Global entelektüel tahayyülün, mazinin parlak düşünce, eylem, deneyim ve anıları boyunca kendine güzergâh aradığı ve buradan bir çıkış kapısı bulma çabasında oluşunu, nostaljinin, tarihin ve günün karanlık dehlizlerinde, melankolik bir kayboluşun içinde olduğunu ve yolun amacını bile yitirdiğini biliyoruz zaman zaman. Evet, gazetecikten bahsediyorum. Alanlarının, türlerinin, sosyal etkilerinin ve medyasının olduğu gazetecikten. Metaforik olarak tanımlayacak olursam “Enstalasyon” sanatı, hazır nesne geleneğinin bir uzantısı olarak düşünebiliriz. Bu noktada Ali Demirtaş, vakur bir duruş, münevver insan olarak sanat yapıtlarını ve bulunduğu dünyevi mekanla arasındaki ilişkiyi imgeleyen genç gazeteciler arasında…
10 Nisan 1996 yılında Niğde’de doğan, köyde başlayıp 1999 yılından bu yana İstanbul’da devam eden bir serüven Ali’ninki; beş kardeşten biri. İstanbul Arel Üniversitesi, Gazetecilik bölümünden mezun, yüzde yüz başarı bursuyla eğitimini tamamlamış, aynı zamanda İstanbul Medya Akademisi’nde de sinema öğrenimi görmüş uzunca. İşitme engelli bir gencin travmasına odaklandığı “DUYU” adlı kısa filmi ve medya kritiği konusunda çektiği “Bakış”, “Barış”, “Vision” ve “Öngörü” adlı video çalışmaları festivallerde gösterilmiş ve karma sergilere dahil edilerek ödüller almış. Festival yolculuğuna devam eden “Andala – Son Ziyaret” adlı belgesel filmi ise T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü tarafından desteklenmiş.
-Yazar ve yönetmenliğini yaptığın, “Duyu”, “Bakış”, “Barış”, “Vision” ve “Öngörü” ve son olarak “Andala-Son Ziyaret”… Farkındalığı yüksek, donanımlı ve yaratım gücü kuvvetli birisi olarak bunların gelişmesinde en temel faktör nedir?
Bu çalışmalarda en temel faktör bana ait ve benden olmaları. Bu ne demek? Daima kendi hayatımdan, mesele ettiğim ve “bence sorunlu” olarak gördüğüm tema ve konuları filmleştirmeye çalışıyorum. Yani dünyanın en iyi filmini çekmek ya da en iyi senaryo ile hikayesini yazmak hiçbir zaman derdim olmadı. Aksine en temel derdim kafamı meşgul eden, üzerine çokça düşündüğüm ve bana ait olan konuları görselleştirmek oldu. Gazetecilik anlayışım da bunun üzerine kurulu, benden ve bana ait olan ama bunu ille özgünlük kaygısı taşıyarak yapmak değil; kendiliğinden…
-Yarın kitabın çıkıyor. İsmi ne olurdu? Ve senin hayat kitabının önsözünde ne yazıyor? Ve kitabı ortasından açsalar, o sayfada yazanlar okuyana net ifade eder mi, yoksa seni baştan mı okumak gerekiyor?
Adı sanırım “Virgül” olurdu. Virgül benim için sadece bir noktalama işareti değil, aynı zamanda bir duruş, yaşam tarzı ve anlayış demek. Henüz bu yaşam tarzına tamamen sahip miyim bilmiyorum ama virgül bana göre sakinliğin ve doğru yerde, doğru nefesi almanın gerçek karşılığı. Kitabın önsözünde de bunu ifade eden bir yazı olurdu sanırım. Öte yandan bence her şey bir bütündür; sebebiyle, sonucuyla, öncesiyle, sonrasıyla; bu nedenle kitabı ortadan açtıklarında okudukları şey belki evet belli anlamlar taşıyabilir ama yine de baştan okunması taraftarıyım…
BİR İNSANDA ÖZGÜNLÜK KAYGISI VE BUNUN ÖZGÜVENİ OLMALI
-Özgürlük kaç metrekare?
Özgürlük hem sınırlı hem de sınırsız bir metrekarede, bunu biz ve elbette sahip olduğumuz detaylar ve düşünce tarzımız belirliyor. Sayı vermem mümkün değil, sayılar üstü bir izah gerekir özgürlüğün metrekaresine.
-Karakter envanterinde ne olmalı insanın?
İyilik, iyi bir insan olmak ve bunun kaygısını taşımak olmalı. Aynı zamanda empati yeteneği de elbette. Ayrıca özgünlük kaygısı ve bu özgünlüğe sahip olmanın verdiği rahatlık ve özgüven de envanterimizde bulunmalı sanırım.
-Her insanın kayıp bir puzzle parçası var mıdır?
Her insanın kayıp bir ‘puzzle’ parçası var da olabilir yok da… Ama kayıp bir parçası olanlar şanssız, olmayanlar da şanslı diyemeyiz. Bu sanırım nereden nasıl baktığımızla ilgili bu durum… Belki de kaybın ve eksikliğin tanımını yeniden yapmak gerekir.
-Gazetecinin sezinlediği sosyal değişiklikler olağan ve genel bir durum haline gelince, önceleri yargılanmış, yadırganmış olan isimler herkes tarafından kabul edildiğinde mi beğeni ölçütü haline geliyor?
Kısaca, beğeninin, güzelin ya da başarının ölçütünü onu ne kadar kişinin onayladığıyla ya da alkışladığı ile paralel görmüyorum. Pratikteki veya uygulamadaki karşılığı farklı olabilir ama bu da doğru olduğu anlamına gelmez. Kimin kim tarafından yargılandığı, yadırgandığı ya da desteklendiği, beğenildiği de önemli. Öte yandan herkesin birbirini neredeyse nefes alış şekline göre ayrıştırdığı, yargıladığı ya da yadırgadığı bir dönemde ve dünyada yaşıyoruz. Sosyal medyada özellikle. Dolayısıyla biz kendimize bir dönüp bakalım bence, bir sakinleşelim… Umarım sorunuzu doğru anlamışımdır…
-Ruhun bağışıklık sistemi için ne önerirsin?
Keşke bilsem… ☺ Ama en azından benim denemeye çalıştığım şeyleri söyleyebilirim, sakinlik, sabır ve iyi olma halinde kalmak ve bunu tekrar tekrar denemek, kötülükten korkmak ve ondan beslenmemek, uzak durmak…
-Hayatın bir film olsaydı soundtrack hangi müzik ve kim tarafından oynanmasını isterdin?
Bunu hiç düşünmedim dolayısıyla bir cevabım da yok. Sanırım gazeteciliğin de verdiği refleksle, özne değil aracı olmakla ilgili bu cevapsızlık ya da bunu daha önce düşünmeyiş, bilemiyorum.
-Aklının odalarında ve prospektüsünde neleri muhafaza ediyorsun?
Kendimi, ailemi ve çevremdeki iyi insanları, bir de geleceği, geleceğimi. Şu an bulunduğum hali ve yeri de elbette…
-Kendine 10 üzerinden kaç puan verirsin?
Kendime puan vermeyi veya puanlaştırmayı istemem sanırım. Bu durum bana biraz metalaştırmak gibi geliyor insanları, dolayısıyla kendimi. Bunu tercih etmem.
-Betimsel ve imgesel yaklaşım ile somut olarak yorumlanmış ve neden-sonuç ilişkileri irdelenerek ortaya çıkardığın yapıtlar var. Herkesin algısı parmak izi kadar benzersiz elbette. Ali Demirtaş’ın giriş-gelişme-sonucunun alt metninde neler var?
Sanırım üçünün alt metninde köklere bağlılık ve bunu inkâr etmeyiş var. Bu köklerle daima barışık olma hali ve duyulan saygı ile gösterilen sevgi de cabası sanırım.
-Hayatı karşına alıp gözlerinin içine bakabiliyor musun?
Çok ucu açık, soyut bir soru. Bakabiliyorum sanırım, neden bakmayım, ona karşı bir yanlışım olmadı, zannediyorum.
VARLIK DÜNYAMI; NAHİF, ANLAMLI, ÖZGÜN, BİRİCİK VE FARKLI OLANLAR BESLİYOR
-10 yıl sonraki kendine bir mesaj gönder?
“Umarım olmak istediğin yerde ve mutlusundur Ali.”
-Üç kelimeyle Türkiye’de gazetecilik?
PR, ticari, politize.
-Toplumsal estetik değeri, duyum, düşünüş, tartışma, eleştiri ve yargılama sonucunda oluşturduğunu görüyorum. Tüm bu süreç karışık bir anlamlandırma gerektiriyor mu? Bu çalışmalar toplamında, katma değerin oluşumunda rol oynayan hangi değişkenlere bağlı?
Hayır gerektirmiyor. Hesapsız ve kendiliğinden sahip olduğunuz değerlerle ilerliyor çünkü. Sonradan kodlanmamış ve ezberlenmemiş… Bu noktada birçok değişkenden bahsedebiliriz. İçinde bulunduğumuz kendimiz, çevremiz ve odaklandığımız; üzerine düşündüğümüz şey ne ise…
-Çocukluğun şu anki halini görse ne derdi?
“Lütfen devam et Ali; aklına, gönlüne, kalbine, fikrine, zihnine mukayyet ol ve devam et…”
-Daha doğmadan yaşayacağın hayatı görseydin eğer yine de dünyaya gelmek ister miydin?
Yaşamak güzel bir şey, zorluğuyla, kolaylığıyla, iyi yanıyla, kötü yanıyla… Şu an 28 yaşındayım ve bu zamana kadar olan yolculuğumdan memnunum, yaşamaya değer. Sonrasında da Allah’ın izniyle en azından asgari ölçülerde dahi her şey yolunda giderse, yine gelmek isterdim dünyaya pek tabii. Ayrıca bence yaşam kelime anlamı itibariyle de içinde biraz zorluk ve mücadele istiyor. Diğer türlüsü sadece bulunma ve olma hali olurdu belki de…
-Kurtuluş reçetesi ne yazarsın?
“Herkes herkesi bir salsın, kendi yolunda odaklansın…”
ZEKÂ YOKSUNU OLDUĞUMU DÜŞÜNDÜRECEK KADAR NEZAKETLİ VE DUYARLIYIM
-annebengazetecimiyim.com adıyla ebeveyni olduğun, çalıştaylar, etkinlikler düzenlediğin, “bağımsız” ilkesine sadık olan bir platformun kurucusu konumundasın. Sanatın derinliğini, değerini, güzel kavramını, kuramını ve sanatın “ne”liği ve “niteliği”ne ilişkin nasıl tespitler yaparak varlık dünyasını oluşturuyorsun?
Sanırım fiziki pek çok tanım ve detaydan ziyade anlamsal tespitler yapmaya çalışıyorum. Yani karşımdaki “şey”in formu ya da formatı ne olursa olsun, mesajına, anlatmak istediğine, anlamına ve söylemine odaklanıyorum. Eğer bunlar nahif, anlamlı, özgün, biricik ve farklı bir bakış sergiliyorsa benim için kıymetli oluyor. Varlık dünyamda buna paralel ve tüm bunlardan besleniyor elbette.
-Yalnızlığı hiç yakından gördün mü?
En yakınını görmeden ne kadar yaklaştığımı bilemem. Bu zamana kadar gördüysem de içselleştirmedim sanırım ya da dert etmedim, ajite de.
-Aklına gelince karnına yumruk yemiş gibi hissettiren ilk düşünce?
Haksızlığa uğradığım an ve olaylar, yumruğun şiddeti azalır belki ama hatırladıkça etkisini gösterir.
-Hala bakir kaldığını düşündüğün ne var?
Biraz fazla nezaketli ve duyarlı olduğumu düşünüyorum. Zaman zaman karşı tarafa zekâ yoksunu olduğumu düşündürecek kadar. Fazla düşünceli olma halinde ve anlayışlıyım kendimce. Dolayısıyla sert veya vurdumduymaz olmak noktasında bakirim sanırım.
-Film eserlerinde gördüğüm ve yorumladığım temel parametreler olarak “nesne” ve “mekân” kavramları “özne”, “zaman”, “deneyim” gibi kavramlarla ilişkileri içerisinde ele almış, örnekler üzerinden de kilit noktalara değinmişsin. Seni, tarihe bıraktığın not ve haleti ruhiyenin ayna yansıması olarak nitelendirebilir miyiz? Bu minvalde, hayat karnenin Z raporunu çıkarırsak elinde olan sonucu nedir?
Tarihe not bırakmak çok kıymetli, sanırım yaşamımdaki temel kaygılardan biri de bu, arkada anlamlı bir şeyler bırakabilmek. Tüm bunlar da halimin ve ruhumun yansımadır elbette, dolayısıyla nitelendirebiliriz evet. Z raporunun ardından çıkan sonuç da “kendim olmak” olur sanırım…
-Hangi yazar tarafından hayatının yazılmasını isterdin?
Film sorusu gibi bunu da düşünmedim. Ama yazılacaksa illa, başkası yazsın istemem sanırım, ben yazayım. ☺
-Duygularımızın hepsi manifesto diyebilir miyiz?
Eğer bu duygular fabrikasyon ürünü gibi, ezberden ya da herkesle benzer değilse evet, diyebiliriz.
28 YILLIK Z RAPORUMUN SONUCU: KENDİM OLMAK…
-Hayatını ne şekilde mayalıyorsun?
Hayatımı olabildiğince iyilikle, iyi düşüncelerle; empati ve daima anlayışlı olma haliyle mayalıyorum. Ama ne kadar beceriyorum bilemiyorum, en nihayetinde insanım; nefsim var ve acizim. Bir de reflekslerim…
-Dünya üzerinde, gazetecilik dediğimizde alt kıvrımları olarak açıklayıcı, yerel, ulusal, eleştirel gazetecilik gibi birçok dalı içinde barındırıyor. Deyim yerindeyse çeşitlilik zenginliğiyle matruşka gibi niteliklerini icra ediyorsun. Konusunda mahir, mektepli, efsunlu yapıtlara, hissedilen seyirlik bir manzara gibi imza atmış genç yaşı ile Türkiye’de de Ali Demirtaş’ı görüyorum. Ortak paydanız elbette ki gazetecilik. Seni diğerlerinden farklı kılan en belirgin özellik(ler) neler?
Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim, onore olurum. Bu soruyu naçizane haddimce cevaplamak isterim zira diğerleriyle bir kıyasa girmektense ben neresinden nasıl tutarım kısmını yanıtlamayı tercih ederim. Benimki doğru diğerlerininki yanlış anlayışında olduğum sanılan bir algı oluşsun istemem. Ama ben gazetecilikte de özgünlükten ve daima arayış halinde olmaktan yanayım. Sunulanın ötesine geçen, anlamlı sorular soran, dinozor ve ezber kaygılardan uzak duran gazetecilik tarafı benim durduğum yer aynı zamanda.
Sanırım gazeteciliğimdeki en belirgin özellikler de buna paralel. Zaten parlamış ya da parlatılmış olana söz hakkı tanımaktansa parlamaya oldukça müsait olana, fırsat verilmesi gerekene ve keşif sonucu ulaşılmışa uzanmak ve ona söz hakkı tanımak en temel kaygım. Bu genç bir sanatçı da olabilir, hayata dair bir derdi ve üretim kaygısı olan biri de. Ayrıca tarafıma hazırdan sunulmuş, bir arayış sonucu ulaşılmamış olan hiçbir şey de benim gazetecilik vizyonuma çok uygun değil. Bu başlıkları çoğaltabiliriz ama şimdilik okuru sıkmak istemem. ☺
-Son olarak bir soru eklemek ister misin?
Çok teşekkür ederim, benim için çok keyifli bir söyleşi oldu, sorularınıza ve düşüncenize sağlık…
Gazete Sanat ve kendi adıma, çokça sevgiyle…
Gazeteci, film yapımcısı ve moderatör, Akşam Gazetesi Cumartesi Eki muhabiri, Anne ben gazeteci miyim? platformu kurucusu, Ali Demirtaş’ı ağırladık. Mesut olduk, yolu çiçekli bahçelere çıksın…
RÖPORTAJ: ENGİN DAL (SESLENEN ADAM)
İlk yorum yapan siz olun