“Bana Denk Geldi” adlı ilk kıtabının ardından “Bana Denk Geldi/Gene” adlı ikinci kitabıyla da adından söz ettiren fotoğraf sanatçısı Ersin Erkol ile kitapları ve yaşamı üzerine sohbet ettik. Keyifli okumalar.
–Merhaba Ersin Bey. Bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi okurlarımızın daha fazla tanımasını isteriz, bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Ersin Erkol?
Ben teşekkür ederim sohbet için.
“Haydi kendini tanıt”
Bu, “Bana Denk Geldi” Youtube kanalımda pandemi öncesinde yaptığım 50’nin üzerindeki söyleşi videolarında dostlarıma sorduğum ilk soru. Ve çok basit de görünse aslında insanı epey duraklatan bir soru. Yoksa, 1965 doğumlu makine mühendisi bir iş adamı olduğumu, evli ve üç çocuk babası olduğumu söylesem ya da üniversite yıllarından beri fotoğraf çektiğimden bahsetsem… İş dünyasındaki özgeçmişimi özetlesem… Ya da Radyo Gedik’teki programımız Uçan Müzik’ten bahsetsem..
Hiçbiri tek başına olmaz, hepsi lazım kendimi anlatmam için.
Burada kendimi “hayatın denk getirdikleri üzerinden giderek, gelişimini sürdürmeye çalışan bir fotoğraf hikâyelendiricisi” olarak tanıtmayı seçiyorum.
–Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
Çocuktum. Yatay duran bir dikdörtgen kibrit kutusu gibi bir makine almıştım. Üzerinde kare bir flaş vardı, 4 tarafında birer ampul görünen. İlk fotoğrafımı çektim. Patladı flaş, ortalık ışıl ışıl oldu. Ama ampul karardı buruştu ve kare döndü yenisi geldi öne. Ve ben anladım ki her karede bir flaş patlayacak ve böyle giderse benim bunu ödemem mümkün değil. O bir tek kareyi iyi seçmem gerekiyor demek ki…
Fotoğrafla böyle tanıştım çocukken. Lisede de çektim bir şeyler ama asıl merakım üniversitede aldığım Rus malı Zenith TTL makinesi ile pekişti. Hatta negatifleri karanlık odada banyo yapıp agrandisörle de baskısını yaptığım bir dönem oldu benim için. Sonra yeni makineler, çekimler..
–İlk kitabınız için “Bana Denk Geldi”, ikincisi için de “Bana Denk Geldi/Gene” isimlerini kullanmışsınız. Bu isimleri seçme hikâyenizi anlatır mısınız?
“Denk gelmek” bir hayat görüşü benim için. Hepimize sürekli bir şeyler denk geliyor. Olaylar, insanlar, an’lar… Çoğunu fark etmiyoruz, değmeden ya da içimizden geçerek gidiveriyor. Oysa ki hepsinin büyük küçük bir anlamı var ve hepsi de fark ederek veya etmeyerek seçimler yaptırıyor bize.
Ben, dolaşırken etrafı “görüyorum” sürekli. Radar taraması gibi. Elimde değil. Ve akışta bir “sıradışılık” hissettiğim anda yanımda ne varsa -ki cep telefonum oluyor bu genellikle- hemen durup o anı sabitlemek istiyorum. Bunu yapamadığım, resmen gözümün önünden kayıp geçen anlar var bazılarını hiç unutmam. Onlar da denk gelenler ama size ulaştıramadıklarımdan.
Dolayısıyla, anlatmaya çalıştığım şeyler hep “bana denk gelenler”. Bunlar, ya da bunların yarattığı etki, okuyuculara ilginç ya da tanıdık gelebiliyor… Gördüğü ilgi de bundan dolayıdır sanırım. Hepsi günlük yaşamın içinden ve “sıradan” kareler. Sıradan olmasını söylemem, yaptığım işi “sıradanlaştırmak” değil ama. Ayrı şey onlar.
“Bana denk geldi”, benim şahitlik ettiğim anları getiriyor size.
–Eğer fotoğraf çekmeseydiniz, hangi sanat dalıyla uğraşıyor olurdunuz?
Müzik.
Okulda karikatür de yapıyordum ama aslında tek kelimeyle cevap vermem gerekirse kesinlikle müzik. Zaten 1 yıl konservatuvara da gitmişim çocukken hayal meyal hatırlıyorum .
Sanırım ilerleseydim orkestra şefi olmak isterdim.
Şimdi de iyi bir müzik dinleyicisi olduğumu düşünüyorum. Hatta 40’lı yaşlarda keman öğrenmeye karar verdim, öğrendim de biraz. Çalıverdiğim birkaç parçam olsun yeter diye düşünüyordum. Bu hedefime ulaştım. Ama epeydir elime almadım kemanımı, Tolga hocam duymasın.
–İkinci kitabınız “Bana Denk Geldi/Gene”, fotoğraflarınız ve altına yazdığınız fotoğrafın duygusunu yansıtan yazılarla ilk kitabınızdan farklı ne anlatmak istediniz?
Eyvah… Soruyu doğrudan dürüst cevaplarsam “farkı yok ki” diyeceğim, yani şeklen.
Kitaplarımda albümler var. İlk kitabımda “Bir doğa yürüyüşü, Gelibolu, Buz, Karanlık, Bahar, Yansıma, Evvel zaman içinde, 3 tane sonsöz” bölümleri var. Yani bu başlıklar altında toparladığım fotoğraflarımı yorumlayarak hikayelendirdim ilk kitabımda.
Yeni kitabım da aynı tarzda.
Sadece, bu sefer daha çok yazdım. İlkinde biraz çekimserdim, sonra sevdim bu yazma işini, çektiğim fotoğrafla altına düştüğüm notlar bazen öyle güzel uyuşuyor ki, sanki o kare tam da o anlattığım şey için çıkmış karşıma gibi hissediyorum.
Yeni kitabımda da “Ses, Hayvanlar, Kentsel dönüşüm, Kapılar, İstanbul Erkek Lisesi, Öğretmenim, Pandemi, Hayat okulu (sadece yazım bu , fotoğraf yok bu sefer), Spiritüel, Bir kare bir hikaye” bölümleri var.
Şunu da söylemem lazım. Bazen fotoğraf çekmeye çıktığımda, hatta konu başlığını düşünerek çıktığımda ki bu ilk kitabımda daha çok olmuştu, ya da arşivime girip bir zaman çektiğim fotoğraf karelerini bir albüm başlığı altında toparlarken, müzik dinliyorum hep. Tam odaklanarak.
İşte o dinlediğim müziği de okuyucumla paylaşıyorum, siz de bunu dinlerseniz, benim albümü kurgularken hissettiklerimi size daha kolay aktarabileceğim diyorum.
İlk kitabımda parçaları liste olarak vermiştim.
Yeni kitabımda daha da güzel oldu. Barkod kaydını yaptım her parçanın. Telefonunuzla okuttuğunuzda size hemen getirip çalıyor.
Kitabımı okuyacak olan dostlara böyle yapmalarını özellikle tavsiye ederim.
–Youtube da bir kanalınız var. Bu kanalı açma fikri ortaya nasıl çıktı?
İlk kitabımın arkasından çıktı Youtube kanalı açma fikri. İsmi aynı ama içerik olarak farklı. İlk önce fotoğraf çekmemi de içeriyordu, dostlarımla sohbet ederken bir yandan çevrede denk gelenleri alıyordum objektifime. Ama bir süre sonra sohbet koyulaştığında çevreme bakamaz olduğumu fark ettim ve sadece sohbete odaklandım. 50 üzeri video var çok farklı alanlarda birikim yapmış arkadaşlarımı konuk ettiğim. Hatta sonlara doğru, “Gelibolu memleketim” çekimi ve Çanakkale Savaşları’nın geçtiği alanı rehber eşliğinde dolaşarak çektiğim belgesel tadında programlar var. Yani kanal bir yandan sürekli evrildi. Pandemi gelince de kendi seslendirmemle kayıtlar yaptım ki aslında yeni kitabımda o kayıtlardaki dosyalar da var.
–Aynı zamanda radyo programı da yapıyorsunuz. Bu sürece nasıl başladınız ve nasıl gelişti?
Radyo işi bambaşka…
Radyo Gedik, Gedik Üniversitesi çatısı altında Podcast olarak internet üzerinden yayın yapan harika bir radyo. Önce orada “Endüstriden Denk Gelenler” programı yaptım. Harika oldu. Hem çalışma hayatımda denk gelen dostlarımdan konuk aldım, hem onların yöresindeki bir Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Müdürünü konuk alıp okulu tanıtmasını istedim. 5-6 ay süren bir program oldu çok hoş anılar bıraktı. Podcast olarak bulup dinleyebilirsiniz hala.
Bu programda bir ara, Türkiye’nin sanayi geçmişini özetledim, kendi deneyimlerimden anılarımdan ve internet araştırmalarımdan derleyerek. Bol bol da müzik çaldım hangi dönemi anlatıyorsam ona denk gelecek şekilde. O ara fark ettim bir müzik programı yapmak istediğimi. Ve taa ortaokuldan arkadaşım harika müzisyen Tanju Eren’le bir araya geldik… Daldan dala uçalım içimizden nasıl rüzgar eserse ona göre müzik seçip çalalım dedik. UÇAN MÜZİK programı da öyle çıktı. 1,5 yıldır sürdürüyoruz. Bir konu ortaya atıyoruz. Ama herhangi bir somut veya soyut konu, başlık, nesne… Ne gelirse o anda. Doğaçlama. Ve o konu etrafında aklımızdan geçenleri sohbete getirirken çağrıştıran müzikleri de dinletiyoruz, epey eğlenceli bir program oluyor. Tavsiye ederim, yine podcast olarak soundcloud vb. platformlarda hemen bulabilirsiniz.
–Fotoğraf çekerken en zorlandığınız anınız/ ânınız nedir?
Fotoğraf çekerken zorlandığım an…
Olsa olsa zaman derim. “yakaladığım anı kaçırmama” telaşı. Bir keresinde harika bir gün doğumu yakalamıştım ama grupla birlikte yoga yapıyorduk, bitmeye yakındı ama o 2-3 dakika bile uzun geldi, ve bittiğinde o ilk gördüğüm kare de yoktu artık.
Fotoğrafla uğraştığınızda “an” konusunun önemini daha iyi anlıyorsunuz. O an olan her şey, nesneler, ışık… Bir sonraki an olmayabilirler veya o şekilde olmayabilirler. Ama dikkat… Bu, işte tam o an’ın ne kadar önemli olduğunu söylemiyor bize, sadece “başka” olduğunu, bir sonraki anın da yine harika ve başka bir an olabileceğini söylüyor.
–“Bana Denk Geldi/Gene” kitabınız için gelen yorumlar size ne düşündürüyor?
Üçüncü kitabımın daha da iyi olacağını düşündürüyor sanırım.
–Son olarak Ersin Bey, eklemek istediğiniz ve okurlarımıza verebileceğiniz bir tavsiyeniz var mıdır?
Tavsiye dinlemeyi pek sevmem. Tavsiye etmeyi de..
Öneri olabilir ama. Öneri, eşitler arasında olur çünkü…
Ve okurlara, derin bir nefes almalarını önerebilirim, yavaş yavaş, hani yudum yudum . O nefesi küçük bir an tutmalarını ve yine küçük küçük bırakmalarını. O arada sadece nefeslerini dinlemeye odaklanmalarını. Tek önerim bu. Bunu yaptığınızda an’ı yakalamış olacaklar zaten. Sonrası.. çok, bol, mutlu ve huzurlu olsun inşallah.
Kitabımla ilgili de, bir öneri değil ama bir ricam var. Son söz olarak değineyim.
Lütfen kitabı şöyle bir çevirip gözünüze takılan bir fotoğrafa dalıp gitmeyin. Hepsi, kendi başlarına kaldıklarında mahzunlaşan ve anlamı azalan kareler, içinde bulundukları hikayede bir önceki kareden aldıkları enerjiyi işleyen ve bir sonraki resme ileten kareler. Yani.. hikayeleri baştan alın, okuyun bitirin. Sonraki hikayeye geçmeseniz de, her kısa hikayeciği bu şekilde alın dağarcığınıza. Önerdiğim, benim hikayeleri kurgularken dinlediğim müzikleri de barkoddan okutup dinlerseniz…
Daha ne isterim…
Daha şunu isterim aslında.
Paylaşın benimle, fotoğraflarımın ve yazılarımın size nasıl geldiğini duymak isterim tabii ki…
Hoşçakalın, sağlıcakla kalın. Çok teşekkür ederim.
Harika bir soylesi! Ucuncu kitabi dort gozle bbekliyorum. Imza: Ramisru-Ucan muzik programi devamli dinleyicisi
Ersin cim..
Eline, koluna, fotoğraf makinana, bilgine, sağlık çok güzel bir röportaj olmuş, zevkle okudum….
Bu söyleşi bile hemen kitabı edinip bir solukta okumanız duygusunu geçiriyor. Nefesin sonsuza kadar sürsün Ersin Erkol !
Tanımadığım bir sanatçının söyleşisi diye algılamaya çalışarak okudum. Çok etkilendim. Tanıdığım Ersin Erkol’ün bu söyleşiye sığdırılmaya çalışılmış yaratıcılığı ise çok başka. Hâlâ inanamıyorum nasıl bu kadar dalda üretim yapabildiğine. Aynen devam…