1990 yılında Ankara’da doğan Erin, 2017 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında gerçek zamanlı veya dijital pek çok kişisel sergi düzenledi ve karma sergilere katıldı. Resim haricinde dijital kolaj, video ve ses enstalasyonu, fotoğrafçılık ve yazınsal alanlarda da çeşitli yapıtlar ortaya koydu.
Merhaba Sevgili Erin, okurlarımızın seni daha iyi tanıyabilmesi için bize kendinden bahsedebilir misin lütfen? Erin İlkcan Aslan kimdir?
Bu soruyu okuduğumdan beri belki de on farklı fikir geçti kafamdan. Her biri birbirinden farklı bir yönümü tanımlayan bir sürü fikir… Öyle çok “öhöm öhöm!” diyerek anlatabileceğim şey var ki, herhangi birini yazarak kendimi sıfatlamış ya da kalıplamış olmak hiç istemiyorum. Tam şu anda öğlen güneşinde saçlarını kurutan ve bunları yazan bir Erin’im mesela. Her yeni anda yeni bir tanesi de gelmeye devam ediyor. Hal böyle olunca da “Erin İlkcan Aslan kimdir?” sorusunun her yeni cevabına ben de fazlasıyla meraklanıyorum ve olan biteni heyecanla gözlemliyorum. Ve tam da şu an; keskin bir şekilde ‘ben buyum’dan ziyade, değişimler konusunda esnek fakat aynı zamanda da disiplinli bir öz-gözlemleme ile hayat yolculuğumda kendimi farklı yönlerimle tanımanın tadını çıkaran biri olarak virgüllüyorum cevabı burada.
Resim yapma serüvenin ne zaman ve nasıl başladı? Yeteneğini ortaya çıkaran biri veya bir şey var mıydı? Yoksa bu keşif bütünüyle sana mı ait?
Babam bugüne dek gördüğüm en afili aşık/ozan, annem ise kıpırdak bir dansçı. Geniş ailem de sanat icracısı dolu. Bu da bana ifadenin farklı biçimlerde yaratılışını erken yaşlarımdan beri gözlemleme şansı sağladı. Benim içim ise; ifade bulmayı bekleyen sonsuz bir yaratma güdüsü ile dolup taşıyor gibi hissediyorum neredeyse her zaman. Ailem sanatlarını geçirdikleri dönemin şartları ve mevcut şartların elverdiği ölçüde gerçekleştirmişler. Ben ise içimdeki yaratma arzusuyla yerimde duramadım. Öyle çok hareket ettim ve öyle çok yeni Erin’lerle tanıştım ki bu süreçlerde… Yeteneklerimin büyüyen bir ağaç gibi gelişimine, dallanışına, budaklanışına, bazen yaprak döküşüne, bazen tomurcuklanışına, meyve verişlerine yani kısacası deviniyor ve değişiyor oluşuna şahit oluyorum ve olmaya da devam ediyorum. Böylece yaşantım boyunca benimle birlikte mevcut olan her şey; asla keşfini bitirdim diyemeyeceğim yaratma serüvenimi destekliyor oluyor. Bu keşif bütünüyle hayata ait. Ve bunu deneyimliyor olduğum için kendimi çok ama çok şanslı hissediyorum.
Sanatı nasıl tanımlıyorsun ve sence sanatçı kimdir?
Bir şaşkınlık ile bu sorunun cevabını düşünüyorum… Herhangi bir şeyin sanat ve herhangi birinin sanatçı olma tanımını yapmak haddime düşmez. Bu sorunun herhangi bir cevabı, herhangi bir çerçevesi, herhangi bir sınırı ve herhangi bir ölçüsü yoktur bence. Sanat, onunla etkileşime girmiş her türden varlığın perspektifinde yeni yeni tanımlar alarak yaşamaya ve kendini geliştirmeye devam ediyor sanki. Sanat dinamiktir ve sürekli devinir. Bence, bunu görmek, bunu yaşamak, bunu hissetmek bunu koklamak, buna dokunmak, bu olmak gerekir o anlık sanat tanımını yapabilmek için. Nasıl her bir mevsimin kendine has güzelliği var ise, her bir gözün de kendine has algıladığı kendi güzelliği vardır. Önemli olan sanatta merak etmek, görmeyi öğrenmek, görmeyi geliştirmek, gözlemlemek, cesurca denemek, yanılmak ve sonra tekrar denemek. Sanat bir yolculuktur. Sanatı yaşamak bir yolculuktur. Onun bir son durağı var mıdır, var ise nerededir ve bunu kim bana söyleyebilir? Bunu bilmiyorum. Benim de yolculuğum hala devam ediyor. Vardığım bir yer yok, rotam yok. Ben varım, bana doğru gidiyorum. Arada kayboldum sandığım bile oluyor. Fakat kaybolduğum yerin de ben olduğumu bilmek…
Tarzını nasıl tanımlıyorsun? Sence sanatın içinde neler barındırıyor?
Tarzımı ben tanımlamayayım. Bırakalım bunu bu işte uzmanlaşmış sanat tarihçileri, galeristler, koleksiyonerler ya da herhangi bir şekilde sanata gönül vermiş birileri yapsın. Ben sadece yaratayım, yaratayım ki varlığımdan saçılan ışıkları izleyebileyim.
Sanatım neler barındırıyor sorusuna gelirsek; sanatım tüm heyecanımı, tüm meraklı izleyişlerimi, tüm hayran kalışlarımı, tüm gayretimi, tüm değişimlerimi, tüm “ oh beee” lerimi, tüm “haydaa” larımı, tüm gözyaşlarımı, kahkahalarımı, aşklarımı, kendimle olan ilişkimin her bir oluş seviyesini, öte yandan tüm sorumluluklarımı, hayretlerimi, korkularımı, sevişlerimi, bırakışlarımı, teslim oluşlarımı, haykırışlarımı ve sesiz kalışlarımı, bildiklerimi ve bildiğimi sandıklarımı, inançlarımı ve bazen reddedişimi, kaçışlarımı, saklanmalarımı, cesurca attığım tüm adımları, fark edişlerimi, kendim olmanın verdiği sevgi ile kendime sarılışlarımı, güzel bir müzikle deliler gibi dans edişlerimi, mızmızlanışlarımı, şımarıklaşmalarımı, koşuşturuşlarımı, dinleniverişlerimi, bir türkü mırıldanışımı, özlemlerimi, kavuşumlarımı, nefes alışlarımı ve nefes verişlerimi kısacası her ama her halimle zevkle deneyimliyor olduğum kendiliğimi barındırıyor.
Hayata dair temel felsefen nedir ve bu felsefe resmine nasıl yansımakta?
Sadece bu sorunun cevabına odaklandığım bir seneyi bu soruyu cevaplamak için yazı yazarak geçirebilirmişim gibi hissettirdin. Öyle basit fakat aynı zamanda da komplike bir soru ki bu benim için, dilimi çok ağdalamadan ifade etmeyi deneyeceğim.
Hayatlarımızın, içsel oluş durumlarımızın yansımaları ile şekillendiğine inanıyorum. Ve bu oluş durumlarının; gelişerek evrimleşen bakış açıları ve yaklaşım tutumları olduğuna inanıyorum. Geniş bir bakış ile sonsuzun; her biri sonsuz olan ve sonsuz bir değişim devinimine sahip, o sonsuzu oluşturan parçaları gibiyiz. Olasılıkları hayatı algılayışımız ile belirliyor ve sadece varlıklarını sorgulayarak bile sonsuz sayıda ihtimali var ediyor olduğumuza inanıyorum. Bu bağlamdan yola çıkarak sorgulanmış her bir fikrin gerçek olduğuna ve evrendeki her bir parçacık kadar farklı gerçeklikler olacağına inanıyorum. Sonsuz olasılıklardan herhangi birinin, o olasılığın gerçekleşme durumuna yönelik tutumumuz ve yaklaşımımızın şekli ile gerçekleşiyor ya da gerçekleşemiyor oluşunu düşünüyorum şu an. Ama başka bir anda ise -örneğin dün sabah- sadece sabah güneşi tepenin ardından doğarken kulağıma gelen bir kuş şarkısının dile gelemeyen hissettirdikleri hayat felsefem oluyor. Hayat ne kadar değişiyorsa resimlerimin de aynı şekilde değişeceğine, gelişip evrimleşeceğine inanıyorum. Çünkü birbirinden ayrı değil hiçbir şey.
Resimlerinin konusunu seçerken nelerden faydalanıyorsun? Temalarının kaynağı nedir ve vermek istediğin mesajlara nasıl hizmet ediyor?
Öncelikle hiçbir mesaj verme kaygım yok, olsa bile mesajın olduğu haliyle ulaşamayacağını biliyorum. Bu biraz kimse beni anlamıyor mızmızlanışı gibi oldu fakat öyle değil. Ben açık açık yazsam bile gözlemcinin hayatındaki her bir değişken, izlediği şeyi kendi algı sistemine göre algılamasına sebep olacaktır. Erken dönem resimlerimde idealist bir biçimde bunu yapmayı denedim fakat hiç gerek yokmuş.
Konularda ise çıkan bazı resimler, aynı zamanda benim de bütünüyle bir parçası olduğum doğanın hareketi ve uyumunu gözlemleyerek sadeleştiriyor olduğum bir dilde yazılmış güzel bir ânın şiirleri gibiler. O sihirli anların sonsuzlaşışı gibiler. Ama bazen de kendime soruyor olduğum “nasıl bir süreçten geçiyorum?” sorusuna resim vasıtası ile dalıyorum. Hazzı muazzam. Bazen ifade etmek için yanıp tutuştuğum ama nasıl dile getireceğimi bilmediğim bir konuyu ellerimdeki boyalarla irdeliyorum. Bazen de sadece yapıyorum. Ne olacağını, nasıl olacağını, neye işaret edeceğini hiç düşünmeden. Dedim ya, bir mesaj kaygım yok. Bakılan şey resim, görülen şey bakanın kendisi bence. İzleyici ile resmin arasında durmamaya gayret ediyorum çünkü ben de kendi resimlerimin izleyicisi olmaktan çok hoşlanıyorum.
2014 yılında bir otel odasında düzenlediğin tek gecelik serginin hikayesini bizlerle paylaşır mısın? Bu marjinal fikri hayata geçirme konusunda güdüleyici olan sebep neydi? Neden bir otel odası?
“Pomptu : Tek kullanımlık, tüketilebilir”
“Nesne ile dolaylı yollardan bağ kurarak onu sahiplenmek, insanoğlunun hala sürdürüyor olduğu mülk illüzyonlarından biri olmuştur. Özne, nesneyi pragmatist olarak şekillendirir ve kırılmaz kalıplar içerisine oturtur. Bir ihtiyaç ve ihtiyacın giderilmesi yönünde kurulan özne-nesne ilişkisi uçucudur. Belli özel durumlar dışında, nesne, aynılaşarak öznenin yapay ihtiyaçlarını gideren bir aleladeleşme ile varlığını sürdürür. Nesnenin, özne tarafından atfedilen normlar içerisindeyken tükenme ve değersizleşme ihtimali yüksek, kalıcı olma ihtimali neredeyse yoktur. Bu ilişkinin istisnai durumlarından biri, öznenin nesne üzerinde oluşturduğu içselleştirme sürecidir. Bu süreç, yönelinen nesneyi, uzay-zaman bütünselliğinde bulunduğu organik yapıdan kopartarak üzerine yüklenen mana ile özel kılar… Bu ‘özel’lik durumu daima süregelen göreceli bir biçimdedir ve aynı zamanda da değişkendir. Öznenin nesneye yüklediği her yeni mana, nesneyi içselleştirerek benimsemesine, onu olduğu çerçeve dışına çıkartarak sahiplenmesine sebep olur. Bu, öznenin nesne ile doğrudan bağ kurmasıdır.
Kişiselleştirilerek, doğrudan öznel bir biçimde şekillenmiş her nesne, bir deneyim ile kazındığı salt varlığını öznenin zihninde sürdürür. Bu, alelade bir nesnenin, etki alanı devam ettiği sürece vazgeçilemezlik kazanmasıdır. Başka bir deyişle, nesnenin ölümsüzleşmesidir.” yazıyordu serginin kapısında. Şimdi tekrar okuyunca bayağı uzatıyormuşum o zamanlar söylemek istediklerimi.
Sergi, tam bir “neden olmasın ki?” sergisiydi bir yandan da. Sergileme mekanlarının steril oluşu sanat ile ifade bulan bazı duyguların etkisini tam olarak vermiyor ve her türden sanat yapıtını hissettirdiği şey ne olursa olsun ticari bir metaya dönüştürüyor gibi hissediyordum o zamanlar. Bu yüzden de sergi bittikten sonra sergi sonunda kalan her şeyi koca bir çöp poşetine koyarak otelin çöplüğüne bıraktım ve sergi aslında tam da o noktada bitti. O geceden kalan eserler o gece alıcıları ile yeni evlerine giden eserlerdi. Pomptu olamamış olanlar yani… Şimdi kocaman bir gülümseme ile hatırlıyorum o akşamı. Duş alan bir şişme bebek vardı ve onlarca insan ufacık bir otel odasından geçti. Hayatımın en kalabalık one night stand’ı gibiydi.
Yalnızca resimlerinle değil, onları yarattığın yüzeylerle ve sergileme biçiminle de farklı bir bakış açısına sahip olduğunu gözlemliyorum. Sokak sanatıyla da ilgilenmişsin, sende sokak sanatı nasıl bir değer taşıyor?
Yeterli boşluğa sahip her yer yeni bir şey ifade etmek için uygundur bence. Yer yoksa gerekli boşluk da bir şekilde yaratılır. Ya da mevcut olan değiştirilir. Yüzeysel bir kısıtlama hissetmiyorum bu yüzden. Ama sokaklar, benzer duyguları paylaşıyor olabileceğimiz belki de sanatla karşılaşma şansı olmayacak onlarca insan ile bu evrensel dil ile iletişim kurabilmeye olanak tanıyor. Şu sıralar bir köyde yaşıyorum ve buradaki sokaklara da dokunmaya devam ediyorum. Sokağa bıraktığımız eserlerin daha sonra yanlış anlaşılarak yıkılışına ya da kazınışına belki de üzerinin boyanışına şahit oluyoruz. Eserlerin süreçleri devam ediyor böylece. Kendi hikayelerini yazmaya devam ediyorlar. Her birimiz gibi. Hiç bir sorun yok… Bir yolculuğumda birkaç günlük duraklarımın her birine sokak resimleri yapmıştım. Sonrasında hayatta kalan yapıtlarımla karşılaşmak yoğun şeyler hissettirmişti. Tuhaf bir zaman makinesi gibi gelmişti bana. “Haydaaa yaşlanıyor muyum!?” diye sormuştum kendime. Neyse ki sonra “olgunlaşma olgunlaşma” diyerek kendimi olumlayarak ikna etmiştim.
Yusuflu Köyü İlkokulu’nda gerçekleştirdiğin çalışmalar çocuklar adına yapılmış çok kıymetli bir katkı, bize biraz Yusuflu Köyü İlkokulu’nda yapılanlardan ve buna vesile olan sebeplerden bahseder misin?
Dümende ruhum var. Geçtiğimiz sene hayat beni Cunda Adası’nda yaşarken önce Amasya’ya oradan da Yusuflu köyüne getirdi. Karavanımla geldiğim bu köydeki ilk günlerimde köy okulu için yapabileceğim şeyler olduğunu ilk gördüğüm an hissetmiştim. Hayatımızın her anında, bulunduğumuz yer neresi olursa olsun elimizden gelenin en iyisini yapmak önemli bence. Okuldaki ilk yaptığımız şey bir okuma köşesi yaratmaktı. Bir ağaç çizdim ve ismini bilgi ağacı koyduk. Çocuklar da yapraklarını kestiler fon kartonlarından. Daha sonra bilgi ağacımızı birlikte yeşerttik. Akrilik bir kalem, biraz fon kartonu ve yapıştırıcılar ile muazzam bir iş çıkardık çocuklarla. Ardından tüm iç mekana devasa bir resim yaptık. Bir yandan resim yapıyor bir yandan da güzelin büyüsü ile kahkahalar atıyorduk. Okulun megafonlarından tüm köye Bach dinlettiğimiz bir günün sonuna doğru, müdür yardımcısı ile bir sonraki hamlenin okulun dış duvarını sanatlandırmak olduğuna karar verdik. Bu sırada da sosyal medya araçları ile başlattığım bir çağrının sonuçlanışı ile okula mini bir kütüphane kuruyor ve sanatsal malzeme eksikliğini gideriyorduk. Maddi olarak her ihtiyacını karşılayabilecek durumda değildim okulun fakat “şu an elimden en iyi ne gelir?” sorusunu sormak bana yapacak birçok olasılık olduğunu gösterdi. Hala daha köy okullarında yapmaya niyetli olduğum çalışmalar var. Bakalım zaman ve şartlar ne gösterecek?
Çocuklarda sanat eğitimi hakkında düşüncelerin nelerdir? Bildiğim kadarıyla çocuklara yönelik bazı sanatsal çalışmaların da mevcut bize biraz bunlardan bahseder misin?
Çocuklarımızın dünya gezegeninin gelişimine bıraktığımız gezegensel birer miras ve aynı zamanda da gezegenimizin çocuklarımıza bırakıyor olduğumuz bir miras olduğunu düşünüyorum. Hayata karşı duyarlı gelecek nesillerin varlığını şimdiden hissedebiliyorum. Bu konuda bizlerin hayata duyarlı olması ve ilgi alanlarımızı sürdürülebilir hayat algısında genişleterek sonraki nesillere ve bu sayede de hayata fayda sağlayabileceğimize inanıyorum. Her şey birbirine bağlı sonuçta. Bireyselliğinin farkında ve birlikte yaşadığı her türden canlı varlığın yaşamına saygıyla yaklaşacak ve nezaketle hayatı yaşarken aynı zamanda da hayatı geliştiriyor olan bireyler, özgürce yaratma ve değiştirme cesareti ile harikalar çıkaracaktır. Sanat tam bu noktada çocuklarımızın ve içerisindeki çocuğun merakı ile keşfe dalan herkesin yaratıcı olduğunu hatırlamasına çok büyük katkılar sağlıyor bence. Olacakları merakla izliyorum. Bir çocuğun resim yaparken parlayan gözlerine bakınca nasıl bir resim yapma şevki geliyor inanamazsın. İçimdeki çocuğun bir sürü çocuk birey arkadaşı var.
Ayrıca bir seneden fazladır teorik çalışmaları devam eden ve demoları deneniyor olan bir özgür yaratım alanı hayalimiz var. Bu hayal biraz daha fizikselleşsin, seninle bu konuyu tekrar, daha uzun soluklu konuşalım. Şimdilik sadece çıtlatmış olalım. Konuyu bilenlerin gülümseyişini hissedebiliyorum. Ve bunu bilmek de beni çok mutlu ediyor. Oley!
Eserlerinde renklere olan bu tutkunun kaynağı nedir? Neler gizli resimlerinde ve renklerinde?
Herhangi bir resmimi, o anlık oluş durumumun yansıması olarak değerlendireceğimiz bir konuda, renkleri de o anki duygusal çeşitliliğim olarak seyredebiliriz. Bu da bu sorunun sincap ciddiyetindeki cevabı olsun.
2017 yılında Altı+Bir’de düzenlenen “Güzel, Olmayan Tarafım” isimli solo sergin isim itibarıyla bile altında ilgi çekici bir hikâye barındırıyor gibi. Bize biraz bu serginin oluşumundan ve sergiye dahil olan eserlerin yaratım sürecinden bahseder misin?
Nasıl bir döneme götürdün beni şu an inanamazsın… Tam bir dönüşüm dönemiydi. Hayatın geçitlerinden birindeydim. İlerlediğimi hissediyordum fakat bazı yerlerinde karanlık bir merdivenin tırabzanlarından tutunarak el yordamıyla yönümü tayin edebildiğim fakat hala daha ilerlemeye devam ettiğim anları vardı bu dönemin. Yorgundum ama bitkin değildim. Böylesine yoğun bir sürecin sonucunda dinlenmeye geçtiğimde, güzelin ne olduğu ve güzele yönelik her yeni sorguda algının nasıl da değişebileceği dışında hiçbir düşünceye odaklanamıyordum. Bu konuyu öyle çok irdeliyordum ki “güzel” bir uykuya hasret kalmıştım.
Güzel olmayanı da sorguluyordum aynı zamanda. Güzel olmayan bir şeyi, tamamen güzel olmadığına inandığım biçimlerde sergilemeye, performe etmeye, deneyimlemeye açıldım. Kendi üzerimde bir deney yaptım diyebilirim. Bu sayede bir kabulleniş oluştu. Serginin isminde “çirkin tarafım” anlamı varken bir yandan da aslında “olmadığım” sandığım farklı yönlerimi barındıran tarafımı sorguluyordum. Sergi, tüm yaratım sürecini yaşayarak oluşturduğum koca bir happening/performans gibiydi. Sergiyi oluşturan resimler ise bu performatif sürecin sonunda geldiler. Güzel olmayan, olmayan tarafımın resimleri. Dönüp resimlere tekrar baktığımda güzel geliyorlar artık. Güzelliğin tek bir formu yok burada da.
Pek çok sanat dalı gibi resim de motivasyon gerektiren bir dal. Çalışırken seni motive eden şeyler nelerdir?
Bence resim, oluşurken sürekli evrimleşen bir yapıya sahip. Bir sonraki hamlemin ne olacağını görme merakı ve heyecanı bile başlı başına motive etmeye yetiyor beni. Güzel bir müzik, belki lezzetli bir şarap ve kendinle geçirdiğin o muazzam zamansızlıkta resimle başlayan tuhaf ve sonu belirsiz bir yolculuk… Ve bir de bu muhteşem yolculuklar sonucu hayatınızın gün be gün güzelleştiğini seyrederek devam ettiriyor olmanın verdiği kıvanç da cabası. Resme her defasında tekrar tekrar tutkuyla bağlanıyorum.
Sanata dair yaşadığın bir hayal kırıklığı veya pişmanlığın var mı? Ya da anlaşılmadığını hissettiğin oluyor mu?
Tam şu an, kendimi hissederken mutluyum. Bence yaşadığım her şey beni tam da şu an olduğum yere getirdi ve ilerletmeye de devam ediyor. Bu sebeple bir hayal kırıklığı ya da bir pişmanlık yok içimde. Anlaşılmaya gelirsek, artık böyle bir kaygı gütmüyorum resim yaparken. Ulaşacakları yere tam da ulaşmaları gerektiği biçimlerde ulaşıyorlar ve ulaşmaya da devam edecekler.
Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında birçok solo sergi düzenledin ve karma sergilere katıldın. Bu zamana kadar içerisinde bulunduğun projeler arasında senin için özel bir yere sahip olan bir proje var mı?
İnanılmaz bir deneyimdi. Canlı resim etkinliğiydi ve katılan herkesin resme müdahale etmesini istemiştim. “Dünyamız değişiyor, Dünya’da neler olmasını istersiniz?” sorusuyla davet etmiştim izleyenleri resmime. İnanılmaz bir deneyimdi benim için diye tekrar ediyorum. Çünkü “benim resmim” algısını kırdığım anlar silsilesi yaşamıştım. Egomu yarattığım bir resim üzerinden gözlemlemek için inanılmaz bir platformdu. Hem performansı gerçekleştiren, hem de performansı gözlemleyendim aynı zamanda sahnedeyken. Bu sahne etkinliğinden iki tane yapabildim sadece. Sonra pandemi girdi araya. Tiyatrolar tekrar faal olduğunda ve bir arada olmanın sağlığımızı tehdit etmediği anlara vardığımızda, bu projeyi biraz daha geliştirmeyi düşünüyorum hala. Sonra seninle tekrar konuşmak isterim. Eğer yapmaktan vazgeçecek olursam da söz veriyorum haber vereceğim.
Aykırı bir insan olduğun söyleniyor. Bu zamana kadar sanata veya daha özel olarak resme dair en aykırı maceran neydi?
Aykırı mı? Kim demiş? Ayrıca normalin ve aykırının ne olduğunu net bir şekilde bilmiyorum.
Resme dair en aykırı macerama gelirsek de, zihnimde beliren ilk cevap dışında bir cevap vermek istemem bu soruya. Anlatacağım şey “en aykırı” olmayacağından pek dürüst olmayacak. Bu yüzdendir ki ne yazık ki fazlasıyla “aykırı” olduğundan anlatamayacağım.
Resim alanında ulaşmak istediğin bir nokta yahut bu alanda gerçekleştirmek istediğin bir hayalin var mı?
Eserlerimin dokundukları insanlara, mekanlara, evlere, duvarlara, koleksiyonlara, müzelere ve sokaklara; sağlıkla, sıhhatle, neşeyle, keyifle, bollukla, bereketle, mutlulukla ulaşmalarına niyetliyim. Ve eserlerimin öncelikle bana kazandırdıkları ile yaratımlarımı sürdürmeyi ve aynı zamanda da sanatı ve sanatçıyı destekleyebileceğim alanlar sağlayarak etkinliğimi genişletmeyi amaçlıyorum.
Bir de, resimlerimin sonsuzlukta parlayan parçalarım olarak beni yansıttıkları bir ölümsüzlük fikri ve yaşarken de resimlerimin getirisi olan güzelliklerle kendimi farklı farklı biçimlerde deneyimleme fırsatlarını hayal etmekten ve bunları yaşamaktan daha iyi ne olabilir merak ediyorum?
Şu an devam etmekte olan bir projen var mı ya da ufukta gerçekleştirmeyi düşündüğün bir proje veya sergi görünüyor mu? Ve son olarak eklemek istediğin bir şeyler var mı?
Resim yaparken, daha doğrusu sanat ile ifade bulurken hissettiğim şeyleri çok seviyorum. Sanatın dokunduğu herkesin de kendi biricik deneyimlerini özgürce yaşayabilmesi gerektiğine inanıyorum. Her türden yaratım deneyiminin yaşanabileceği özgür üretim alanları sağlamak konusunda modeller üzerinde çalışıyorum bu yüzden de. Daha önce Cunda Adası’nda başladığım sanatçı rezidanslarına şu an Atelier Fernweh, Erin İlkcan Aslan ve Zeytin Perisi Evleri ortak çalışması ile Yusuflu Köyü’nde devam ediyoruz. Sanatçı dostlarımız gelip gidiyor. Birlikte üretiyoruz, birlikte seyrediyoruz, birlikte kahkahalar atıyoruz hayata doğru. Ve uzak olmayan bir gelecekte yeni yerlerin de yaratımında etken bir rol üstleneceğime inanıyorum. Halihazırda devam eden birkaç dijital sergide eserlerim izlemeye açıklar. Pandemi dolayısıyla turnesini tamamlayamadığımız “Değişim! Nefes al, Nefes Ver” performanslarına ve oluşturuyor olduğumuz bazı yeni platformların tasarımsal süreçlerine de odaklıyım. Yakınlarda bir kişisel sergi tarihi yok fakat bir anda ola da bilir. Fakat sıradaki kişisel sergimin içeriğine dair çalışmalarım muazzam bir motivasyon ivmesi ile devam ediyor. Yeni bir beste üzerinde çalışıyor ve aynı zamanda da bir seneden fazladır yazıyor olduğum haikuları ufak ufak kitaplaştırma çalışmaları yapıyorum. Ha bir de yaşadığım köyün olduğu kasabaya bir sokak sanatı festivali, aynı zamanda da buradaki tepelerden birine bir land art bırakmaya niyetliyim. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ama en önemlisi hayattan layıkıyla zevk almak ve kendime “seni seviyorum” demeye devam etmek öncelikli projem.
Seni tanımak oldukça keyifliydi. Vakit ayırdığın için Gazete Sanat ve okuyucuları adına teşekkür ederim Sevgili Erin…
Seninle sohbet etmekten büyük keyif duydum. Varlığım varlığını sevgiyle selamlıyor. Teşekkür ederim.
İlk yorum yapan siz olun