinayette daha da köpüren bir öfke bu.
Kadın cinayetleri Türkiye’de sadece adli değil, aynı zamanda politik bir konu. Ecel Çiçekleri’ni okurken senin sadece bir yazar olarak değil, Elçin Poyrazlar olarak da kadın cinayetleri konusunda söylemek isteyebileceklerini merak ettim doğrusu. Ecel Çiçekleri başta olmak üzere, romanlarını yazarken politik bir perspektif gözetiyor musun?
İktidar kurma varsa her şey politiktir. Devlet, okul, aile, evlilik, çift ilişkileri…Ecel Çiçekleri politik bir roman değil ama kadın cinayetleri politik. Ortada artık istisna ya da bireysel bir suç diyebileceğimiz bir durum yok. Sistematik, kasıtlı ve umumi bir kadın kıyımı var. Devlet mekanizması suçluların adilce cezalandırılması konusunda ciddi adım atmıyor. Göz yumuyor, geç kalıyor ya da adaleti sağlayamıyor. Bu da bir tür cins kırıma yol açıyor. Bugün kadınları öldürmek isteyen erkeklerin aklına ilk gelen “Öldürsem 3 yıl yatar çıkarım,” düşüncesi ve bu doğru.
Ben yazarken kişisel isyanımdan ve öfkemden besleniyorum. Derdim olan şeyler daha çok dönüyor kafamda. Onların üstüne kurguyu inşa etmeyi istiyorum. O kurguda hayatı, iktidarı, cinayeti ve Tanrı’yı oynayan erkekleri kurcalıyorum.
Romanda bize ne yazık ki oldukça tanıdık gelen bazı kadın cinayetlerinin yanı sıra kamuoyuna da mal olmuş üç isimle karşılaşıyoruz dolaylı yoldan: Münevver Karabulut, Özgecan Arslan ve Şule Çet. Bu isimler sana ne ifade ediyor? Neden bu olaylardan yola çıkmaya karar verdin?
Bu genç kadınların her biri kadın kıyımında artık birer simge oldu. Kamuoyunda yarattıkları infial, tartışma ve tepkiler bugün her öldürülen kadınla bizde benzer duyguları tetikliyor. Biz bu kadınların cinayetlerini aşamadık, vicdanımızda büyük yara açtılar. Vahşetin boyutu, erkeklerin kendilerinde gördüğü hakkın büyüklüğü bizi afallattı. Romanın başlangıç noktası sadece bu isimler değil, her gün katledilen kadınlar, onlara yönelik kasıtlı hınç, nefret ve şiddet aynı zamanda.
Romanın ekseninde bir “devletçe sağlanamayan adaleti sağlama” durumu ve bir tür eylem çağrısı da söz konusu aynı zamanda. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Kadınların ölmemek için başvurabileceği tek yol intikam mı? Ya da başka çareler üretilmesi için ne gibi adımlar atılmalı sence?
Adalet boşluğunun olduğu her alan birileri tarafından doldurulur. Eğer siz bir ülkede asayişi sağlayamazsanız halk kendi güvenliğini sağlamak için örgütlenir. Bu, tarihte de defalarca gördüğümüz, kaçınılmaz bir durum. Devletin birincil görevi halka hizmet etmek ve onun güvenliği sağlamaktır. Özellikle de azınlıklar, göçmenler, yoksullar, dezavantajlı sayılan kadınlar ve çocuklar için geçerli bu.
Şimdi Türkiye’de bunun tam tersi bir durum söz konusu. Örneğin çocuklarının gözü önünde onu kelepçeleyen ve işkence eden kocasını arbedede vuran Melek İpek meşru müdafaa hakkından yararlanamazken, Aleyna Çakır’ın katili tutuklanmadı bile. Buna benzer onlarca örnek var.
Adalet yoksa kaos ortamı oluşur ve bu da daha büyük suçlara neden olur. Bu nedenle adalet sisteminin bir an önce homojenleşmesi, suçluların hak ettikleri cezaları istisnasız alması gerekiyor. Bunun için de sivil toplum, insan ve kadın hakları hareketlerine kulak verilmesi lazım. Ama eğer siyasi düzeyde yanıt gelmiyorsa diğer tüm demokratik platformların kullanılması bir hak olarak ortaya çıkar.
Son olarak, ilk iki romanın Gazetecinin Ölümü ve Kara Muska’da aynı karakterin farklı maceralarına tanık olmuştuk. Elçin Poyrazlar okurlarının yakın gelecekte Selin Uygar’la yeniden karşılaşma fırsatı olacak mı?
Selin Uygar benim çok sevdiğim bir karakter. Bir kadın gazeteci olarak bu ülkede ayakta kalmanın zorluğunu hem siyasi hem sosyal anlamda yaşayan biri. Kara Muska’daki macerasının ardından onu kafamda akıl hastanesine kapattım. Çıktığında bambaşka biri olarak bambaşka bir ülkeyle karşılaşacak. Selin Uygar’ı yeniden yazmayı istiyorum ama zaman vermeyeyim. Çünkü bazen başka bir kurgu yazarı ikna ediyor ve öncelik kazanıyor.
Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.
Benim için büyük zevkti. Ben teşekkür ederim.
Elçin Poyrazlar kimdir?
3 Şubat 1975 Bursa doğumlu. ODTÜ’de işletme okuduktan sonra Belçika’nın Katholieke Universiteit Leuven’de Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler üzerine yüksek lisans yaptı. Brüksel Hür Üniversitesi’nde (ULB) ekonomi-politika doktorasını yaparken gazeteciliğe başladı.
Cumhuriyet, Dünya, Virgül, TimeOut, Huffington Post, Vocativ, BBC gibi yerli ve yabancı medya kuruluşları için çalıştı. Bu süreçte İstanbul, Washington, Brüksel ve Londra’da yaşadı.
İlk polisiye romanı Gazetecinin Ölümü 2014, Kara Muska 2016, Mantolu Kadın Kasım 2018’de yayımlandı.
İngiltere’nin seçkin derneği Polisiye Yazarlar Birliği’ne (CWA) 2016 yılında kabul edildi.
Poyrazlar, halen Cumhuriyet gazetesinde düzenli köşe yazıları yazıyor ve Madrid’de yaşıyor
*1. fotoğraf: Osman Kaytazoğlu
İlk yorum yapan siz olun