Yazan: Şeniz Baş
Bir yazar ne tema seçerse seçsin, odağa hangi konuyu alırsa alsın kaderi okurun metinden anladığıyla yaşamaktır. Bu da paramparça bir aynaya bakmak gibidir çünkü her bir okur her bir satırda sadece kendi algısına çarpan bir fotona takılacaktır. Bu, –eğer yazar şanslıysa ve kitabı okuruna ulaşmışsa- binlerce foton demektir. Şükür ki foton algıcıklar birleşerek büyük bir resim çizmeyi başarırlar. Yoksa derdini anlatmanın peşine düşen yazar kendini demediklerini demiş gibi yapmaktan, dediklerini dememiş gibi duymaktan sersefil bir halde bulabilirdi.
Ayhan Koç son kitabı Cümle Göğün Mavisi’nde bu fotonları açıkça ortaya koymuş, okura beğen bir konuyu onun üzerinden konuşalım demiş. Buradan devam etmeden önce kitabın konusunu kısaca aktarayım. Fevzi kırklarına yaklaşmış, her şeye dair muhalif görüşleri olan bir yazar-gazetecidir. Karısı Meral’le dokuz yıldır evlidir ve karısının e-güncesini gizlice takip etmeye başlamıştır. Burnuna bir aldatılma kokusu gelmekte ve Fevzi kendi kendine içlenmektedir. Bir taraftan iyi gitmeyen yazarlık kariyerini tartmakta, diğer yandan da gazetedeki arkadaşı Sermet’le yayınladıkları yolsuzluk dosyasının başına açacaklarına karşı kendini hazırlamaktadır. Yıllardır görüşmediği babasıyla da artık bir araya gelmesini gerektiren bir durum doğmuştur. Geçmiş kendini dayatmış, gelecek belirsizliğe savrulmuştur. Bütün bunların tam ortasında da içindeki “yabancı”yla çatışma halindedir. Bütün bu parçaları birleştirip “Fevzi”nin bu dünyada neden var olduğunu bulmak gibi bir gayesi olmasa da olaylar onu oraya doğru sürüklemektedir.
Kitabın konusunu özetlediğimde de görüldüğü üzere Ayhan Koç bu kitabında, son on yıl içindeki özel ilişkilerdeki değişimi, cinsiyet tanımlamalarındaki çeşitlenmeleri, toplumun zihnindeki ve günlük yaşamındaki dönüşümünü, mülteci sorunlarını, ülkenin yalpalamasını ve benim en sevdiğim kısımla, yayıncılık dünyasının el altından konuşulanlarını güneşe çıkarıp ipe asmış. Hepimizin aramızda konuştuklarını sert eleştiriler içeren ama buna rağmen güler yüzlü bir dille anlatmış. Biraz ileri gidip kutsal addedilenlere de sağlı sollu dokundurmuş. Okur sayfaları devirirken yeni bir bakış açısı görmeyecekse de yazarın hikâyeye dâhil ettiği konuların hepsini bir arada ifade etmenin bu devirde epeyi zor olduğunu kabul edecektir. Ayhan Koç’un aynı Fevzi gibi hiçbir çevreye yaranamayacağı aşikâr. Buyurunuz alıntılardan kanıtlar.
“… Aklına getirmek istemeyebilirsin ama ben eşcinselim Fevzi. Yakında özel hayatım incik cıncık edilecek. Eşcinsel olduğum ortaya çıkacak. Manşetleri gözünden canlandırabilirsin. Anne babam o manşetleri gördüğünde ne düşünecekler acaba?”
“Hangi ara kadınların kocalarına hürmette kusur etmediği tipik Türk ailesine dönüşmeye karar verdik? Merakımı mazur görünüz kocacığım, benim haberim yok çünkü.”
“Sen ve ben kimiz, anlatayım mı? Hani okul avlularında Allah’ın her sabahı çocuklara varlıklarını Türk varlığına armağan ettirirlerken sıranın en sonunda etrafına sorgulayan bakışlar atıp yalandan dudaklarını oynatan çocuk vardı ya, hah, işte o biziz.”
“Bak şimdi İdil Hanım Tip C yazarı. Tip C yazarları edebiyat camiasından neredeyse herkesle iyi geçinirler, herkesi severler, neredeyse herkesin herkesin kitabını okumuşlardır. Doğrusu, bazen bu herkesin kitabını okuyup övmek meselesini öyle bir abartırlar ki ara sıra bir kitabı daha matbaaya verilmeden okuyup överek anakronik kazalara yol açtıkları bile olmuştur.”
Karakterler ise çok tanıdık gelecek; büyük bir kısmı sen, ben, o, biz, siz, onlar. Bazı isimler de var ki birkaç harf değişikliği olmasa adres gösteriyor denilebilir. Bu kişiler velev ki okurlarsa, “Aa bu ben miyim acaba?” sorusundaki “miyim acaba” kısmını atıp gönül rahatlığıyla “benim” diyebilirler. Hemen bir örneği alıntılayalım.
“… En sonunda yazı işleri müdürlüğü için geçici olarak Sinan Özdilli’ye teklif götürülmesine karar verildi.”
Bu örnekten sonra şu konuda tereddüde yer kalmamıştır herhalde: Ayhan Koç tatlı bir aldatılma hikâyesinin içine neredeyse son birkaç yılın gerçek karakterlerini, gerçek olaylarını başarılı biçimde yerleştirmiş.
Ama romanın misyonunu ve dahi başarısını sadece toplumsal ve siyasi olayları yerleştirmek olarak göstermek de doğru olmaz. Hikâye neredeyse sekmeden ilerliyor, akışkan, bir sonraki sayfayı merakla bekleten, tahmin edilebilirliği çok ama asla okuma keyfini eksiltmeyen bir gelişme içinde. Ana karakter Fevzi’nin iç sesi “Yabancı”nın onun ipliğini pazara çıkarması, geçmişe götürüp sorunlarının başladığı noktayı göstermesi, elinden tutup çözümü gözüne sokması da hem metni yeknasaklığa düşmekten korumuş hem de Fevzi’nin iç sesini duymamız için iyi bir teknik olmuş. Yoksa metinler düşündü, içinden geçirdi, hissetti, algıladı fiillerinden okunmaz hale gelebiliyor. Bununla birlikte, “Yabancı”nın Birdman’deki iç sese yakın bir ses tonu ve dili olduğunu da eklemek öznel bir görüş olarak burada yer alsın, kararı bu yazının kitabı okuyup filmi izleyen okurları versin. Şuraya da “Yabancı”yı tanıtacak birkaç alıntı bırakayım.
“Yabancı M’nin boşalttığı iskemleye oturup piposunu yaktı, elindeki kibriti sallayarak söndürüp kül tablasına attı. Başındaki silindir sapkadan besbelli bıkmıştı; şapkayı çıkarıp seyrek saçlarını kaşıdı.”
“Yabancı kolunu dirseğine dek şapkasına sokup önce bir balta çıkardı. ‘Pardon,’ dedi. Sonra sırasıyla bir bıçak, bir tabanca, bir litre nitrik asit çıktı şapkadan. Tüm bunları bilerek çıkartıp tezgâha koyduğu suratındaki pis sırıtıştan okunuyordu.”
Murakami’nin kulakları çınlasın onun romanlarında en sevdiğim unsur, metnin içine kitap isimleri, müzikler, resimler serpmesidir. Bunları birer öneri olarak alır, listeler çıkarırım. Ayhan Koç’da anlatıcı ve Fevzi vasıtasıyla bize opera eserleri, şarkılar, kitaplar, yazarlar tavsiye ediyor. Üstelik Kyoto, kiraz ağaçlarının açma mevsiminde nasıl oluyor, Serenissima Kalyonları da neyin nesi diye Google arama butonunu meşgul etmemi sağlıyor.
Romanla ilgili, biri romanın içinden biri romanın dışından, iki minik eleştiriyi de aktarmayı “Cümle Göğün Mavisi”ni seven bir editör olarak görev biliyorum. İlk olarak, son yılların Türkçe romanlarında yazarın cinsiyetinin satırlara çokça sızdığını düşünüyorum. Bir kitabın yazarının ismini bilmeden o sayfaları okusam kadın mı erkek mi ya da başka bir genderdan mı anlayabiliyorum. Bunun benim eşsiz iç sezilerimin sonucu olduğunu düşünmek abartılı hatta biraz da sanrılı bir görüş olacaktır. Bu elbette post modern romanların dili olarak nitelendirilebileceği gibi değişen toplumsal cinsiyet rollerinin ifade edilmesi isteği, biraz cephe savunması, biraz öz eleştiriye giriliyormuş gibi yapılırken hemen oradan çıkılması, bir de bu taraftan bak deme isteğiyle de açıklanabilir. Ama bu anlatıcı ile yazar arasındaki çizgiyi gittikçe silikleştiren anlatım dilinin kullanılması bir taraftan da tekdüzeleşme mi getiriyor diye de endişelenmiyor değilim. Bu eleştirim bu kitabın özelinde değil, son dönem okuduğum çoğu kitapta böyle. İkinci minnacık eleştirim demeyeyim de görüşüm, Ayhan Koç’un Birgün gazetesindeki röportajında ana karakter Fevzi için yaptığı bir tanımlamaya. Şöyle diyor yazar: “Yalnız hangi perspektiften bakarsak bakalım en temelde hiçbir şeye intibak edemeyen, olmamış, olamamış bir adamın hikâyesi bu.” Ben ise Fevzi’nin herkes gibi olduğunu düşünüyorum son sayfayı çevirirken. Fevzi “olmadıysa” hepimiz “olmadık”. “Olmak” ama ne olmak, kerterizi nereden alarak “olmak”, “olmak” diye bir şey var mı, insan ne zaman “olur” soruları kafama doluşuyor. Bu eleştirim de en başta yazdığım paragrafı doğrulamamı sağlıyor. Okur olarak romanın karakterini yazara karşı savunmaktan geri durmuyorum. Benim görüş alanıma giren foton da bu!
Ezcümle: Bu perdeyi aralamama yol açtığı ve sayfaların peşinden koşturarak okuduğum bir kitabı yazdığı için Ayhan Koç var olsun!
*Cümle Göğün Mavisi. Ayhan Koç. İthaki Yayınları. Kasım 2020.
İlk yorum yapan siz olun